Hangi konuda yazmak isterseniz isteyin, yazı öyle kendiliğinden, dilinizden ya da klavyenizin bastığınız tuşlarından dökülmüyor elbette ki. Yazma niyetinizin belirleyiciliği burada tartışılmaz.
Özen gösterilen her iş gibi yazmak da, konuşmak da, özenli olmayı gerektiren, emek isteyen işler. Cümle değil, kelime seçiminde dahi yorulabilirsiniz. Hele ilginize mazhar olan konu aktüel, sosyal içerikli ve toplum tarafından pek sindirilemeyen bir mesele ise “vay“ halinize…
Pek çok soru ile karşılaşacağınızı peşinen bilmenize rağmen, yazarsınız… Rahatsız edeceğini kabul ederek, yazma dürtüsü ile konuya olan duyarlılığınız birleşip, sizi kalemle buluşturmaya götürecektir. Sorularınızın beyninizi ablukaya almasına aldırış etmeden yenik düşersiniz klavyenin tuşlarına. Bu istekten vazgeçebilmenin eziyetli ve külfetli tarafı ile de tanışmışsınızdır yani.
Ne yazmak ne de konu seçimi iradenizin kontrolü dışında gelişen bir olay değil, bu doğru. Ama veremediğiniz tavizi, yazmama lüksünü, gündelik hayatta görülen, hakkettiği ilgiyi görememiş olduğunu düşündüğünüz meselelerle okuyucuyu yüzleştirmek isteyen, o durdurulamayan dürtünüz, ortak paydada, paylaşımcı bir ruh haliyle konuya eğdirir sizi. Yazmamayı da, konuşmamayı defterinizden silersiniz bu demden sonra.
Yüreğinizi acıtan, zihin dünyanızı alt üst eden, beyninizi kemirip duran konuların o katlanılamayan ağırlığı ile geçiyorsunuz bilgisayarınızın başına. Vazgeçip kurtulmayı hesap etmediğiniz olmuyor gibi bir kanıya varılmasın sakın. Bazen o dayanılmaz hafifliğe kanıp, ürkek bakışlarla konuyu seçip, magazinsel haberlerin iştahınızı kabarttığı da oluyor hani.
Yazıdaki ya da konuşmalarınızdaki bir cümleye takılıp kalınacağını bile bile azad edersiniz kelimeleri. Etiket yapıştırma telaşesi sarmalayabilir.
Hakkı haykıran sesinizi kısmanın gürültüsü, bütün heybetiyle durabilir karşınızda.
Konu insan hakları ya da hak ihlalleri ise de, adalet duygunuzun dışa vurumuna yenilmenin bütün bilinenleriyle bilenir, olanları yanına ekleyerek, kardeş olmanın pratik uzantılarında gizletir kendini.
Kendinize olanı kardeşinize istemeyişinizin açık belge ve kanıtını yakalamışsınızdır. Bakış açınız, pencereniz yanılgının diliyle hiç gürültü yapmadan, cirit atar meydanlarda.
İlla ki o konuda yazmayacağım diyorsunuz kendi kendinize. Bir bakmışsınız ki, yoğunlaşıp genleşmiş konunun, kulak kabartan tarafıyla kabınıza sığmamışsınız.
Gelelim sadede…
Bütün engeller ve kurmacalara rağmen kararımı veriyorum. En küçük hücremde dahi varlığını hissettiğim, etkisinde kaldığım konulara karşı, elimin ürkekliğinin yazmamaya ikna çabası da, boş çıkıyor. Her tarafından yapış yapış bir kurmacanın çıkacağını varsaymadığım muhakkak. Kelime bu, eceli geldiyse, teslim bayrağını çekecek işte.
Konuşmalarınızda da aynı hafifmeşrepliği hissettiğiniz bir ortamda bulunuyorsanız eğer, bazen benim gibi, durum daha da vahim.
Kelime popüler olmuş, güncel olmuş, can yakmış hiç önemli değil. Sizin beyninize o ilk yerleştiği günkü gibi, okul sıralarındaki haliyle taptaze duruyor ya, şimdi çıkıveriyor ortaya dinleyici platformundan. Arzı endam ederek, beyninizin resmi tarihle iğdiş edildiğinin göstergesi olarak, Müslüman kimliğinin hafif kaldığının resmini izletiyor birilerine artık.
Sinirlerinizin keman yayı cihetinde gerildiğini hissettiğiniz bu ortamda, muhtaç olunan olgunluğun dışa vurumu elzem şimdi. Hem sosyolojik hem de coğrafik bir bakış açısının eksikliğini göre göre, balıklama atlamadan, iki çift laf etmenin günahında boğulsanız da, toplumsal hayatımızı tehdit eden ‘yoksunuz işte‘ barbarlığıyla da tanışsanız, derin kuyuların dibine inmeyin sakın.
Maazallah karşınıza kamusal alan, üniversite falan çıkar da yarı yolda kalırsınız.
Ödlek bakışların, korkunç söylemlerin, özürlü zihinlerimizin ürettiğine katkı sunması pek anlaşılır olmasa da, naçizane susma hakkınızı öğretiyor size.
Bir günün elektroşokunu alarak, mesajınıza hiç paralel olmadığına emin olduğunuz konuda fikir yürütmeye, kafa yormaya ve bu açılan arayı kapatmaya olan çabanız görülmese de, siz devam edin yola.
Etiket yaftalamalarını, ulusçu bakışları üzerinizde her zaman hissetseniz de, harbiyen ve alenen görülen kuma kafanızı sakın gömmeyin.
Zulme dur diyen diller, bugün dünyanın her bir tarafında, balçıkla sıvanamayan güneş misali parlamakta.
Gerçeklerle yüzleşmenin ağır sancılarını hissettiğimiz bu yüzyılın ilk çeyreğinde, kavmiyetçi / ulusçu bütün kirlerimizden arınarak gerçeklere daha sıkı tutunmalıyız artık.
Söylemeyeceğim öyle kalsın, yazmayacağım karışmasın demenin sırası mı şimdi?
Söylenmeli ki hakikat bilinsin, yazılmalı ki gerçek görülsün.
Birbirimizi anlayalım ki, kardeş olmanın ihtişamında, buyurgan duygularımıza yenilmeyelim.