Yönetmeye Talip Olanlara!

SİNAN ÖN

‘Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez’ (Rad/11) ilahi yasası gereği,‘nasıl hak ediyorsak öyle yönetiliriz.Bu bizim olumlu veya olumsuz kendi ellerimizle kazandığımız bir durum!

Türkiye toplumu olarak yeni bir seçim atmosferini yaşıyoruz. Her ne kadar bu gündem içinde kaybolmak, kendimizi bu sürece indirgemek istemesek de, vakamız bu. Kurulan ittifaklar, açıklanan bildirgeler, vaat edilen söylemler, karşılıklı restleşmeler, hakaretlere varan didişmeler; hem siyasetçilerin hem de toplumun durumunu gösterme bakımından belirleyici!

Oysa bu süreç toplum adına daha hayırlı sonuçlara vesile kılınabilir, kılınmalıdır. Siyaseti, toplumla alakalı sorunları, karar alma süreçlerine katılımı, söz söyleyebilmeyi seçimden seçime hatırlayan, bununla birlikte tuttuğu partinin koyu bir fanatiğine dönüşen bir yapımız var! Dinlemeyen, dinlese de duymayan, duysa da kabul etmeyen çirkin bir taassup!

Oysa böyle zamanlarda daha kolay değil midir, sesimizi duyurabilme imkanı? Kapıları sürekli kapalı, özel kalem müdürleri bir türlü aşılamayan yöneticilerimiz (seçim dönemi hariç) ülke işlerine o kadar dalmışlar ki, sesimizi duyamıyorlar sanırım!

Peki, bizler ne yapıyoruz? Çok kritik bir süreçten mi geçiyoruz? Bu seçimi bir milat olarak mı görüyoruz? Yedi düvele karşı son kalemizi mi savunuyoruz? Ölüm kalım mücadelesinde son kurşunumuzu mu harcıyoruz? Ben bu söylemlerin dillendirilmediği bir seçim atmosferi hatırlamıyorum!

Siyasetçilerin bu tarz söylemlerle ‘kitlelerini’ diri tutmaya çalışmaları normal. Ancak anormal olan bizlerin siyasetçileri diri tutmak adına hiçbir şey yapmamamız! Böyle zamanlarda yürütmenin devam ettiğini unutuyor, sanki devam eden sorunlarımızın olduğunu atlıyoruz!

Şimdi birilerinin; ‘bu dönemde bu söylemleri dillendirmek ne kadar doğru, bu dil muhalefetin dili’ dediklerini duyar gibiyim! Hatta daha da ileri gidenlerin ‘şer cephesine’ bizleri dahil ettiklerini hissedebiliyorum!

Oysa ‘atı alanın Üsküdar’ı geçtiği’ bir vasatta konuşmak çok kolay, sorumluluktan yoksun her eylemde olduğu gibi! Bu yüzden şimdi konuşmak gerekiyor!

Bizim sorunlarımız var ve bunlara çözüm vaat eden bir geleceği umut ediyoruz! Nasihatleşme çerçevesinde, bunlardan aklımıza gelenleri sıralayalım inşallah.

‘Her ne pahasına olursa olsun ekonomik kalkınma sağlayacağız ve milli geliri arttıracağız’ demek ve bunu gerçekleştirmek yetmiyor. Ekonomik olarak artan refah, topluma ne kadar adil dağıtılıyor. Dağıtımdan dolayı zengin daha zengin, yoksul daha mı yoksul oluyor! Bunu dert edinmek gerekiyor!

Bu, ne pahasına olursa olsun söyleminin içerisinde; kendi öz kaynaklarından beslenmeyen, kendi altyapısını oluşturmayan, üretime değil tüketime endeksli olan, toplumun ihtiyaç duyduğu tüm alanlarda değil, kazanç payı yüksek alanlarda yatırımlar yapan, uluslararası ekonomik sisteme bağımlı, dış sermayenin ürkekliğinden etkilenen, kırılgan bir ekonomik büyümenin bu toplumda neleri riske attığını az çok gözlemleyebiliyoruz maalesef!

Cezaevlerinde kardeşlerimiz var! 28 Şubat mağduru Müslümanlar. Ortalama 25 yıldır unutulan. Onları mağdur edenlerin yargılandığı, cezalar aldığı ancak ne hikmetse cezalarını bir türlü çek(e)meyen sırtı sağlamların olduğu bu toplumda adaletten bahsetmek zor olsa gerek! 28 Şubat mağdurlarına ‘adil yargılama’ artık ne zaman gündeme gelecek! Biz arsızın, uğursuzun ‘affını’ isteyenler gibi afta istemiyoruz ki; neden korkuyorsunuz ‘adil’ yargılamadan!

