"Yetimlerin ayni ve nakdi ihtiyaçlarından ötesini de düşünmeliyiz..."

Ömer Faruk Şeker, Yetim Vakfı bünyesinde afet ve savaş mağduru çocuklarla alakalı yapılan çalışmalar hakkında bilgi veriyor.

Psiko Report / Ömer Faruk Şeker

Yetimin sadece ayni ve nakdi ihtiyacını değil psikolojik ihtiyacını da önemsiyorlar

Ebeveynin kaybı, savaş ve zorunlu göç, ihmal ve istismar, ebeveynlerin boşanması, düşük sosyo-ekonomik düzey, aile içi şiddet gibi durumlar çocukların psikolojik gelişimleri üzerinde ciddi olumsuzluklara yol açabiliyor. Yetim Vakfı’nın 2019 yılında kurulan Psikososyal Destek Merkezi ise bu gibi süreçlere maruz kalan çocuklarla yönelik koruyucu, önleyici müdahaleler, atölyeler, geziler bireysel ve grup terapileri gerçekleştiriyor. Biz de Psikolog Ömer Faruk Şeker ile yetim psikolojisini ve Yetim Vakfı “Psikososyal Destek” faaliyetleri hakkında konuştuk.

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Ben Ömer Faruk Şeker. 26 yaşındayım. Evliyim. 2020 yılında İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldum. 2019 yılında Yetim Vakfı’nda psikoloji ve diğer alanlarda gönüllülük yaptım. Farklı sivil toplum kuruluşlarında gönüllülük yapıyorum. Yetim Vakfında psikolog olarak çalışıyorum. Esenlik Durakları projesinde yetim ve sosyal yetim çocukların ve annelerin kayıp ve yas süreçlerine yönelik baş etme psikolojilerini arttırabilmek adına psikolojik destek faaliyetleri yürütüyoruz.

Psikoloji bağlamında yetim kavramı nedir?

Psikolojide tam olarak bir yetimlik kavramı olmayabilir ama Yetim Vakfı olarak üretmiş olduğumuz bir kavram var “Sosyal Yetim”. Bu kavram, hayatında dezavantajlı durumlara maruz kalmış ve kayıp yaşamış çocukları ifade ediyor. Anne babası hayatta olsa bile ülkesini, aile içi huzurunu, sosyo-ekonomik düzenini kaybetmiş veya boşanma ya da ebeveynlerden birinin hapse girmesi, ihmal istismar, şiddet gibi sosyal hayatında fiziksel, cinsel ve duygusal olarak olumsuz durumlara maruz kalan ya da bu durumlara maruz kalma potansiyeli taşıyan çocuklara biz “Sosyal Yetim” diyoruz. Bu kavrama klasik yetim kavramı da dahil.

Ebeveynin vefatı çocuğun hayatında nasıl bir etki yaratır? Bu kayıp çocuğa nasıl anlatılmalı?

Kaybın çocuğu nasıl etkilediği üzerinden gidersek baba ve anne çocuğun hayatında bağlandığı ilk kişilerdir. Bu bağlanmanın verdiği güven, sevgi ve ilgi ihtiyacı karşılanmış veya karşılanmamış olabilir. Eğer karşılandıysa çocuğun sağlıklı bir bağlanma öyküsü vardır. Bu yüzden çocuğun kayıptan sonra yaşadığı yas süreci farklı oluyor. Bir de ihtiyaçların karşılanmadığı durum vardır. Örneğin ebeveynin şiddeti, ihmal ve istismarı ya da ebeveynlerinden biri ölmüş olabilir. Terkedilme de yaşanmış olabilir ki bu durum benim deneyimlerime göre en yaralayıcısı oluyor. Yani zaten sevgi, güven ve ilgi ihtiyacı karşılanmamış bir çocuk vardı ve ebeveyninin vefatı veya terketmesiyle bu sorunu çözebileceğiniz kişi kaybolmuş oluyor. Çocuk için de güven duyması bağlanması gereken kişi ortadan kayboldu. Bu yüzden yas süreci uzuyor, sağlıklı bir yas süreci yaşanmıyor veya yas süreci erteleniyor. Psikolojide ertelenen duygular, yaslar sonra daha büyük sorunlar olarak karşımıza çıkar. Nasıl ki bazen bir hastalık, virüs vücudumuza bulaşır ama bunun etkileri kendini hemen göstermez, zamanla ortaya çıkar bu durum da öyledir. Yaşanmayan ve ifade edilmeyen duygu daha sonra katlanarak kendini gösteriyor. Çocuklardan en çok duyduğum mesela “Herkesin babası okula gelip çocuklarını alıyor benim babam neden gelmiyor?” Çocuklarda bu tarz sosyal uyum sorunlarına da sebep olabiliyor.

