Mehmet Acet’in Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (02 Ağustos 2018) yazısını ilginize sunuyoruz:
Yine Suriye Üzerinden mi Geliyorlar?
16 Temmuz’da ABD Başkanı Trump ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasında Helsinki’de yapılan zirvenin ilk sonuçlarını Suriye’de görmeye başladık.
Zirve bittikten sonra Washington PKK’ya, Moskova da Esad rejimine sinyal çakmış olmalı ki, iki ülkenin ‘kuklaları’ Şam’da bir araya geldi.
Esad rejimi ile YPG/PKK temsilcileri arasında yapılan görüşmede rejim tarafından 12 maddelik teklif sunulduğu, Rakka ve Deyr ez Zor’un Şam’a devredilmesi, devlet kurumlarında ve sınırlarda Suriye bayrağının sallanması gibi şartların öne sürüldüğü konuşuluyor.
Buna karşılık olarak YPG/PKK’ya Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın Doğu bölümünde özerk bir yapı verileceği dillendiriliyor.
Diğer yandan Suriye’nin İsrail sınırına yakın bölgelerinde konuşlanan İranlı milislerin buralardan ayrıldığı yönünde Rusya kaynaklı haberler dolaşımda.
Haber doğru ise eğer, bunun yine Helsinki’de sağlanan bir mutabakat üzerine geliştiğini düşünebiliriz.
SURİYE’DEKİ YENİ DURUM TÜRKİYE’Yİ NASIL ETKİLER?
Şimdi karşımıza yanıtını bekleyen şöyle bir soru çıkıyor:
Helsinki’de yapılan ABD/Rusya zirvesinde Suriye ile ilgili alınan ve uygulamaya geçtiğini gördüğümüz kararlar, Türkiye’yi ve Türkiye’nin Suriye pozisyonunu nasıl etkileyecek?
En kestirmeden gidecek olursak şöyle bir değerlendirme yapılabilir:
Suriye iç savaşının fitilini ateşleyen Dera’nın düşmesiyle Şam rejimi savaştan önceki pozisyonuna geri dönme yolunda önemli bir mesafe daha kat etmiş oldu.
Yeni aşamada ABD ve Rusya’nın garantörlüğünde eğer bir Rejim/PKK anlaşması ortaya çıkarsa, geriye ne kalıyor?
Türk Silahlı Kuvvetleri öncülüğünde ÖSO’nun kontrolü altında tutulan Fırat Kalkanı bölgesi ile Afrin ve milyonlarca masum insanın Suriye topraklarında son sığınak yeri olarak gördükleri İdlib.
Peki bu durum ne anlam ifade ediyor?
Türkiye’ye dönük “Fırat Kalkanı ve Afrin bölgelerinden çekilin” baskılarının artacağı bir dönem geliyor diyebilir miyiz?
Son günlerde gelen haberlere bakılırsa, Esad rejimi ile masaya oturmayı yeni bir saflaşma olarak yorumlayan PKK’nın, Türkiye’den intikam almak için İdlib’e yönelik bir rejim saldırısına aktif destek verme arzusunda olduğu görülüyor.
Öte yandan, Helsinki zirvesi sonrası oluşan yeni denklemde Esad rejiminin cesaret bulduğu, bu cesaretini de Türkiye’yi tehdit etmek için kullandığına tanıklık ediyoruz.
Bu nereden mi anlaşılıyor?
Mesela, Şam rejiminin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Caferi’nin şu sözlerinden:
“Suriye hükümetinin İdlib dahil Türkiye’nin işgal ettiği tüm toprakları geri alması meşru hakkıdır. Çatışmasızlık bölgelerinin geçerlilik süresinin bir sınırı var. Suriye hükümetinin izni olmadan bu süre uzatılamaz. Osmanlı güçleri 4 yüz yıl boyunca Suriye topraklarını işgal etti. Şunu söylemek isteriz ki, bu sefer de onları kovmayı biliriz, çünkü her şey bizim lehimize.”
Caferi’nin sözlerinin özellikle son kısmındaki pervasızlığı akılların bir köşesinde tutmakla birlikte, rejimle ilgili konularda asıl muhatabın Moskova olduğunu unutmamak gerekir.
Bu noktada Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in üzerinde durduğumuz konu bağlamında sarf ettiği şu sözlerine bir bakalım:
“Zamanı gelince, Türk askerlerinin, Suriye’de kontrol ettikleri bölgelerden geri çekilmelerinde ısrarcı olacağız.”
Peki, Moskova adına söylenen bu sözleri, muhtemel bir YPG/PKK-Esad anlaşması sonrası Türkiye’ye dönük baskıların artacağı anlamında okuyabilir miyiz?
Evet, sanki okuyabiliriz.
Son günlerde İdlib’e yönelik rejim saldırısı başlatılacağına dair haberleri, fiilen öyle bir şey olmasa bile, Rusların Türkiye üzerinde baskı kurmak için yaydığını düşünmek de mümkün.
Peki, bu zorlu denklem içerisinde Ankara nerede duruyor?
Öncelikle şunun altını çizelim.
Dikkat çektiğimiz hususlar tehdit içeren bir takım gelişmelere gebe olsa da, Türkiye’nin kolay lokma olmadığı meselenin bütün paydaşları tarafından da anlaşılmış durumda.
Suriye’nin kuzeyinden, Türkiye’nin güneyine dönük tehditler bitmediği sürece, Türk askerini kimse bulunduğu mevzilerden çıkaramaz.
Türkiye’ye sığınan mültecilerin geri dönüşünü de sağlayan güvenli bölgeler oluşturulmadan, Suriye’nin kuzeyinden gelen güvenlik riskleri ortadan kalkmadan bu bölgelerden bir geri dönüşün söz konusu olmayacağını söyleyebiliriz.
Ama bu böyle olsa da, şeytanların cirit attığı bir bölgeden söz ettiğimiz için, dikkati elden bırakmamak gerekir.