Yoksa Asıl Ruhbanlık İslam'da mı Varmış?

İslam'da kategorik olarak bir ruhban sınıfının olmadığı hakikatini hatırlatan Hayreddin Karaman'a, "Din adamı vardır" yazısıyla Mahmut Erol Kılıç itiraz ediyor.

15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ olayı sonrasında İslam bağlamında birçok mesele de tartışılıyor.

Cemaatler ve onların dini anlayışları bu konuların başında geliyor.

Diğer bir konu ise özellikle Fethullah Gülen'in pozisyonundan mülhem dinde "alim, ulemanın konumu" meselesi.

İslam'da kategorik olarak bir ruhban sınıfının olmadığı hakikatini hatırlatan Hayreddin Karaman'a, "Din adamı vardır" yazısıyla Mahmut Erol Kılıç itiraz ediyor.

Şüphesiz ki resullerin yolunu birazcık bilen ve dini asıl kaynaklarından öğrenme derdindeki insan Hayreddin Karaman'ın meramının doğruluğunu görecektir.

Ama özellikle İrani düşünce çizgisine muhabbetini değişik olaylara bakış açısında gösteren Mahmut Erol Kılıç, tradisyonalist düşüncenin "ezeli ve mutlak" hakikate sahiplik edasıyla çok rahat bir şekilde "ruhban sınıfının" yokluğuna itiraz ediyor.

İslam'ı İran ve onun mezhebi çizgisine bağlılıkta öğrenmek istediğinizde doğal olarak İslam'da "din adamı" ya da "ruhban sınıfı" karşınıza çıkıyor.

İster ahbarilik olsun ister usuli "merce-i taklid" ve ondan daha önemlisi "ehl-i beyt imamları" dediğimiz şey bizatihi bu "sınıfsal" duruma işaret etmekte.

Hakeza dini yanlış anlamanın diğer bir boyutu olması hasebiyle, salt modernizm karşıtlığıyla tradisyonalizmi esas aldığınızda da modernist zihnin tersinden üretimi ile dinin temsilcisi babında din adamlığı sınıfını kabul etmek zorunda kalıyorsunuz.

Hayrettin Karaman'ın söz konusu yazısını, Mahmut Erol Kılıç'ın itirazını ve Hayrettin Karaman’ın bu itiraza cevap sadedindeki bugünkü yazısını iktibas ediyoruz.

***

Uyuyan Din Adamı ve Zamanın Ruhu

Hayrettin Karaman / 17 Ağustos 2017 – Yeni Şafak

İslam’da din adamı yoktur, ben de din adamı değilim, İslam Hukuku hocasıyım.

En azından altmış yıldır uyanık olarak bu zamanın içinde yaşıyorum ve zamanın ruhunun şeytan kaçmış kısımları ile mücadele ediyor, onları değiştirmeye/ıslah etmeye çalışıyorum; çünkü bu bütün Müslümanların vazifesidir.

Değiştirmek, ıslah etmek için tutulacak yol, kullanılacak üslup ve dil konusu standart değildir, bu bir san’attır, değerlendirme esere, tesire, sonuca ve değerlendirmeyi yapanın ufkuna göre olur.

İşte bu yazdığım birkaç cümle için ve zamanın ruhuna karşı bazı açıklamalar:

