Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Hakkın ve hakikatin hatırını üstün tutalım
Seçimler yaklaşırken, gürültülü patırtılı devam ederken ölçü ve dengenin kaybolmasına yol açılıyor. Bazen o hâle geliniyor ki insanlığımız unutuluyor. Bu abluka altında düşünmeyi, içe dönmeyi, nefs muhasebesi yapmayı hatırlamaz noktaya sürükleniyoruz. Alıştırıla alıştırıla hassasiyetlerimizi kaybeder hâle düşmemiz, hep kendini haklı görme, başkasına değer vermenin kaybedildiği bir topluma sürükleniyoruz.
Bu duygular içinde okuduğum hadis-i şerifler, İslâm büyüklerinin sözleri bizleri sarsmalı, kendimize getirmeli. Lüzumsuz ‘bilgi hamallığı’ndan, ‘dijital işgal’den, sekülerizme, paganizme götüren boşlukları dolduran yığınlardan kurtulalım.
Resulullah’ın bugüne ışık tutan şu sözlerini hatırlayalım. “Toplumların helak sebebi; zenginler, itibarlılar, nüfuzlular suç işlediğinde ceza verilmez, o suç kapatılır. Mustazaflar (ezilenler, fakirler, nüfuz ve itibarı olmayanlar)dan birisi suç işlediğinde ise hemen cezalandırıldı.” Bir başka Hadis-i Şerif de: “Birinize, kendi meramını iyi anlattığı için hakkı olmayan bir şeyi verirsem, ona ateşten bir parça vermiş olurum” diyerek, gelmiş geçmiş en büyük uyarıyı yapmaktadır.
Bir ateş parçasını avuçlamayı kim ister? Ama odur işte, haksız rantlarla aldığımız, cebimize indirdiğimiz, çocuklarımıza ikram ettiğimiz, hatta kendi boğazımıza yuttuğumuz. Bir ateş parçası.
Zekât toplamakla görevlendirdiği bir kişi, döndüğünde, Peygamber Efendimizin önüne, yanında getirdiklerini koyarken, “Şu Beytülmalin şu benim, şu Beytülmalin şu benim...” diye ayrı ayrı iki öbek oluşturur da Resulullah onu izledikten sonra üzülür ve şu tepkiyi verir: -Sen, zekât toplamakla görevlendirilmeseydin, “Benim” diye şuraya yığdığın şeyler yine de sana gelecek miydi? Siyaseti düşünceden, içe dönmekten koparmayalım.
Buradan çıkarılacak ders şudur ki, devlet görevi, hiç kimse için ilave gelirler/rantlar üretmeyecekti. Şimdilerde siyaset yapanlar da “Dünyada yaptığım her işin yarın Allah huzurunda savunulabilir olmasına itina etmeliyim” diye düşünemezler mi?
“Hakkın ve Hakikatin Hatırı” sizin yanınızda hiçbir değer ifade etmiyor mu?
Peki ama senin başka bir değerin, değer ölçün ve özelliğin yok mu kardeşim? Sen “önce insan” değil misin? İnsan olarak gerçekten var olmak; yalnız bu bile, yalnız bu hakikat bile; cinayeti, zulmü, terörü, acımasızlığı, ruh ve mutluluk hainliğini engellemez mi? Önce insan olmalı, insan olarak var olmalı. Böyle olunduğu takdirde “Hakkın ve Hakikatin Hatırı”nı bir yere koyabiliriz.
Bakış açılarının darlığı; gönülleri, akılları, vicdanları ve ruhları da daraltıyor. Darlığın sabitleşmesi, dengenin bozulmasının da sebebi. Bugün mesele, evrensel mesele, “insan meselesi”dir. Önce insan meselesinden başlanmadan hiçbir mesele çözülemez.
İtidal ve tefekkür, kişiyi söyleyecek sözü olan insan haline getirir. Halini anladığımızı hissettirmediğimiz bir muhataba söz anlatılamaz. İnsanımıza değer vermek; “insan kardeşliği”nin yaradılışa (fıtrata) dayandığının gereği. Sabır ve tahammülle beraber hoş görmek belki yanlışlardan, hatalardan, günahlardan kurtulma değişme imkânlarını canlı tutmaya çalışmaktır. İnsanlığa götüren yol açılmalıdır. Bağımlı hâle getirilen alışkanlıklar; doğru ve güzel olanlarda kullanılmalı salih amellerin oluşmasına vesile olmalı. Bu yol açılmalı, açılan bu yolda “hem konuşma hem dinleme” metodu kullanılmalı. Düşünüyorsan, düşünme üretiyorsan bunun büyük anlamı var.
En doğru tavır, akl-ı selimle ve kalb-i selimle düşünülüp sorumluluk iradesiyle alınan kararın tavrıdır. Hiç kimsenin hatırı, “Hakkın ve Hakikatin Hatırı”ndan üstün değildir.
Hazreti Ali’nin gönderdiği Emirname çok ünlüdür. Orada diyor ki Raşit halifelerin dördüncüsü büyük sahabe:
“Nefsin hakkında, sana yakınlığı olanlar hakkında, yönettiklerin içinde kendilerine meyil beslediklerin hakkında Allah’a ve Allah’ın kullarına karşı adaletten kat’iyyen ayrılma.
Şayet böyle yapmazsan, zulmetmiş olursun.
Hâlbuki, Allah’ın kullarına zulmedenin, ibadullah tarafından davacısı Allah’tır. Allah da bir kimsenin hasmı oldu mu, o kimsenin tutunabileceği bütün huccetler batıldır. Kudretullah karşısında tesiri yoktur. Kul, zulmüne tevbe edinceye kadar husumeti ilahiyye devam eder. Zulm üzere bulunmak kadar Allah’ın nimetini gideren, gazabını çabuklaştıran hiçbir şey yoktur. Zira Cenab-ı Allah, zulüm altında inleyenin iniltisini işitmekte, zalimleri görmektedir.”
Hazreti Ömer, devlet mumu ile kendi mumu arasındaki farkı vurgulayarak, devlet adamının kul hakkı üzerindeki hassasiyetini hep biliriz. Hayatımıza yansımaz maalesef.
Hepsinden önce Allah Resulü:
“Birinize, kendi meramını iyi anlattığı için hakkı olmayan bir şeyi verirsem, ona ateşten bir parça vermiş olurum” diyerek, büyük bir uyarıda bulunmaktadır.
Bir ateş parçasını avuçlamayı kim ister? Ama odur işte, haksız rantlarla aldığımız, cebimize indirdiğimiz, çocuklarımıza ikram ettiğimiz, hatta kendi boğazımıza yuttuğumuz...
Bir ateş parçası. Her an, her adımda, her sözde, her işte aklımızda bulunabilse.
Biz niye, bir Müslüman ülkenin çocukları, şehirlerimizi idare edecek, bize hizmet edecek insanları seçerken yolsuzlukları konuşuyoruz? Çok kirlendiğimiz, kirletildiğimiz için mi? İşlenen günahların, girilen kul haklarının, Allah’a isyanın aleni olmasının verdiği ızdırapla beraber çocukken ezberlediğimiz “hadesten taharet, necasetten taharet” sözünü hatırlamamızdan mı acaba?
Temiz kadrolarla çalışmak. Çocuklarımıza temiz, haramdan arınmış yiyecekler sunmak. Her insanın hesaba çekileceği bir gün vardır. Bugün, yarın...
Bugünkü hesaplara da yarınlardakine de hazır olmak lazım.
Ne mutlu yüz akı ile ahirete gidebilene...