En büyük sorunuysa bu kayıp durumunu çocuklara anlatırken yaşıyoruz. Kayıp çocukta bir tahribat yaratıyora bunu anlatma şekli iki-üç katı tahribat oluşturabiliyor. Özellikle en büyük hatalardan biri “Bir yere gitti geri gelecek” denmesi. Ölüm geri dönüşü olmayan bir şeyken çocuğa “Gitti ama geri gelecek” denmesi daha büyük tahribatlara sebebiyet veriyor.

Benim gözlemlediğim ikinci en büyük hata çocuğun en güvendiği kişiden değil de bir başkasından bu haberi duyması. Acılı ya da güzel bir haberi en çok sevdiğimiz güvendiğimiz insandan duymak isteriz. Durma göre bu kişi anne, abla ya da abi gibi çocuğa daha yakın kişiler olması gerekirken daha uzak bir akraba veya komşudan duyabiliyor. Bazı durumlarda çocuk üzülmesin diye 6-7 ay belki daha fazla süre çocuktan bu kayıp saklanıyor ve birinin ağzından kaçırmasıyla daha travmatik bir sürece dönüyor yas süreci. Bu sefer yas sürecini değil öncelikli olarak çocuğun güvendiği kişiye karşı yaşadığı zedelenmeyi düzeltmek için çalışmanız gerekiyor. Çünkü bu güven duygusu tamir olmadan kayıp ve yas sürecini tamir edemiyorsunuz.

Kayıp anlatılırken çocuğun gelişimsel düzeyi dikkate alınarak anlatılmalı. Örneğin 5-6 yaş grubundaki çocuklar ölüm olayını tam olarak kavrayamazlar, yarı ölüm gibi kavrayabilirler. 7 yaş grubu çocuklar daha çok kendilerini suçlayabilirler. ” Benim yüzümden öldü, onun sözünü dinlemediğim için oldu.” gibi kendini suçlama davranışları oluyor. O yüzden bunun üzerine giderek buna göre bir konuşma yapmak gerekiyor. 10 yaş üzeri çocuklar soyut kavramları daha iyi kavrayabildikleri için ölümü daha iyi anlayabilirler ve buna göre bir konuşma yapılmalı.

Bu durumu çocuğa en yakını en çabuk şekilde söylemeli ve çocuğun duygularını yaşamasına izin verilmeli. Araştırmalar yas sürecinin 1-2 yıl sürebileceğini söylüyor. Bu süreçte çocuğun kaybettiği kişiyi yad etmek, onunla yaptığı güzel şeyleri hatırlatmak, onunla beraber yapılan şeyleri tekrarlamak gerekiyor. Mesela çocuk babasıyla düzenli olarak halı sahaya gidiyorsa bunu kayıptan sonra da aile bireylerinden biriyle de bu rutini devam ettirmeli ki yas sürecini sağlıklı geçirebilsin.

Yetim aileleri ve yetim çocuklarla nasıl empati kurmalıyız?

Bu hassasiyet aslında çok değerli ama hassasiyetimiz çoğunlukla acımaya kayabiliyor. Birine acımaksa aslında bir alt-üst ilişkisi bence. Çünkü üstte siz varsınız ve altınızda acı çeken biri var. Siz ona acıyorsunuz. Bu engelli bireylere de çok fazla yapılabiliyor. Yetimler için de böyle.  Kendilerine yetim olduklarıyla ilgili bir ifade kullanılması hoşlarına gitmez. Çünkü bir damgalamaya da sebep olabiliyor. Bu yüzden buradaki en iyi tavır merhamet. Merhamet aslında eşit bir ilişki ve onun acısına eşlik etme, acısını anlamaya yönelik bir tavır oluyor. Biz de burada psikolog ve gönüllülerimize “Acıma değil, merhamet olmalı” diyoruz. Mesela babasını kaybetmiş birinin yanında kendi babamızla ilişkimize dikkat etmek, eğer merhametle yapıldıysa, çok değerli bir hassasiyettir.

Peki biraz da burada ki çalışmalarınıza yönelelim. Yetim vakfı psikososyal destek merkezi ne zaman ve ne motivasyonla kuruldu? Sizler burada ne gibi faaliyetler gösteriyorsunuz?

