Ahmet Varol’un Yeni Akit gazetesinde yayımlanan köşe yazısı (16 Ekim 2020) şöyle:
Canavar insan haklarından ne anlar?
BM, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yayınladı. Ayrıca görünüşte insan hakları ihlallerinin önüne geçilmesi için birtakım uluslararası kuruluşlar ve kurullar kuruldu. Bunlar arasında BM’nin merkezi Cenevre’de bulunan İnsan Hakları Konseyi de var.
BM İnsan Hakları Konseyi 2006’da kuruldu. 47 üyesi var. Konsey üyeliğine seçilen ülkelerin üyelikleri üç yıl sürüyor. Buna göre her yıl üyeliklerin üçte biri için seçim yapılıyor. Ama bir üye ülkenin bir kereleğine yeniden seçilmesi mümkün.
Konsey üyeleri her yılın Mart, Haziran ve Eylül aylarında yani toplam üç kez toplanıp insan hakları konusunda birtakım karar tasarılarını görüşüyor ve uygun gördüklerini kabul ediyorlar. Ancak bu konseyin kabul ettiği kararların herhangi bir bağlayıcılığı yok. Sadece tavsiye niteliğinde. Ama öyle de olsa herhangi bir ülkenin insan hakları sicili konusunda verdiği not o ülkenin siyaseti ve prestiji açısından etkileyici olabiliyor.
Bu yıl da konsey üyeliğine 15 ülke seçildi. Bunlar: Fransa, İngiltere, Pakistan, Özbekistan, Nepal, Senegal, Fildişi Sahili, Malavi, Gabon, Ukrayna, Meksika, Bolivya, Küba, Rusya ve Çin.
Ne var ki söz yerindeyse uluslararası sistem açısından bakıldığında çivisi çıkmış bir dünyada yaşıyoruz. Tam anlamıyla bir Bekri Mustafa tablosuyla karşı karşıyayız. Kuzular kurtlara teslim ediliyor. Eşkıyalar yol emniyeti sağlamak üzere istihdam ediliyor.
İnsan hakları konusunda da aynı durum söz konusu. İnsana zerre kadar değer vermeyen, insan hakları kavramını sadece kendisinin kirli yüzünü kamufle etmek için değerlendirmeye çalışan zulüm rejimleri insan haklarının himaye edilmesi, dünya ülkelerinin insan hakları karnelerinin verilmesi için görevlendirilebiliyorlar.
Düşünün ki küresel emperyalizmin ve zulmün başını çeken, katil İsrail işgal rejiminin de hamisi olan ABD, Haziran 2018’de, BM İnsan Hakları Konseyi’ni “İsrail” konusunda sürekli ön yargılı davranmakla suçlayarak üyelikten çekilmişti. Yani ABD açısından işgalci siyonistlerin katliamları, baskınları, toprak gaspları, tutuklamaları, işkenceleri, Filistinlilerin hiçbir yargılamaya gerek görülmeden “idari tutuklama” adı altında hapse atılmaları ve sayılamayacak daha nice vahşi uygulamaları insan hakları ihlali olarak görülmemeliydi. Ona karşı bütün bu konularda tavsiye kararları alınması bile “kronik bir ön yargılı tutum” sayılıyordu. Siyonist zulmün ve vahşetin bu derece korkunç uygulamalarının eleştirilmesini “kronik ön yargılı tutum” olarak görebilen ABD, BM’nin İnsan Hakları Konseyi’nin üyeliğini yapıyordu ve ülkelerin insan hakları konusundaki puanlarını belirliyordu.
Şimdi de Suriye’de Baas rejiminin hakimiyetini sürdürmesi için askeri müdahalede bulunan, Esed zulmüne sınırsız destek veren, korkunç katliamlara imza atan Rusya ile Doğu Türkistan’da bugün hâlâ eğitim maskesi altında insanları işkence kamplarına dolduran, çocukların Müslüman inancına göre yetiştirilmelerini engellemek için onları ailelerinden alarak yetim yurtlarına yerleştiren, hakkında uluslararası insan hakları kuruluşları tarafından birçok olumsuz rapor hazırlanmış olan Çin, BM’nin İnsan Hakları Konseyi’ne seçildi.
Bu durum karşısında sormak lazım: Çin’in ve Rusya’nın üye olduğu bir İnsan Hakları Konseyi’nin kabul edeceği tavsiye kararları, vereceği karneler ne kadar gerçekçi olacaktır?
Ama ortada bir gerçek var: Çağdaş emperyalizmin bir meşrulaştırma kurumu niteliğindeki BM’nin amacı hakkı ve hukuku tahkim etmek, zulüm uygulamalarının önüne geçmek değil, zulmün üstünü örtmektir. Çin’in Doğu Türkistan’daki zulüm uygulamalarının önüne geçilmesi için yapılan tüm çağrılara kulak tıkayan BM şimdi de bu zulmü icra eden devleti İnsan Hakları Konseyi üyeliğine seçti.
Bu arada konseyin üyeliğine aday olan ülkelerden Suudi Arabistan ise seçimi kaybetti. Aslında Rusya ve Çin’in seçildiği bir konseye Suudi Arabistan, Küba’dan daha çok yakışırdı. O zaman bu konseyin gerçekte ne konseyi olduğu biraz daha netlik kazanırdı.