Yoksulluğun miladı ya da klozet komşuluğu...

Atilla Özdür

Bir yanda sefa, diğer yanda cefa, çağdaş Türkiye’den manzaralar...

Bodrum, Türkiye’nin sahib-i asli takımına hayatın tadını ve hazzını yaşattığı ender yerlerden birisidir... Ege ve Akdeniz kıyılarında da yüzlerce Bodrum...

TÜSİAD ile MÜSİAD arasındaki farkın belirleyicisi olarak devleti gösteriyorlar. Devletten sebeplenenler ve sebeplenemeyenler... Burada devlet denildiğinde siyasi partiler anlaşılmalıdır... Siyasi partiler parçalı ya da bütün, seçim kazanarak hükümet kurduklarında devlet oluyorlar, toplama, tahsilat ve dağıtım işlerini ele alıyorlar...

Erken Cumhuriyet günleriyle DP-AP hükümetlerinin acemilik dönemlerinde, taşranın namazlı niyazlı ticaret erbabı kasaba bezzazlığıyla geçimini temin ediyor olduğundan, kızılı karasına karışık albastı muhafazakarları, devlete yandaşlıkta tek kalmaktaydılar.

Yahu diyerek ortaya atıldı Erbakan, ‘Anadolu’nun ne günahı var’... Önüne geçtiği Anadoluluyla birlikte, hepbir ağızdan bağırdılar, ‘Biz de varız, suçumuz tesbihli olmak mı?’

Selamet kuruldu ve eli tesbihliler de devlet oldu...

Bu arada tek boyutlu olarak devlet eliyle sarı zemin üzerine tepeden indirilen sendika düzeninde renklenme başlamıştı... Sendikalar kendi aralarında gönül verdikleri partilerin renklerine bürünürken, birikim sahipleri de muhafazakarlığa bir renk daha katarak renk sayısını ikiye çıkardı...

Kızılı siyahına karışık albastı muhafazakarları bu nevzuhur harekete yeşil muhafazakarlık adını verdi...

Gün geldi, işler başladı sarpa sarmaya... Sonrası malum... 28 Şubat, bankaların uçurulması, kamu değerlerinin paylaşılması, yoksullaşma, Hazinenin tam takırlaştırılmasıyla yoksullaşmada yaygınlığın ülke çapında derinleşmesi ve Atadan karakterimiz olan bağımsızlığımızın simgesi bayrak direğini de kurtların kemirmesi...

Bu kertede Bodrum ve Bodrum’lar bir anlamda sefa ehlinin temsilciliğini üstlenirken, Bodrum ve Bodrumların çeperinde biten çöplüklerden çöplenenler de cefa ehli adına vatandaş kimliğini taşımaya hak kazandı...

Irkçılık temeli üzerinde oluşan, mayalanarak olgunlaşan bu bölünmeyi gündeme getirip üstesinden gelmek, kolay olmasına rağmen kolaydı da, bu kolay iş kimsenin işine gelmiyor. Servetin yeniden dağılımı birikim ve teraküm ehli tarafından, son tahlilde bıçak ucunun kendilerine batacağını bildiklerinden, varsıl kesim cefa çadırlarının kökünün kazınarak ortadan kaldırılmasına yanaşmıyor...

Çünkü,

Bodrum ve Bodrum’larda yapılan harcamalar israfat ve fuhşiyatın faturası olarak örtülü ödeme emrine rapten cefa ehline postalanmakta...

En basit ve en yaygın örneğine gelelim...

Sefa ehlinin iki elini darda koyduğu devlet eğitim hizmetlerine güç yetiremediğinden millete avuç açıyor... ‘Millete’ derken aslında işaret etmek istediğimiz kesim, milletin pratikteki efendisi olan sefa ehlidir...

‘Okul yapın’ diyor devlet ‘masrafınızı doğacak ve doğmuş olan vergi alacaklarımızdan yüzde yüz mahsup edelim’...

Bursa’daki devlet hastanesi, çocukluğumdan hatırlarım, altmış yıl evvel yapılmıştı. Sekizlik onluk koğuşların tek yataklı modern konforlu hasta odalarına çevrilmesi için valilik tarafından yardım kampanyası düzenlendi... Vergi mükellefliğinden bağımsız iyi niyetli sıradan yardımseverlerin haricinde kalanlar, deftere tabi vergi mükellefi olarak kampanyaya iştirak eden ve edecek olan yardımseverler, yardımlarını kuruşu kuruşuna kamuya, son tahlildeki hedefi itibariyle cefa çadırlarında kalanlara olan borçlarından tenzil edebilecekler...

İşçi-işveren ilişkisinde olsun çarşı pazarın mal ve hizmet alışverişlerinde olsun, para akışı her kademesinde kayda geçirilmiş olmalı.. Ahlak bunu emreder, kanun bunu ister, dinimiz de bir ibadet misali bunu dayatır.

Sefanın finansmanı bu tür ahlaksızlıktan kaynaklanmakta ve cefa çadırlarının kurulmasını zorlayan da Bodrum israfatına hayat veren hırs ve ihtiras...

Sefanın finansmanının cefa ehlinden tahsilinde kızılı karasına karışık albastı burjuva özentileriyle kendilerini has burjuva gören nevzuhur yeşil burjuvazi ayni klozeti kullanırlar...

VAKİT