Balyoz! Ortaya çıkan son darbe planının adı bu. 2003 senesinde hazırlanmış, kapsamlı bir darbe planı. Vakıa, bazıları bu ucube şeye 'harp oyunu' adını veriyor ama belli ki bu bir iktidar oyunu.
Gerçekten bu bir oyunsa ateşle oynuyorlar demek ki. 'Harp oyunu'na bakar mısınız lütfen: Beyazıt Camii'ne, Fatih Camii'ne silahlı saldırı düzenleyeceksin; sonra esnafın arasına karışarak (daha doğrusu her şeyi karıştırarak) askeri müzeye protesto yürüyüşü yapmalarını sağlayacaksın; ardından da sarıklı cübbeli insanlar üzerinden yaptığın eyleme 'başkaldırı teşebbüsü' diyeceksin. Neden? 'İstanbul'un üzerine çökerim komutanım' diyen zırdeli adamlara ülkeyi teslim etmek için.
Koca koca adamlar bir de oturup her ayrıntı için görevlendirme yaptıkları bu cinnet senaryosunu tartışmışlar; o da yetmemiş konuştuklarını kayda geçirip arşivlemişler. Bu hezeyanlar ortaya çıkınca Balyozcu başı emekli komutan Çetin Doğan önce 'Bu bizim anayasal hakkımız, koruma ve kollama görevimiz' gibi laflar geveledi. Gelen tepkiler (belki de bazı telkinler) üzerine bir televizyon kanalında ahbap muhabbetine çıkan ve Balyoz'da yönetici durumunda olan Doğan, harp oyunları üzerine engin ve zengin(!) görüşlerini kamuoyuyla paylaştı. Daha açıkçası konuştukça battı, şüpheleri artırdı. Bu mudur 'kurmay zekası' Allah aşkına? Vaktiyle 1. Ordu Komutanlığı yapmış bir kişiden beklenen bu mudur?
"Asimetrik" analizler yerine...
Vaziyeti toparlamak için sarf edilen kelimeler artık halkın ezberinde. Neymiş? 'Dış tehdit' için bu tür beyin jimnastiği her zaman yapılırmışmış. Genelkurmay'ın bile bu tür mazeretler etrafında laf dolaştırması şaşırtıcı, üzücü, yaralayıcı. Güya konunun darbeyle ilişkisi yokmuş. Madem öyle, harp oyunlarında nasıl bir yeri var ki Balyoz yeni bir bakanlar kurulu oluşturuyor, valiler atıyor, hatta il ve ilçelere emekli ya da muvazzaf askerlerden banka müdürü tayin (!) ediyor. Yabancı şirketlerin mal varlığına el koymak, yerli şirketlerin yöneticilerini tamamen askerlerden oluşturmak... Bu nasıl bir hezeyan belgesidir ki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile halkımız karşı karşıya gelirse nasıl yapılacağı tartışılıyor ve bu tartışmanın ses kaydı yapılıyor. Hani dış düşmana karşı yapılmıştı bu plan? Ayrıca bu bir oyun planıysa acaba darbe planı nasıl bir şey olacaktı?
Gazetecileri iki sınıfa ayır. Bunlardan bir kısmını gözaltına almayı planla. Diğer kısmına 'yararlanılması düşünülen' diye bir yafta yapıştır; sonra da kalk, bunun dış düşmana karşı düzenlenen bir 'oyun' olduğunu söyle. Bu ne gaddar bir oyundur ki, halkı stadyumlara, kapalı spor salonlarına vs. toplamayı planlasın! Model olarak da '12 Eylül darbesi'ni övsün ve oradan ilham alsın. Genelkurmay bu cinnet senaryosunun bile arkasında durmaya kalkıştı. Acı olan da bu. Yapılan resmi açıklama diğerlerine benziyordu; yani çok şey söylemiş gibi yapıp hiçbir şey demeyen, hiçbir soru işaretini ortadan kaldırmayan bir açıklama. Oysa Genelkurmay Başkanı İlker Bey, 'Ordumuzun içinde darbecileri ba-rın-dır-ma-yız!' diyerek tarihi bir fırsat yakalamış, demokrasi tarihimize yeni bir sayfa açabilecek bir irade sergilemişti...
Balyoz sonrası ortaya çıkan manzaralar içinde en acı olanı nedir biliyor musunuz? Hiç kimse artık 'Mümkün değil; bizim ordumuz böyle işlere bulaşmaz' demiyor. Diyemiyor. Çünkü 28 Şubat döneminde artık aşikar bir şekilde yapılmaya başlanan siyasete müdahale etme virüsü üst üste korkunç hataların yapılmasına neden oldu. Ve maalesef ordumuz yakasını cuntacılardan bir türlü kurtaramıyor. Sadece zekâ yoksunluğu değil, akıl ve strateji yoksulluğu olan Balyoz yadırganmıyor; çünkü cuntacıların sabıka dosyası yeterince kabarık. Artık hiç kimse 'Haydi canım sen de! Bizim ordumuz böyle şeyler yapmaz' diyemiyor. Bu çok üzücü bir durum. Gerçekten üzücü. Bu korkunç tabloya bakarak 'Ordumuzu yıpratmak için asimetrik savaş yapılıyor' gibi artistik cümleler kurmaya hiç gerek yok. Maalesef bu algının oluşmasına sebep olanlar, yetki ve sorumluluk taşıyıp da hesap sormayanlardır. Son yıllarda yaşanan darbe ve suç konularını bir çırpıda sayın deseniz; sokaktaki insan bile arka arkaya skandalları sıralayıverir.