İslâm’da lâiklik düşüncesi, kavramı ve uygulaması yoktur. Çünkü Batı'da bu düşünce ve hareketin doğmasına sebep kilise ve din adamlarıdır (ruhbanlar). Kelimenin lûgat mânâsında bile bu sebebin izleri vardır; çünkü lâik, clergé’nin karşıtı olarak ruhban olmayan, kiliseye, dîne ait bulunmayan, din-dışı mânasına gelmektedir. İslâm’da ise din adamları sınıfı mevcut değildir. Her Müslüman, din ve Allah ile ilişki bakımından eşit imkân ve seviyeye sahip bulunmaktadır. Müslümanın ibâdet etmek, tevbe etmek (günah çıkarmak), hâsılı dînî hayatını yaşamak için -din adamı vb.- bir aracıya ihtiyacı yoktur. Câmide namazı cemâatle kılmak için belli bir sınıfa imam olma imtiyazı verilmemiştir. Cemâat içinde en bilgili, ahlâklı ve okuması düzgün olanı öne geçer ve namazı kıldırır. İslâm’da lâiklik uygulaması da yoktur. Çünkü teorik olarak din ile devleti ve toplumu birbirinden ayırmak, birbirinin müdâhalesi dışında tutmak mümkün olmadığı gibi uygulamada da dîni temsil eden kilise gibi bir kurumun devlete karşı yetki mücadelesine giriştiği olmamıştır. İslâm’da devletin başkanı aynı zamanda cuma ve cemâat imamıdır; hem din, hem de devleti korumakla yükümlüdür. Devlet din için, toplum için vardır, bunlara hizmet için öngörülmüştür, bunlar arasında çatışma düşünülemez. Devlet dînin talimâtı dışına çıkamayacağı için -çünkü Müslüman toplumu temsil etmektedir ve Müslümanlar dînî talimâtın dışına çıkamazlar- İslâm’da siyasî, hukukî ve sosyal düzenleri dînin dışına çıkarmak ve etkisinden uzak tutmak da mümkün değildir, uygulama da buna göre olmuştur.

Dr. Necdet Subaşı’nın, zamanın ruhu ile ilgili aydınlatıcı bir yazısından birkaç parça:

Zamanın ruhu, uzun bir aradan sonra gündelik popüler kavramlar arasındaki yerini almakta gecikmedi. Fransız Devrimi’nden beri kullanılıyor olsa da kavramın geniş bir skalada ele alınıp kabul görmesi modern zamanlara has bir durumdu. Öyle ki şimdi artık neredeyse herkes bu kavramın çekici ve büyülü dünyasına atıfta bulunuyor. Zamanın ruhu karşısında akan suların durması bekleniyor, bu ruha karşı gelmek akıldışı bir tutum olarak tasvir edilip reddediliyor. Kavram, hemen her türden beklentiyi karşılayacak bir çeşitlilik içinde yeniden kurgulanıyor, biçimlenip içeriklendiriliyor…

İlk kullanımı Herder’e kadar uzanan kavramın derinlikli anlamına ulaşması için Hegel’i beklemek gerekiyor. Bugün Hegel’in kavramsallaştırmasından bir hayli uzaklaşılmış hatta avamileşmiş yeni bir kullanımında karar kılınmış olsa da kavrama yapılan hemen her atıfta özellikle beklenilen, yerleşik bilgi ve düşünce atmosferini gayrı meşru ilan eden yeni bir ortamın varlığına duyulması gereken inanç ve bu teslimiyetin bizatihi meşru olduğudur…

Öte yandan bu trafiğin bir-iki temel istisnasından da söz etmek gerekir. Peygamberler, bu makuliyet düzeni karşısında vahiy temelli bir bakışın gereği olarak her zaman kritikçi, eleştirel ve ihtiyat sahibiydiler. Mevcut geleneğin önümüze getirdiği müktesebat, içinde zihniyet yapılarının, paradigmatik yönelimlerin, moda düşüncelerin temerküz ettiği bir sosyo-kültürel bağlama işaret eder. Peygamberler son tahlilde olağanlık kazanmış bu fikriyat karşısında teslimiyetçi değil yer yer sorgulayıcı yer yer de reddedici bir duruşla müdahaleci bir seçeneğe sahiptirler…

Önemli olan herhalde bizi karşılayanın ne olduğuna dikkat kesilmektir, ona uymak değil.

