Yüce değerleri yakalamaya giderken kendimiz süflileştik.
Bunun nedeni, eski ulemanın deyimiyle mukaddimat ile netaici birbirine karıştırmaktandır. Yani usul ile esasatı ya da yöntem ile sabiteleri karıştırmaktan kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı bir zamanlar Suriye İhvan’ından olan ve aralarında 3 yıl geçiren Halis Çelebi sürekli olarak neden İhvan’ı terk ettiğinin teorisini yazmaktadır. Bu hususta birçok aşırı veya modernist görüşlerine katılmasak bile merhum Hasan el Benna’nın en küçük kardeşi olan Cemal el Benna’nın bir tespitini hatırlamakta yarar var. Ağabeyi Hasan el Benna’nın ‘münazzim olduğunu ama münazzır olmadığını’ yani hareketçi ve örgütçü olduğunu ama teorisyen olmadığını söylemektedir. Esasında Abdussettar Milici tam olarak bunu söylemese bile ifadelerinin pratik yorumundan anlaşılan budur. Mesela Hasan el Benna’nın özellikle siyasete ve askeri yöntemlere gereğinden fazla önem verdiğini söylemektedir. Bazıları da bunun pratik nedenlerden ve Mısır’ın ve Filistin’in o dönemdeki işgalinden kaynaklandığını ve bundan dolayı hareketin lideri Hasan el Benna’nın bu tarzında mazur olmasının ötesinde haklı olduğunu savunmaktadırlar.. Lakin daha sonra gereken manevra yapılamamıştır. Milici en azından geçmişte şartlarının ürünü olan kurallarla günümüzün değişen şartlarında menzil-i maksuda varılamayacağını söylemektedir. Öyleyse İslami hareketlerle siyaset ve direniş arasında nasıl bir ilişki türü olmalı? Elbette İslami hizmet üniteleri olan cemaatlar veya organizasyonlar Bediüzzaman’ın deyimiyle baskı altında olduklarında ‘sırran tenevveret’ denildiği gibi gizlilikle hareket etseler de bir cemiyet ve gizli bir cemiyet değildirler. İkisi birbirinden çok farklıdır. Kimse İslam adına Müslümanlar üzerinde tekelistan kuramaz. Ancak bu ilişki İslami ölçüler içinde karşılıklı icap ve kabul ile düzenlenir.
Elbette cemaatlar genel çerçevede hem siyasetle hem de işgal idaresi varsa ülkenin, İslam yurdunun sınırlarının savunmasıyla ilgilenirler. Bu ilgiden kendilerini kimse men edemez. Lakin dahilde yöntem farklıdır. İslami cemaatlar veya hareketler siyasetle genel çerçevede ilgilenirler. Bu doğrudan ilgilenmeye yani cemaatın merkezini siyaseti veya ticareti yerleştirmeyi mani bir haldir. Bu cemaatlar çok geçmeden ya esasatta ya da ahlak ve fazilette sapma gösterirler. Varlık nedenlerine yabancılaşırlar. Dahilde cemaatlar bağlamında siyasetin aracı nasihattır. Bu nasihat bütün kesimleri kapsar. Devlet ve temsilcileri de buna dahildir. Cemaatların genel hedefi salih ve muslih insan yetiştirmektir. Bunun ötesinde siyasetle ilgileri ancak umum anlamda olur. Bu İslam hukukunun ve adabının takviyesi ve yayılması ve genel anlamda İttihad-ı İslam projesine edebi destek suretiyle olur. Abdussettar Milici de tam olarak bize bunları anlatmaktadır. Milici son eserinde İhvan’dan yöntemlerini gözden geçirmesini talep etmektedir. Zira netice itibarıyla İhvan gibi hareketlerin faaliyetleri beşeri bir deneyimdir. Sürekli olarak alınan mesafe ve şer’i kurallara uyulup uyulmadığı gözden geçirmeye ve muhasebeye açıktır. Bu bağlamda, 1990’lı yıllarda Mısır’ı kasıp kavuran Cemaat-ı İslami’nin ileri gelenleri ve içerideki kadroları kendilerini daha doğrusu yöntemlerini gözden geçirmişler ve bir noktaya gelmişlerdir. Sıra şimdi İhvan’dadır, en azından Milici’nin yazdıkları doğrultusunda böyle görünmektedir. Lakin bu müracaattır, teracü değildir. Yani gözden geçirmedir yoksa ricat ve geri çekilme değildir. Aksine, sahih yöntemle ileriye sıçramanın zeminini hazırlamaktır. Aksi takdirde, dini hareketler ve anlayışlar son sınırlarına varıp çatmış olacaklardır. Milici, sanılanın aksine Mısır’da İhvan ve sempatizanlarının sayısının çok olmadığını, sınırlı sayıya sahip olduklarını söylemektedir. Velev ki tersi olsa bile hakikat sayı ile kaim değildir.