Yakamoz darbe planı, Eldiven darbe planı, Ayışığı darbe planı, Sarıkız darbe planı, Sauna çetesi, Eryaman çetesi, Ergenekon çetesi, Şemdinli hadisesi, AKP'yi ve Gülen'i bitirme eylem planı, Kafes eylem planı, fişlemeler, andıçlar, Genelkurmay Başkanlığı web sitesinde yayınlanan 27 Nisan gece yarısı muhtırası, Dağlıca Karakolu'na saldırıda cevapsız kalan sorular, Aktütün Karakolu'na yapılan saldırıda aydınlatılamayan bağlantılar, Anayasa Mahkemesi'nin 367 saçmalığına karar vermesi aşamasında yapılan baskılar, cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılan müdahaleler, parti kapatma davasında yapılan çalışmalar, ikinci kapatma davası açılsın diye üst düzey görüşmeler...
Halkın sevgisini doğru anlamak
Sabıka çok. İç disiplin mekanizmasının verdiği ceza yok. Hep örtbas etme telaşı, hep 'sızdıranlar' üzerine atılan nutuklar. Oysa cevap bekleyen tonlarca soru bulunmakta. Bir değil, iki değil; vukuat o kadar çok ki! Bu kadar büyük hasarın asıl nedeni TSK'nın çürükleri ayıklama, cuntacılardan kurtulma yerine, kendini zan altında bırakacak bir yol izlemesi. Ordumuz yıpranmasın. Amenna! Kim ister 'gözbebeğimiz'e zarar gelsin. Ancak bu çağda hâlâ darbe peşinde koşanları içinde saklamaya çalışan ordu görüntüsü bu ülkeye zarar veriyor. Gidecek yer kalmadı. Artık TSK, dünyanın en modern ordularından biri haline gelmeli, bir an önce darbecilerden kurtulmalıdır. Cuntacıları koruma ve kollama gibi bir görevi olmadığına; hatta askeri kanunlara göre siyasetle meşgul olmak suç sayıldığına göre ordumuz bir an önce saygın kimliğine ve asli görev alanına dönmek zorunda. Halkın asker sevgisi, siyasetin dışında kaldığı müddetçe geçerlidir. Tarih boyunca acı hatıraları vardır çünkü. Birkaç maceraperest için ordumuzun bu kadar yıpratılmasına gerek yok.
Gazeteciler ve darbeciler
Balyoz darbe planı da gazetecileri ihmal etmemiş. Kendine göre listeler hazırlamış. Başarabilselermiş bazı gazetecileri gözaltına alacaklarmış mesela. 137 kişilik bir liste daha hazırlayan hezeyan ekibi, bu meslektaşlarımızı da 'yararlanılacak kişiler' olarak nitelemiş. Gayet iyi biliyorlar ki bir ülkede darbe yapmanın olmazsa olmaz şartlarından biri de şu: Bazı gazetecileri susturmak, bazılarından yardım almak.
Yararlanılacaklar listesinde adını gören bazı meslektaşlarımız üzüldü, isyan etti. Haklılar. Öyle kuytu bir kenara çekilip 'yandaş gazeteci' listesi yapmak ne ahlaka sığar ne hukuka. Üstelik kendi fikirleri alınmadan oluşturulan böyle utanç verici bir listede ismi geçtiği halde darbe yanlısı olmayan meslektaşlarımızın varlığı da aşikar. Onların zan altında tutulması da doğru değil.
Tek bir sıkıntı var o listede. Maalesef bazı isimler darbe yanlısı bir görüntüyü kendisi veriyor. O nedenle de (yine maalesef demek zorundayım) böyle bir listede cuntacıların 'yararlanması düşünülen' kişiler arasında zikredilmeleri kamuoyuna da anormal gelmiyor. Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Sadece düşünmek değil, üzülmek gerekiyor. Çünkü bazı meslektaşlarımız bazı kritik dönemlerde öyle tuhaf işler yaptı ki kamuoyu onları 'galiba bunlarla darbeciler arasında bir bağ var' şüphesiyle karşıladı. Mesela 27 Nisan muhtıra gecesi ve o günlere rast gelen bazı beyanlar. İktidar için 'E canım, böyle olacağı belliydi, asker daha önce uyarmıştı' nevinden açıklama yapıp, muhtırayı meşru ve makbul görenler oldu. 28 Şubat'ın sabıkalarına hiç girmiyorum; çünkü o gün darbecilere boyun eğmenin ne kadar vahim bir hata olduğunu anlamayan birkaç kişi kaldı. Andıçlara öteden beri boyun eğenlerin bugün 'nasıl olur da benim adımı bu listede zikrederler' demesi inandırıcı olamaz kuşkusuz.
Daha çetin bir soru ile karşı karşıyayız: Bugün 'sivil diktatörlük' deyip parti kapatma davası için arşiv oluşturanlar hangi darbe girişimlerine karşı kem küm edebildi? Askeri diktatörlük söz konusu oldu mu dili tutulanların sandıkla gelen ve ancak sandıkla gitmesi gerekenler karşısında Çiçeron kesilip bülbül gibi şakımaları, cuntacıların listesini bazı kişiler için maalesef inandırıcı hale getiriyor. Keşke siviller karşısında sivri konuşanlar Ergenekon'dan Poyrazköy'e kadar pek çok somut suç karşısında da iki çift kelam edebilseydi de 'yararlanılacak gazeteciler' listesi çıktığında bütün meslektaşlarımız hep bir ağızdan kükreyip 'Hayır! Böyle bir şey asla olamaz!' diyebilseydik. Keşke!
ZAMAN