Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Şükrün varlığı ve yokluğu
Çok yakınımızdaki bir şehirde, Gazze’de temel ihtiyaç dendiğinde ekmek, su, ilaç gibi olmadığında hayatın idame ettirilemediği şeyler anlaşılıyor. Gazzeli kardeşlerimiz içecek su, yiyecek aş, yarasını saracak bir doktor bulabildiğinde kendini her şeye sahipmiş gibi hissediyor. Bizim herhangi bir ek gayret göstermeden sahip olabildiğimiz nimetler bunlar. Herhalde bu kadar kolaylıkla sahip olabildiğimiz için olacak, ekseriyetimizin aklına bu nimetlere şükretmek gelmiyor. Yokluğu yaşayanlarsa bir parça kuru ekmek için bile gönül dolusu şükrediyor. Görüyoruz işte, zalimlerin saldırılarında bir kolunu kaybetmiş gazi, diğer kolunu kaldırıp geriye kalan kolu için şükrünü ifade ediyor.
Kulluk imtihanında sorular farklı yerlerden geliyor; kimine varlıktan sual ediliyor, kimine yokluktan. Yokluğu, yoksunluğu yaşayanlar, ellerinde kalan en ufak şey için bile hallerine şükrediyor, görünen o. Temel hayati ihtiyaçlarını rahatlıkla giderebilenler içinse bu temel seviye şükre layık bulunmuyor pek. Ekmeğe, suya, ilaca, barınağa, güvenliğe ve başka temel ihtiyaçlarına kolayca sahip olanların şükür kavramını hatırlamaları için bundan fazlası gerekiyor çoğu zaman. Hayatı idame ettirmemiz için olmazsa olmaz olan bu nimetlerin bize bu kadar kolay bağışlanıyor olması şükrü icap ettiren bir şey olarak görülmüyor. Sokak röportajlarında sık sık “Ben neyime şükredeyim…” ile başlayan yakınma cümleleriyle konuşan insanlarımıza rastlıyoruz.
Geçim sıkıntısı diye bir gerçek var elbette, aramızdan kimileri bunu bıçağın kemiğe dayandığı yerde büyük sıkıntılarla yaşıyor. Ancak her insanımızın geçim sıkıntısı dediği şeyin çıtası farklı bir yerde duruyor. Evine her ay yeterli gıdayı, eti, sütü, vesaireyi götüremediği için geçinemediğini söyleyen insanlarımız var, onların ifade ettiği şey gerçekten geçim sıkıntısı… Ama istediği yere tatile gidememeyi, telefonunu yeni modeliyle değiştiremediği, istediği semtte oturamadığı, çocuğunu özel okula gönderemediği için geçim sıkıntısı çektiğini söyleyenler de var. Hatta, servetine servet katamadığı, malından sınırsız kâr edemediği için de şikâyet edenler var.
İnsanların belli bir hayat standardı olmalı elbette, sadece karnını doyurmak, tedavi olabilmek gibi temel imkanlar daha iyi yaşamak için yeterli değil… Bu standartları yakalamak istemeleri de anlaşılır. Ancak bu ekstralar olmadığında hiçbirimiz ölmüyoruz. Oysa Gazze’de ‘temel ihtiyaç’ dedikleri şeyler olmadığında o mazlum insanlar bu alemden göçüp gidiyor.
Baştan beri cümlelerimi ‘kulluk’ kavramından çıkarak kurduğum için (ki inanan insanlar için ayağın basılması gereken zemin budur), şuradan rahatlıkla devam edebilirim: Hepimiz aynı ve tek olan Allah’ın kullarıyız. Buna inanıyorsak, her gün bir yudum su, bir parça ekmek, akan kanını durduracak bir karış sargı bezi için ölümcül arayışların içine giren o mazlum kullarla bizim hayatın idamesi noktasında bir eksiği olmayan, ekstranın derdine düşmüş hayatlarımız arasında bir fark olduğunu görmeliyiz. Bu farkı şimdi göremiyorsak, Allahuâlem mahşer mahkemesi kurulup görme bozukluklarımız önümüze konduğunda hepimiz göreceğiz. Oraya geldiğimizde adaletinden şüphe olmayan Allah bize acısın; bize adaletiyle değil, merhametiyle muamele eylesin.
Hayat viraneye döndürülen mazlum Gazze’de de, bizim yaşadığımız esen şehirlerde de devam ediyor ve edecek. Bugünün imtihan sorularının değişebileceğini, bugün gelmeyen yerlerden yarın bize de sorular gelebileceğini, varlık imtihanından yoksunluk imtihanına geçebileceğimizi hatırımızda tutalım. Ne istediğimize ve neyi nereye harcadığımıza hakkaniyetli bir ölçü getirelim. Sahip olduklarımız için de (ki gerçekten artık ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu göremez bir haldeyiz) şükretmeyi ihmal etmeyelim.
Şükür sadece Allah’a karşı kulluğumuzun tabii bir göstergesi değil; varlığın bize ait olmadığını ve var bildiğimiz her şeyin gerçek sahibi olan Allah’ın nimetlerini her kuluna ayrı bir hikmetle, farklı derece ve bereketlerle ihsan ettiğini, bunun da kendi içinde ilahi sebepleri olduğunu unutmamanın da bir yolu aynı zamanda.