***

Din Adamı Vardır

Mahmud Erol Kılıç / 20 Ağustos 2017 – Yeni Şafak

Bazı ilahiyatçı hocalarımızdan özür dilerim ama onların “İslam’da din adamı yoktur” iddialarına katılmadığımızı belirtmek isterim. Bizler İslam’da da, diğer dinlerde de “Din Adamı” vardır diyoruz.

Daha evrensel ve daha kapsayıcı bir tabirle her mesleğin, her işin bir uzmanı vardır aziz dostlar. Uzmanı olmayan hiçbir iş yoktur. İyi şeylerin de kötü şeylerin de uzmanı vardır. Yani Rahman’ın dostları olduğu gibi şeytan’ın da dostları vardır.

Modernite’nin en mühim yüzlerinden birisi anti-tradisyonel yani Anane-Karşıtı oluşudur. Bu konumunu ona karşı yaptığı devrimle elde etmiştir. Bariz özelliklerinden bir tanesi de hiyerarşi kavramına karşı oluşudur. Gerek kozmik ve gerekse varoluşsal anlamda her yerde bir hiyerarşi gözlemlenirken modernite ideolojileri buna karşı çıkmaktadır. Tabii ki evrensel ve kadim prensiplere karşı çıkmak ortaya bir kaos ve bir anarşi çıkarmıştır. Zira epistemolojik olarak kafaları karışık olanlar her şeyi tepetaklak ederler. Daha çok toplumsal manadaki hakların ve hukukun aranması mücadelesi olarak iyi niyetle başlayan bu girişim sonunda Gelenek dışına çıkarak felsefi referansları nihilizm, ateizm ve anarşizm olan bir evrensel prensiplere ve hatta Tanrı’ya kafa tutuş hareketine evrilmiştir. Oysaki mahrumların, ezilmişlerin, muste’zafların insanca haklarını arama mücadelesi hep gelenek içerisinden gelen nebiler, veliler ve âlimler eliyle olmuştur. Özellikle İslam dininin getirdiği bazı düzenlemeler dönemine göre tam bir insan hakları beyannamesi sayılır. Yani Allah’a ve O’nun evrensel yaratılış kanunlarına karşı çıkmadan da bu mücadele sürdürülebilir, hatta sürdürülmesi gereklidir.

Fransz devriminden esinlenen ve asrın başında hem dünyada ve hem de ülkemizdeki bazı aydınları etkileyen bu modernist fikirler çok ilginçtir ki bazı ilahiyatçıları da etkilemiştir. Abduhlar, Reşid Rızalarla bu çizgi kendisine daha çok selefi düşünce içersinde yer bulmuştur. Zira bazı örtüşen noktalar bulunmaktadır. Batıda daha çok Protestan hareketinde kendine yer bulması gibi.

Oysaki İslami Gelenek böyle söylemiyor. En başta Allah Teâlâ mukaddes Kur’an’da pek çok yerde yaratılışta mertebeler olduğunu belirtiyor. Buna bağlı olarak epistemolojide mertebeler olması kaçınılmazdır. Kur’an’da “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır” (Yusuf 76) denilerek bilgide bir hiyerarşi olduğu çok açık bir şekilde belirtiliyor.

Bir başka yerde  “İlmin kendilerine derece derece verilenler”den bahsediliyor (Mücadele 11). Demek ki herkesin bilebileceği tek düze bir bilgi yok. Yine başka bir ayette “İlimde derinleşmiş olanlar”dan bahsediliyor (Âl-i imrân 7). Buradan mefhum-ı muhâlifle şu sonuç da çıkmaktadır ki ilimde derinleşememiş olanlar da olacaktır. Nebiler serveri Hz. Muhammed, “Bir gün gelecek ayak baş, baş da ayak olacak” derken zannımca bunları ve bu zamanı kastetmektedir.

Bu işin ehli olmayanlar, ben bu yükü kaldıramam diyenler olabilir. Mesuliyet almamak isteyenler olabilir. Yanlış temsiller olabilir. Bunlar ıslah edilebilir şeylerdir. Tepetaklak edip prensiplerle oynamaya gerek yok.