Milici’nin cemaata atfettiği el Cihaz es Sırrı yani cemaatın gizli kolu sanki bir cemaat Ergenekon’u görüntüsü arz etmektedir. Bu yapılanmada birinci adamın Mahmut İzzet olduğunu söylüyor. Buna mukabil, Müslüman Kardeşler, kitaba da, Abdussettar Milici’ye de çok öfkeli. Öfkelilerden birisi olan Muhammed Cemal Haşmet, Milici’nin cemaatı karaladığını ve cemaat üzerinde müzayede yaptığını ve kendilerinin bunu kabul etmeyeceğini söylüyor. Keza Mürşid Yardımcısı Muhammed Habib de Milici’nin cemaatın Şurasının üyesi olmadığını söylemektedir. İhvan Mürşidi Muhammed Mehdi Akif ise daha da ileriye giderek kendisinin Milici’yi tanımadığını da iddia ediyor. Elbette bu hilafı hakikat bir beyandır. Ve bana garip gelen bir başka husus da Akif’in ‘Siyaseti bıraksak ve cenaze levazımatçılığına talip olsak, soyunsak bile rejim bizim peşimizi ve yakamızı bırakmaz’ demesidir. Rejimle aralarında büyük bir güvensizliğin olduğunu anlatmak istiyor. Lakin kendilerini gözden geçirmeyi bu şekilde tepkiye bağlaması ne derece sağlıklı olur?
Lakin İhvan’ı eleştiren Milici’nin hiç mi kusuru yok? Onun da kafasının karışık olduğu anlaşılıyor. Türkiye’deki Taraf’ın Mısır versiyonu olan Kifaye (Yeter) hareketine destek vermiş. Kifaye lideri Eymen Nur Amerikan baskıları sonucunda dışarıya çıksa da geçtiğimiz günlerde fail-i meçhul bir saldırıya uğradı. Milici, İhvan’ı eleştirirken hem bir taraftan Hizbullah’ın ve İran’ın başarılarına vurgu yapıyor hem de Eymen Nur’un hareketi içinde yer alıyor. Burada bir çelişki var. Sonuçta İhvan’ın iflasını ilan ediyor. Bu belki İhvan’a haksızlık olur. İhvan’ın Mısır’daki başarısızlığının nedenleri arasında bu ülkenin kendisine has şartları olabilir. Belki başarısızlığın kıstası olan hedef yanlış olabilir. Dolayısıyla burada Milici yöntemi gözden geçirmeye çağırmakla ne kadar haklı ise onun ötesinde cemaatı başarısızlıkla itham etmesi belki o kadar yanlıştır. İkinci olarak, başarı adına başka cereyanların peşine takılması da kendi kusurlarından birisidir. Maalesef Türkiye’de de İslam adına Taraf’a taraf olanlar var. Türkiye’nin Tarafı Mısır’ın Kifayesi’dir. Yine de yeni kitabındaki görüşleri İslami hareketin tecrübelerini zenginleştirecektir. Bu meyanda aslında sıradaki Cezayir ve benzeri tecrübelerin de içeriden yazılması ufuk açıcı olacaktır.
VAKİT