Son yıllarda 'tabâbet' alanında çalışanlara yapılan saldırılara bir cinnet saldırısı daha eklendi ve Konya'da 'Şehir Hastânesi'nde, 'kalb hastalıkları uzmanı' olarak çalışan 46 yaşındaki Dr. Ekrem Karakaya katledildi.
Kurban Bayramı'nın hemen öncesinde işlenen bu dehşet verici cinayet sebebiyle, merhûm doktorun ailesi efradına ve meslektaşlarına başsağlığı diliyor, merhûma da Allah'u Teâlâ'dan rahmetler niyaz eyliyorum.
*
Konya'nın Yunak ilçesindeki bir hastanede 'güvenlikçi' olarak çalıştığı söylenen bir kişi, Konya Şehir Hastahanesi'ne geliyor, -oradaki 'güvenlikçiler'in de gafletinden olsa gerek- hastanede, bir süre önce 'anjiyo' yapılan annesinin ölümünün, doktorun hatasından meydana geldiği' zannı ile ruhsatlı tabancasındaki mermileri; Dr. Ekrem bey'in üzerine boşaltıyor ve sonra da, intihar ediyor.
Sağlık personeline sadece şu son 1 yıl içinde yapılan onlarca saldırılara rağmen, bu cinayetin işlenmesi sırasında da ortada bir güvenlik açığının olduğu ap-açık.. 'Nefretle kınıyoruz!' diye mesajlar yayınlamak, Sağlık ve İçişleri Bakanı ve diğerlerini sorumluluktan kurtaramaz.
*
Böyle bir cinayeti, sadece geri zekâlılık ve aptallıkla izah etmek ve geçiştirmek mümkün değil..
Evet, ancak bir 'cinnet hali' ile anlatılabilecek bir durum..
Çünkü, tedavi altında olan bir kimsenin mutlaka şifa bulacağına dair bir garantiyi kim verebilir ki?
*
Müslüman bir kimse, ölüm karşısında hemen, Baqara Sûresi'nin 156. âyetinde yer alan, 'Biz Allah'a aidiz ve sonunda O'na döneceğiz..' meâlindeki, 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcîûn..' âyetini okur ve 'takdir-i ilâhî'ye boyun eğer, teslimiyet içinde..
Bir yakınının ölümü karşısında herkes teessüre kapılıp, tepkisini böyle cinayetlere vardırmanın bir manevî açlık ve za'fiyet durumundan başka bir izahı yapılabilir mi? Nitekim, giderek daha bir materyalistleşen dünya telâkkisine kapılanlardan nicelerince, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere, nice coğrafyalarda okullar, mâbedler veya başka toplu mekânlara karşı yapılan ve onlarca -hattâ çocuk yaşta- insanların katledilmesiyle sonuçlanıyor ve bu saldırıların sebepleri arasında, manevî açlık da gösteriliyor.
Benzer saldırıların bizde de son 1-2 yıldır özellikle sağlık kuruluşlarında sıkça yaşandığı ortada..
*
Güzel ve devâsâ hastahane binaları yapıyoruz, sağlık elemanları yetiştiriyoruz, onlara ülkenin imkânlarına göre çalışmalarının karşılığını vermek için kanunî yollar buluyoruz; ama, sağlık elemanlarını bir takım geri zekâlıların saldırılarından korumakta aynı başarıyı gösteremiyoruz.
Evet, bu gibi saldırıların faillerine verilecek cezaların daha bir arttırılması için kanunî tedbirleri de hazırlıyoruz, ama, hastahanelerin girişine, bir 'X- Ray' cihazı koymayı ve o kocaman binaların güvenliğini sağlamak için bir güvenlik sistemi geliştirmeyi becerememişizdir.
İçişleri ve Sağlık Bakanları, âcilen, bu konuyu bir netliğe kavuşturmalı, her hastahane girişine başta 'X-Ray' cihazları konulmalı, tabanca, bıçak vs. öldürme ve yaralamaya yarayacak her gibi âletlerle hastahanelere girilmesi önlenmeli ve saldırı ihtimali karşısında ânında müdahale edecek ve 'özel güvenlikçi' değil, polis veya diğer 'resmî güvenlikçi'ler vazifelendirilmelidir. Çünkü, Danıştay, 'özel güvenlikçiler'in üst-araması yapamayacağına karar vermiştir, geçen ay..
Bu çareler düşünülmezse, sağlık personelinin bu gibi saldırılar ve cinayetlerin sevkıyle, gizli bir psikolojik direnmeye ve iş yavaşlatma yöntemine yönelmekte olduğu görülmelidir. Esasen, hele de son aylarda, vatandaşların hastahanelerden randevu alamayışlarının altında bu örtülü engelleme sergilenmekte olup, eleştirilerin faturasının da iktidara çıkarıldığı unutulmamalıdır.
Umulur ki, bu, son saldırı olur ve âcil ve etkin tedbirler alınır.
*
Bir diğer konuya da kısaca değinelim..
*Bu, 'itibar etmek' değil; Türkiye'ye 'çiftlik kâhyası' gibi bakmaktır!
Türkiye'nin Madrid'deki NATO Zirvesi'nde, İsveç ve Finladiya'nın NATO'ya alınmasına 'Evet' demek için, NATO bildirisine 'PKK, PYD, YPG ve FETO' gibi terör teşekküllerinin, 'terör örgütü' olduğunun yazılmasını şart koşması ve kabul ettirmesi, içerdeki muhaliflerce hâlâ küçümsenmeye çalışılıyor. Halbuki, o terör örgütlerinin isimlerinin NATO bildirisine yazılmasıyla, bütün NATO üyelerine de, 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla..' dercesine, ince bir diplomasi sergilenmiştir.
Nitekim, İngiltere'nin, Financial Times' gazetesinde 5 Temmuz günü yer alan bir yazıda; bu diplomasiye işaret edilmiştir.
Financial Times'ın, 'Erdoğan, çileden çıkaran, ama, vazgeçilmez bir müttefik' başlıklı makalesinde, 'Türkiye'yi NATO'dan neden atmıyoruz? Bu, harika bir fikir gibi duruyor..' denildikten hemen sonra 'Türkiye'nin NATO'dan dışlanmasının felâkete yol açacağı' değerlendirmesine işaret olunuyor ve
'NATO, Türkiye olmadan daha iyi olmaz mı? Kesinlikle hayır!. Türkiye'nin dışlanması, NATO andlaşmasına göre mümkün ama, stratejik bir felâket olur. Çünkü, Türkiye dışlanırsa, Orta Doğu'daki güvenlik dengesi de ciddî şekilde karmaşık hâle gelir.' deniliyordu.
*
Bu sözler, açıktı ki, 'Türkiye'ye itibar etmek değil; ona 'çiftlik kâhyası' rolü vermek' mahiyetindeydi.
Öyleyse, Türkiye, kendisine verilmek istenen bu, 'Avrupa'nın kâhyalığı ve fedaîliği' rolünü sürdürmeyecek bir yolda ilerlemek zorundadır. Esasen, Erdoğan'ın bu dikkatte olduğu, sözkonusu yazıda da itiraf edilmektedir.
*
TEBRİK: (İslâm Milleti'nin yıllık büyük kongresi mahiyetinde olan Hacc ibadetinin ve 'Putkıranların pîri İbrahim aleyhisselâm'ın tâbi tutulduğu Kurban imtihanının; rûhunun da kavranması niyazıyla, tebriklerimi arzediyorum.)
STAR