Yine savaş tehditleri

Ahmet Varol

İsrail savaş ve tehditle ayakta duruyor.

Bu yüzden oldukça kısa tarihi birçok savaşla ve sayılamayacak kadar çok saldırıyla doludur. Bundan dolayı biraz savaşa ara verdiğinde hemen saldırı tehditleri yapmaya, yeni savaş planlarından söz etmeye başlıyor. Acıkan köpeğin kemik istemesi gibi. Siyonist işgalci bir süreden beri İran’a yönelik tehditler savuruyor hatta bazen saldırı tarihleri bile veriyordu. Son zamanlarda da Hizbullah’ı ve Lübnan’ı hedef alan tehditlerde bulunuyor. Fakat ilginçtir ki aynı tehdidi İran ve Hizbullah yapacak olsa “savaş karşıtı” kesileceklerinden emin olduklarımız, Siyonist işgalcilerin tehditlerini adeta bir kahramanlık gösterisi gibi kamuoyuna yansıtmaktan çekinmiyorlar.

Biz, İsrail’in İran’a yönelik tehditlerinin tamamen psikolojik savaş olduğunu, mevcut şartlarda böyle bir şeye cesaret etmesinin mümkün olmadığını daha önce de dile getirmiştik. Siyonist yönetim açısından aynı şartlar devam ediyor ve tehditlerini gerçekleştirmesi ihtimali hâlâ bulunmuyor. Ayrıca işgal devletinin İran’a karşı savaş ilan etmesi tek değil iki ayrı cephede savaş açması demektir. Çünkü İran’a savaş ilan etmesi durumunda Lübnan cephesinde, Hizbullah’a karşı bir savaş cephesi açmış olmayı da göze almak zorunda kalacaktır. İmkânları ve şartları sadece İran’a savaş ilan etmeye bile müsait değilken iki cephede fiilen savaşa girmeyi göze alabilecek durumda olduğunu sanmıyoruz.

Netanyahu’nun iş başına getirilmesi işgalcilerin bir yenilenme operasyonudur. Çünkü ondan önce Olmert 2006’da Lübnan, 2009 başında da Gazze cephesinde ağır yenilgi alarak ciddi sarsıntı yaşadı. İşgalciler Lübnan cephesindeki ağır yenilgide Olmert’i kurtarmak ve komutanların hatalarını mahkûm etmek amacıyla Winograd Raporu hazırlattılar. Oysa yenilen ne sadece cephedeki komutanlar ne de Olmert’in kendisiydi. Tümüyle Siyonist işgal yönetimiydi.

İşgal yönetimi 2009 başında Gazze’de de ağır bir yenilgi alınca Winograd Raporu’yla avunmayı bırakıp yükü Olmert’e yani tepedeki şahsa yüklemeyi tercih etti. O da dolaylı bir şekilde sorumluluğu üzerine alarak Siyonist yönetimin tehdit gücünü kurtarmak istedi. Zaten görevinden de fiilen istifa ederek artık iktidara talip olmadığını ortaya koydu. Bu arada Netanyahu eline davulu alarak gürültü çıkarmaya, sağa sola tehdit savurarak “siz İsrail’in bittiğini sanmayın, kabahat kemik avını beceremeyenlerde, ben geleyim görürsünüz” diye hırlamaya başladı. Oysa onun davulu da, hırlaması da boşunadır. Çünkü Lübnan cephesinde de Gazze cephesinde de yenilen Siyonist işgal yönetimidir.

Netanyahu, Lübnan cephesinde Hizbullah’ın 2006’dakinden daha güçlü olduğunu ve onunla baş etmenin bugün daha zor olacağını tahmin ediyor. Her ne kadar davulunu gümbürtülü çalsa da Lübnan ve Gazze’de sadece Olmert’in veya Winograd Raporunda adları geçenlerin değil, işgal ordusunun yenildiğini Netanyahu da çok iyi biliyor.

Netanyahu, son dönemde izlediği psikolojik savaş politikası çerçevesinde 2005’te Gazze’den çıkılmasının bir hata olduğunu dile getirdi. Sanki işgal devleti kendi isteğiyle, savaş planı çerçevesinde bir karar vermiş de taktik hatası yapmış gibi! Oysa Gazze’den çıkma kararı veren Ariel Şaron, ondan çok daha katı ve çok daha işgal yanlısıydı. Gazze’den çıkmak belki de onun hayatında en zor verdiği karar olmuştur. Kendisini yakından tanıyanlardan bazılarının dile getirdiğine göre daha sonra komaya girmesinin sebebi de bu zor kararı vermesi olmuştur. Gazze’den çıkma kararını vermesinden sonra bazen ne dediğini şaşırdığı ve sayıklar gibi ulu orta konuştuğu haberlere geçmişti.

Fakat kararlı direniş karşısında Siyonist işgal güçlerinin başka hiçbir seçenekleri kalmamıştı. Dolayısıyla 2005’te Gazze’den çıkması bir taktik kararı veya stratejik seçim değil zorunlu kaçıştır.

Aslında Netanyahu’nun ve ona ümit bağlayan işgalci Siyonistlerin 2000’de Lübnan’dan, 2005’te Gazze’den çıkışın, 2006 Lübnan ve 2009 Gazze yenilgilerinin arka arkaya gelmesinden artık ders çıkarmaları, gazlarının azaldığını ve yeni saldırıların kendilerine güç katmayıp tam tersine güçlerinden bir şeyler aldığını görmeleri gerekir.

Fakat böyle olmakla birlikte işgalci Siyonistin saldırgan tutumuna karşı dünya Müslümanlarının birlik, bütünlük ve dayanışma içinde olmaları, onun tehditlerine karşı güç birliği oluşturarak Siyonist tehdidin hedefinde olanların yalnız olmadığını kendilerine bildirmeleri gerekir. Bugün işgal yönetiminin Kudüs’te Yahudileştirme faaliyetini hızlandırması Gazze savaşı sonrasında Filistin’e ilginin azalmasından ileri geliyor. Bu konu üzerinde ayrıca ve biraz ayrıntılı olarak durmamız gerekiyor.

VAKİT