Her iki tarafın militan bombardımanı altında belki çok duyulmuyor ama ülkede ‘hem yolsuzluk hem darbe var’ diyenlerin oranı daha da artmış durumda.
Diğerleri zaten sadece karşılıklı suçlama malzemesi üretmenin ötesinde bir şey yapmıyorlar. Ama toplumun sağduyusu farklı bir yöne gidiyor. Bu seçimlerde halkın çoğunluğu bir doğru ile yanlış arasında tercih yapmayacak, iki göreceli yanlıştan birini seçecek. AKP’nin oyunun iki aydır sabitlenmesi bu partinin beğenilmesinden ziyade, alternatifinin güven vermemesinden, istikrarsızlık ve fakirlik ima etmesinden kaynaklanıyor. Öte yandan çoğunluk, hükümetin bütün yanlışlarına rağmen olumlu işler yaptığını ve daha da yapabilme kapasitesi taşıdığını düşünüyor.
İktidarın kaybedeceğini umanların biraz da halkın somut hayatındaki değişikliklere bakmasında yarar var. AKP’nin hükümet olduğu 2002 yılında kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 73’tü. Bugün 35 civarında… Daha önemlisi faiz ödemelerinin devlet bütçesi içindeki oranı da AKP öncesi kabaca yüzde 70’lerdeyken şimdi neredeyse 10’a indi. Hükümet bu performansı bizim tarihimizde az rastlanılan bir rasyonalite ve basiret sayesinde başardı. Enflasyonun düşmesi ile reel faizler düşerken, global krizden kurtulma arayışının yarattığı para bolluğu Türkiye’deki faizlerin daha da düşmesine neden oldu. Ancak bir değişiklik daha yaşandı: Hükümet kamu kaynaklarını ekonomik getiriyi ve dolayısıyla ürettiği hizmeti maksimize edecek şekilde kullandı. Bütçe açığı hızla kapandı, popülist politikalardan uzak duruldu ve böylece borç ihtiyacı da kısa sürede düştü. Açığa çıkan söz konusu kaynak ise altyapı, sağlık ve kentleşme için harcandı. Diğer bir deyişle Anadolu’nun şehirlerine yönelik büyük bir yatırım hamlesi gerçekleşti.
Bugün toplumun AKP’ye atfedilen yolsuzluklar karşısında duyarsız olduğunu sananlar bu tabloyu da dikkate alarak analiz yapmak durumundalar. Çünkü bütün saha çalışmalarının gösterdiği üzere toplum hiç de duyarsız değil… Ama ortada kendi hayatını radikal biçimde değiştirmiş bir başarı öyküsü var. Kamu borcunun ve faiz ödemelerinin oransal düşüşü ortaya inanılmaz bir kaynak çıkardı ve bu kaynak topluma hizmet olarak sunuldu. Basit bir hesap yapalım… Diyelim ki personel giderleri 2002’den 2014’e bütçenin yüzde 25’i olarak sabit kalmış olsun. AKP iktidarı devraldığında elindeki yüz liranın 70’ini faize, 25’ini cari gidere ayırmak ve kalan 5 lira ile de yatırım yapmak durumundaydı. Bugün ise elindeki yüz liranın 10’unu faize, 25’ini personele ayırıyor ve yatırım için elinde 65 lira kalıyor. Yani 12 yıl içinde yatırıma ayrılabilecek olan fon tam 13 misli olmuş. Ayrıca bu sürede yüksek bir büyüme oranı da tutturuldu çünkü yatırımlar genelde doğru yönde kullanıldı. Böylece milli gelir de üç misline çıktı. Bunun anlamı elinizdeki bütçenin de kabaca aynı miktarda artmasıdır. Kısacası bugün yatırım için elinizde 65 lira değil, onun üç misli olan 195 lira var. Bu da 2002 ile mukayese edildiğinde neredeyse 1’e 40 demek!
Buna dağılımın da eşit olmadığını, muhafazakâr kesimin coğrafi olarak kayırıldığını da ekleyin… Demek ki Anadolu’nun alabileceği yatırım AKP iktidarı döneminde geçmişe kıyasla belki de en az 40 misli olmuş. İsterseniz gerçekçilik adına bunu 30’a indirelim. Şimdi günümüzün kritik sorusunu soralım: Acaba bütün bu yolsuzluk ithamlarına ve belirtilerine rağmen muhafazakâr kesim niçin hükümete olan desteğini azaltmıyor? Herhalde cevap açık olmalı. Yolsuzluk yüzünden örneğin yüzde 2 kaybedilmiş olsa bile halka giden yatırım sadece 28’e düşüyor. İnsanların geçmişe oranla geldikleri ve gelmeyi umdukları konum o kadar mukayese dışı ki, bunun yanında yolsuzluğun ağırlığı çok düşük kalıyor.
Ama gerçeklik daha da farklı… Çünkü biz yolsuzluk deyince insanların cebine para attığını varsaydık. Tabii ki böyle örnekler de vardır ama bunun miktarı oransal olarak fazla ağırlık taşıyamaz. Asıl önemlisi ‘havuz’ metaforu ile anlatılan ve para akışına müdahaleyi ima eden fonların akıbetidir. Muhafazakâr kesim bu paraların örneğin Başbakan’ın cebine girmediğini düşünüyor. Ortadaki birçok belirtiden ve bilgiden de hareketle söz konusu fonların ilave hizmet ürettiği tespitini yapıyor. Yani belki de halka ulaşan yatırımların tam da bu ‘yolsuzluk’ sayesinde 30’dan 32’ye çıktığına inanıyor!
Bütün bunlar uluslararası hukuka aykırıdır… Ahlaki değildir… Normal demokrasilerde olmaz… Bu tür değerlendirmeler doğrudur. Ama siyaset gerçeklik zemini üzerinde, gerçek performansa dayanarak yapılıyor ve muhafazakâr âlemde AKP’nin yanlışları yarattığı doğruların yanında çok hafif kalabiliyor.
Zaman