Yargı denilince akla geliyor ne yapalım! Fetö’nün mağduru insanların, ayrıca yargı mağduru yapılması nasıl kabul edilebilir? İntihar edenler, cezaevlerine atılanlar, fiziki ya da psikolojik işkenceye maruz kalanlar, toplumdan tecrit edilenler! Bunlar hangi mücadelenin bir ürünü! Yine kulaklarım çınlıyor; ‘Fetöcü müsün kardeşim!?’ diyenleri duyabiliyorum! Oysa Rabbimiz bize Müslüman sıfatını vermiş, adil şahitler olun demiş! 15 Temmuz gecesi darbeye direnme şahitliği yanında, ‘güç ahlakından doğan adalet’ beklentisinin şahitliğini yapmak neden Fetöcü’lük olsun? Ancak zor değil mi? Akıntıya kürek çekmek gibi!

Ohal’in oluşturduğu mağduriyetler ise başlı başına bir çalışmanın konusu. Burada Ohal’in gerekliliğini tartışmayacağım ancak böyle bir ortamda keyfi uygulamaların arttığı, güvenlik özelinde olgulara yaklaşıldığı gerçeğini görmek gerek! Örn; bir mülakat garabeti var ki; yıllarca çalışıp elde edilen hakların iki üç kişilik bir heyetin eşref saatine teslim etmek anlaşılacak gibi değil!

Ülkenin şantiyeye çevrildiği söyleniyor! Durum; bakış açısına göre hizmet, gelişme ya da peşkeş, talan, rant olarak görülüyor! Evet, daha yaşanılabilir alanlarda yaşamak hepimizin hakkı, ancak bunun yolu; varoşun, gecekondunun, altyapısız mahallelerin kahrını çeken hak sahiplerinin mağduriyeti değil! Kentsel dönüşümü yapanların daha şeffaf, hesap verebilir, kar hedefi ile değil hizmet odaklı hareket etmesi gerekiyor! Madem çıkartılan yasanın gerekçesi; ‘insanımızın can ve mal güvenliğini korumak! Olası bir depreme tedbirler almak!’ O zaman bu işin hem hızlı hem de hakkını vererek sonlandırılması gerekiyor! Hızlanabilmenin ön koşulu ise; adil olmak!

Devletin resmi ideolojisi ile hesaplaşma adına atılan adımlar bizleri umutlandırdı. Bazılarında sonuca ulaşılması içimizi ferahlattı. Ancak akamete uğrayan, yarım bırakılan, vazgeçilen ya da hiç gündem olmayan problemlerimiz var! Kürt meselesinde insani ve İslami bir çözüm bunlardan birisi. 15 Temmuz sonrası giderek daha fazla millileşen bir devlet refleksine şahit oluyoruz! Rabia işaretinden tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan formatına evrilmek politik anlamda bir kazanç sağlayabilir ancak toplumsal değişim konusunda alınan mesafenin heba edilmesi, daha büyük sorunları beraberinde getirir!

Bunun için ilk olarak, vesayet sisteminin darbecileri tarafından yapılan, üzerinde yapılan değişikliklerle yamalı bohçaya dönen mevcut anayasanın kaldırılıp yerine, insani ve İslami değerleri önceleyen sivil bir anayasanın yapılması gerekiyor.

Ülkemizde siyaset ve ekonomi başat konular. Popüler kültürü saymıyorum bile! Nietzsche’nin; ‘bir toplumda edebiyat ve sanattan daha çok siyaset konuşuluyorsa, o toplum üçüncü sınıf toplumdur!’ dediği gibi bir toplum olmaya oldukça hevesli gözüküyoruz!

Siyaset konuşacaksanız içinde insan olsun! Örneğin; Suriyeli’ler olsun, Gazzeli’ler olsun, Mısır olsun! Dünyadaki zalimlikler olsun, emperyalizm, Siyonizm olsun! Madde bağımlıları olsun, çevre olsun, ırkçılık ve ayrımcılık sorunu olsun! Olsun ki insana merhamet etmeyenin insanına hizmet edemeyeceği ortaya çıkabilsin! İnsanı düşünmeyenin, yönetici olamayacağı anlaşılsın! Belki de böylece insana faydalı olmanın çıkarsız mutluluğuna ulaşabiliriz ne dersiniz?