Yetim Vakfı 2017 yılında kuruldu. Yetim Vakfı’nın Psikososyal destek merkezinin kuruluşu 2018 sonlarında, tam bir psikolojik destek üretme kapasitesinin sağlanması ise 2019 yılını bulmaktadır. Yani 2019 yılından beri kayıp ve yas süreci yaşayan yetim ve sosyal yetim çocuklara yönelik psikolojik müdahalelerde bulunan ya da bu durumları yaşamış ancak henüz bir psikolojik belirti göstermeyen çocuklar için koruyucu ve önleyici müdahaleler üreten bir merkez burası. Temel motivasyonumuz, ülkemizde yoğun bir yardım, bağış kültürü var. Türk kültürü, İslamiyet’in etkisi, farklı kültürlerin bir arada yaşaması bu yardımlaşmayı, dayanışmayı etkiliyor. Genellikle çeşitli vakıflar, dernekler aracılığıyla ayni ve nakdi yardımlar yapılıyor. Evet çocuk babasını kaybettiğinde maddi yardıma ihtiyaç duyuyor ama bu çocuğun ruhsal dünyası da tahrip olmuş durumda. Yetim Vakfı’nın psikososyal merkezi de yetim bir çocuğu onun hayatına dokunmak isteyen profesyonellerle buluşturmak, yetim çocuğun ruhsal dünyasını iyileştirmek motivasyonuyla kuruldu ve bu motivasyonu devam ettirmeye çalışıyor. Bunun için de bireysel ve grup terapileri, kültürel geziler, grup atölyeleleri yapıyoruz. Yani psikolojik ve sosyal bütünsel br biçimde koruyucu önleyici müdahaleler yapıyoruz.

6 Şubat depreminde de çok aktif faaliyetler gerçekleştirdiğinizi gördüm. Bu çalışmalardan da kısaca bahseder misiniz?

Afet ve acil yardım bölgelerinde barınma ve yiyecek ihtiyacının giderilmesinin ardından afetin yarattığı güvensizlik ve travmatik etkiden dolayı akut psikososyal destek faaliyetleri yürütülüyor. Aslında afet durumlarında bu görev Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığındaydı. Ancak 6 Şubat depremi büyük bir felaketti. Bu yüzden birçok STK bu alanda çalıştı. Biz de 4 temel bölgede; Adıyaman, Hatay, Malatya, Kilis-Gaziantep’te psikososyal destek faaliyetleri yürüttük. Hatay, Malatya, Kilis-Antep bölgelerimizde sabit çadır kent veya konteynerlerimiz oldu. Adıyaman’da ise daha gezici, Aile ve Sosyal Hizmetler Müdürlüklerinin yetişemediği yerlere ulaşarak oralarda psikososyal destek çalışmaları yürüttük. Akut bölgesine yönelik çalışmalar olduğu için çok uzun süreli olmadı bu çalışmalarımız. Ayrıca YKS ve LGS öğrencilerine yönelik stres yönetimine dair eğitimler verdik, çocukların yaşadıkları süreci atlatmak için drama, psikososyal etkinlikler, koruyucu önleyici olarak kullandığımız çalışmalar yaptık. Bu çalışmalarımız Şubat- Haziran ayları arasında devam etti. Daha sonralarda yerel birimlere bıraktık. Halihazırda hala görüşmelerimizi sürdürdüğümüz danışanlarımız var. Örneğin benim Hatay’dan online olarak görüştüğüm 3 danışanım var. Yani orayla bağlarımız bir şekilde devam ediyor. Ayrıca Ramazan’da da yine bir etkinliğimiz olmuştu. Her yıl 15 Ramazan Dünya Yetimler Günü’nde düzenlediğimiz geleneksel “Sokağıma Şenlik Geldi” etkinliğimizi bu yıl deprem bölgesinde yaptık. Depremden önce de var olan Hatay’da da bir psikososyal destek merkezimiz mevcut. Burada da yine depremden sonra çalışmalarımız ve bize başvuran danışanlarımız oldu.

Son olarak bu çalışmaların içinde bulunduğunuz süre boyunca sizi çok etkileyen ve iyi ki mesleğimi bu alanda yürütüyorum dediğiniz bir anınız var mı?

Tabii çok fazla var aslında mesela Adıyaman’da deprem çalışmaları sırasında geziciydik. Depremin ilk zamanlarıydı ve birçok bölgede çadır kentler kurulmaya başlanmıştı. Merkeze yakın ama daha kimsenin ulaşmadığı bir bölgeye gittik. Çocuklarla oynadık, onlara hediyeler verdik, düzenlediğimiz bir psikososyal destek protokolümüz var onu uyguladık. Çalışmalarımız bittikten sonra veda ederken çocuklardan birinin koşarak gelip sarılıp “İyi ki geldiniz. Bize hiç kimse gelmemişti, kimse bizimle oynamamıştı” demişti. Mesela bu beni en çok etkileyen vurucu anlardan biridir.

Yine Hatay’da yaptığımız bir şenlik sonrası “Bitiiriyoruz!” diye bağırdığımızda 5 yaşlarında bir çocuk “Teşekkür ederim” deyip koşarak gelip sarılmıştı.

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"