Hz. Peygamber bir din adamıdır. Ehl-i Beyt imamları, Ehl-i Sünnet imamları hepsi din adamıdırlar. Arifler din adamıdırlar. Hatta daha da öte Allah adamıdırlar. Ricâlullahtırlar.

Siz bu yazıyı okurken bendeniz hac niyetiyle mukaddes beldeye uçmuş olacağım. O vazifeyi yapanlar bilirler, bu iş için de din görevlileri vardır. Kafile başkanı vardır. Gurupların başkanları vardır. Eskiden bunlara Delil denirdi. Onlar size rehberlik ederler. Haccınızı yaparsınız. Tavaf nasıl yapılacak, Arafat’a nereden çıkılacak onlar olmazsa sıradan vatandaş nasıl bilecek?. Git kendin yap, nasıl yaparsan yap dersek anarşi doğmaz mı?

Dostlar din adamı vardır. Lakin dereceleri vardır. En yüksekten en aşağıya doğru bu Adamlar sıralanır. Tabii ki iyisi vardır kötüsü vardır. Kötüyü ayıklama mekanizması çalıştığı sürece bu da problem değildir.

Hasılı doğru din adamlarına ihtiyaç var, özlüyoruz…

***

İslam’da Ruhban Sınıfı ve Bu Sınıfa Mensup Din Adamı Yoktur

Hayrettin Karaman / 24 Ağustos 2017 – Yeni Şafak

Bu konuda ısrar ediyorum ve konuyu gündeme taşımamın önemli bir sebebi var: Eğer bir dinde, bir inanç sisteminde  “din adamları sınıfı” varsa, bu sınıfa mensup olanlar kılık kıyafetten aile hayatına, günah ve hatadan uzak olmaya kadar diğer insanlardan farklı özellikler taşıyorlarsa, bu sınıfa mensup olanların kutsallığına inanılıyorsa bu adamlar, cahil halkı peşlerine takarak haçlı seferleri de düzenlerler, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde de bulunurlar.

Eğer din istismarına dayanan terör ile mücadele edilecekse önce Allah’a, peygamberlere ve diğer beşere ait sıfatların doğru bilinmesi, sınırların birbirine karıştırılmaması gerekiyor.

Okuduğunu anlamasına bir mani bulunmayan değerli bir arkadaşımız benim bu konudaki yazıma karşı bir yazı kaleme almış, şöyle diyor:

 “…Bizler İslam’da da, diğer dinlerde de ‘Din Adamı’ vardır diyoruz. Daha evrensel ve daha kapsayıcı bir tabirle her mesleğin, her işin bir uzmanı vardır aziz dostlar. Uzmanı olmayan hiçbir iş yoktur… Modernite’nin en mühim yüzlerinden birisi anti-tradisyonel yani Anane-Karşıtı oluşudur. Bu konumunu ona karşı yaptığı devrimle elde etmiştir. Bariz özelliklerinden bir tanesi de hiyerarşi kavramına karşı oluşudur… Oysaki İslami Gelenek böyle söylemiyor. En başta Allah Teâlâ mukaddes Kur’an’da pek çok yerde yaratılışta mertebeler olduğunu belirtiyor. Buna bağlı olarak epistemolojide mertebeler olması kaçınılmazdır. Kur’an’da ‘Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır’ (Yusuf 76) denilerek bilgide bir hiyerarşi olduğu çok açık bir şekilde belirtiliyor… Hz. Peygamber bir din adamıdır. Ehl-i Beyt imamları, Ehl-i Sünnet imamları hepsi din adamıdırlar. Arifler din adamıdırlar. Hatta daha da öte Allah adamıdırlar. Ricâlullahtırlar…”

Ben ne demiştim:

