Yolun başındayız…

Ali Bayramoğlu

Her ay, her hafta, her gün yeni bir rejim gerginliği, sistem çatışması tarafından kuşatılıyoruz. Merdanesinin etrafında dönen bir divane gibiyiz.

Sorular şunlar: Çatışmadan, kutuplaşmadan neden kurtulamıyoruz? Derin siyasi sorunlarda, Kürt meselesinde, tesettür tartışmasında neden yol alınamıyor, neden aynı sorular, aynı konular dönüp dolaşıp, yıllardır, onlarca yıldır karşımıza geliyor?

Yanıt belki de toplumsal ve tarihsel dalgaların kıvrımlarında gizli…

Her şeyden önce toplum olmaya ve toplumsal mutabakatlara dair derin sorunlarımız vardır.

Yüzeydeki modern görüntümüze rağmen, derinde toplumsal dokumuz çok parçalıdır.

Bu topraklarda, bölgesel, kültürel, yerel, etnik farklı toplulukların zihniyet, beklenti, talep ve siyaset düzeyinde birbirine değmeden, yan yana yaşadıkları Osmanlı'nın milletler sistemi âdeta yeni bir yüzle devam eder.

Cemaatçi bir siyasi kültüre sahibizdir.

Siyasetten anladığımız, kişinin kendi topluluğu içinde özel alanını genişletmesi, daha önemlisi, bir topluluğun yaşam alanını diğerlerinin aleyhine keyfi olarak genişletmesidir.

Doğal olarak bu durumda cemaat içi dayanışma, cemaatler arası kuralsız yarışma siyasi anlayışımızın temelini oluşturur.

Böyle olunca eylem ve arayışlarımızı kural ve ilke yerine kaba çıkar ve faydacılık yönlendirir. Siyasi mekanizmanın kaynak dağıtma üzerine kurulu olması, doğal bir popülizme sahip olmamız da bu yüzdendir.

Rejimin formatı hukuk devleti ve demokrasi üzerine otursa da otoriter bir devlet geleneğimiz bulunur.

Askerî otoritenin ülke idaresinde oynadığı rol köklüdür. Göçmen bir öykü ve zihniyetin ürettiği güvenlik arayışı ile ulusal kimlik arasında sıkı tarihsel ve toplumsal bağlar, toplumu özünde ordu-millet diye tabir edilen militarist bir eğilimle ve ordunun siyasi işlevini meşrulaştıran anlayışla kuşatır.

Bu tür toplumların temel meselesi sorunlarını yönetilebilir bir hale sokmak olmuştur.

Bunu hem kendilerini yaşadıkları dönemin dinamiklerine uyarlama, hem bu dinamiklerin etkisinden korunma gayreti etrafında yaparlar.

Böyle oldukça, iç ve dış girdiler üzerinden toplumsal düzeyde sürekli bir değişim baskısıyla karşı karşıya bulunurlar.

Buna karşılık siyasi düzeyde kendilerini değiştirme, çağın dinamiklerine uyum sağlama açısından sınırlı kabiliyetlerinin sıkıntılarını yaşarlar.

Bu durum bu tür diyarlarda, örneğin Türkiye'de toplumun öyküsüyle siyasetin öyküsünü bir etkileşim ilişkisi kadar, bir güçler ilişkisi, hatta bir çatışma ilişkisi olarak karşımıza çıkar. Değişen ve değişme hattında ilerleyen toplumsal doku, statik bir toplum anlayışını yücelten, değişimden endişe eden, direnen siyasi yapı ilişkisi olarak özetlenebilir bu durum.

Derin ve çözülemeyen sorunların varoluş nedenleri kadar çözülmeme hallerini özetler bu durum.

Bugün tıkanıklıklar konusundaki tek umut toplumdan, toplumsal değişimden ve toplumsal meşruiyetten gelen girdilerdir, toplum olma yolunda atılan adımlardır…

Kürt sorununda, azınlıklar meselesinde, orduya bakışta gelen yeni zihniyet girdileridir sözünü ettiğimiz…

Ama bilin ki yolun daha başındayız…

YENİ ŞAFAK