“İslâm’da lâiklik düşüncesi, kavramı ve uygulaması yoktur. Çünkü Batı'da bu düşünce ve hareketin doğmasına sebep kilise ve din adamları (ruhbanlar)’dır. Kelimenin lûgat mânâsında bile bu sebebin izleri vardır; çünkü lâik, clergé’nin karşıtı olarak ruhban olmayan, kiliseye, dîne ait bulunmayan, din-dışı mânasına gelmektedir. İslâm’da ise din adamları sınıfı mevcut değildir. Her Müslüman, din ve Allah ile ilişki bakımından eşit imkân ve seviyeye sahip bulunmaktadır. Müslümanın ibâdet etmek, tevbe etmek (günah çıkarmak), hâsılı dînî hayatını yaşamak için -din adamı vb.- bir aracıya ihtiyacı yoktur. Câmide namazı cemâatle kılmak için belli bir sınıfa imam olma imtiyazı verilmemiştir. Cemâat içinde en bilgili, ahlâklı ve okuması düzgün olanı öne geçer ve namazı kıldırır. İslâm’da lâiklik uygulaması da yoktur. Çünkü teorik olarak din ile devleti ve toplumu birbirinden ayırmak, birbirinin müdâhalesi dışında tutmak mümkün olmadığı gibi uygulamada da dîni temsil eden kilise gibi bir kurumun devlete karşı yetki mücadelesine giriştiği olmamıştır. İslâm’da devletin başkanı aynı zamanda cuma ve cemâat imamıdır; hem din, hem de devleti korumakla yükümlüdür.”

Allah aşkına söyleyin:

Benim yok dediğim ile bu arkadaşın var dediği aynı şeyler ve kişiler mi?

Ben alim yok demiyorum, velî yok demiyorum, herkesin çalışarak kazanabileceği ehliyetle bir kısım dini görevleri üstlenmiş insanlar yok demiyorum, her işin bir uzmanı yoktur demiyorum ki, bana, bunları demişim gibi reddiye yazılsın. Mertebelerin ve Allah katında kulların derecelerinin farklı olması başka, bunların ruhbanlar gibi bir sınıf teşkil etmeleri başkadır.

Geleneğe bağlılıktan söz ediliyor; bana gelenekten bir kere geçmiş bile olsa “din adamları” ifadesini nakletsin tartışmayı bitirelim. Gelenekte ricalullah, ehlüllah, ricâlü’l-ğayb, ulemâ, fukahâ, evliyâullah… vardır, ama “ricâluddîn” yoktur; çünkü bütün Müslümanlar “dinin insanları”dır.

Dediğim apaçık, sağa sola çekmenin manası yok (veya olumsuz bir sebebi olmalı); soruyorum:

Bizde Katolik Hristiyanlığında mevcut olan mana ve mahiyette clergé  (ruhban) sınıfı var mı?

Bizde Budist rahiplere benzer din adamları var mı?

Hatırlayalım:

Budist rahipler inanışları gereği dünyevi işlerden kendilerini dışlamış hayatın yalanına inanmayarak kendilerini yalnızca dinlerine adamış durumdalar. Gösterişten uzaklaşmak için saçlarını sıfır numaraya kestiriyorlar ve bazen kazıtabiliyorlar. Rahipler hiçbir şekilde evlenmeyecek, cinsel arzuda bulunmayacak ve kadına dahil dokunmayacaklar. Yemek ihtiyaçları tapınak çevresindeki köylere  ellerine kaplar ile ziyaret  ederek Budizm dinine inanan insanlardan sadaka olarak alınan yemekler yenecek. Tek renk ve basit kumaşlardan dikilen turuncu elbiseler giyilecek…

Bizde böyle bir din adamları sınıfı var mı?

Gelecek yazılarda Elmalılı M. Hamdi Efendi ve İbn Arabî’den benim yazdıklarımı teyid eden nakiller yapacağım.

***

Din Adamı

Hayrettin Karaman / 25 Ağustos 2017 – Yeni Şafak

Arkadaş şu cümleyi de sarf etmişti:

“Hz. Peygamber bir din adamıdır. Ehl-i Beyt imamları, Ehl-i Sünnet imamları hepsi din adamıdırlar. Arifler din adamıdırlar.”

Birinci cümle yanlış olmanın ötesinde yakışıksız da! O din adamı değil, bütün Müslümanlara beşer olarak eşit, farklı olarak da Allah’ın kendisine vahyettiği Peygamber'dir. Diğerleri de beşer olarak Müslümanlara eşit olup farklılık ya Peygamberimiz'in ailesinden olmak veya okuyarak, öğrenerek âlim olmak, eğitim görerek kâmil insan olmaktan ibarettir. Peygamberimiz hariç tamamının yanılmaları ve günah işlemeleri mümkündür, diğer müminlerden ayrı bir sınıf teşkil etmezler, hiçbiri ma’sûm değildir. Aile hayatları vardır, günah çıkarmazlar, çalışır kazanır yerler… Sünnî İslam’da bu böyledir.

Önce Allah’ın Peygamberine buyruğunu hatırlayalım:

De ki: “Ben, yalnızca sizin gibi bir insanım. Şu var ki bana, ilâhınızın, sadece bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı bekliyorsa iyi Hakk’a makbul ibadet ve iş yapsın ve rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın” (Kehf:110).

Demek ki, peygamberler de diğer insanlar gibidir, Allah adına konuşmazlar, Allah’tan geleni tebliğ ederler, onların günah işlemez ve dini açıklamada yanılmaz oluşlarının sebebi Allah’ın koruması ile olmaktadır. Vahiy gelmediğinde yanılmaları mümkündür ve olmuştur da.

Hz. Ebûbekir (r.a.) halife seçildiği zaman Allâh’a hamdüsena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. Ancak Kur’ân nazil olmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) dinin hükümlerini açıklamıştır. Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. Ey insanlar! Ben ancak Hz. Peygamber(s.a.v.)’in yoluna uyarım. Kendiliğimden bir şey icat edici değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırat-ı müstakimden kayarsam beni düzeltiniz.

Ben bu sözümü söyler, hem kendim için hem de sizler için Allâh’ın affını talep ederim.”

Hz. Ömer halife olunca ilk hitabesinde halka şöyle seslenmişti: “Ben Allah’a itaat ettiğim ve Resulü’nün izinden gittiğim sürece bana itaat edin, yoldan saparsam itaat etmeyin.”

Halife daha cümlesini bitirmeden birisi kılıcına sarılarak ayağa kalkmış ve ona şöyle seslenmişti: “Sen hakka bağlılık ve itaatten saparsan şu kılıçla seni yola getiririz!”.

Hz. Ömer, bu davranışı memnuniyetle karşıladı ve böyle bir halkı olduğu için Allah’a şükretti.

Papa böyle bir konuşma yapabilir mi?

Hristiyan din adamları böyle bir konuşma yapabilirler mi?

Peygamberimiz (s.a.) ve ashabı, ehl-i beyt, arifler… hep evlendiler, çoğu rızkını çalışarak elde etti, yanılmak ve sapmaktan hep korktular, Allah’a sığındılar ve tevbe ettiler. Kimsenin günahını çıkarmaya yeltenmediler, günaha girdim diyenlere tevbe etmesini telkin ettiler. Bunlara “din adamı” demek yanlış olmanın ötesinde geleneğe de aykırıdır.

Yıllarca önce bu konu tartışıldı, cami hizmetlerini yapanlara ve hocalara “din adamı” demenin yanlış olduğu sabit oldu ve onlara “din görevlisi” dendi. Şimdi durup dururken bu yanlışı tekrarlamanın manası ve faydası yoktur, zararı ise çoktur. Çünkü din adamı bir terimdir ve başta Katolikler olmak üzere bazı dinlerdeki ruhban sınıfına aittir.

Ruhban sınıfı manasında din adamlarının bizde olmadığına dair teyitlere devam edeceğim.

 

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!