“Yeter ki Katliam Olmasın, İdlib’in Düşmesi Sorun Değil” mi?

Dünya Suriye’yi İran-Rusya destekli Esed canavarlığına teslim etmek üzere mutabakata varmış gibi. Yazık ki, Suriye halkının dostları arasında da direnme seçeneğine inanç azalıyor! 

HAKSÖZ-HABER

İdlib meselesi bazıları için ağır bir psikolojik yüke dönüşme yolunda.  Zorluk ve ağır bedel ödeme riski karşısında sıkça geri adım atmaya meyyal sözler duymaya başladık. Şebbihalaşmış medyada Esedçi propaganda doludizgin devam ederken, iktidara yakın medyada kimi köşe yazarları Rusya’nın bastırması karşısında çaresizlik psikozu içinde geri çekilmenin teorilerini kaleme almakla meşguller.

Kimisi faturayı HTŞ’ye kesmenin formülleriyle meşgul, kimisi örtülü ifadelerle Esed yönetimiyle uzlaşmanın, görüşmenin gerekçelerini sıralamaktalar. Zalime, zulme boyun eğmenin kılıfı ise genelde ulusal kaygı ve menfaatler şeklinde öne çıkartılıyor. Şüphesiz, konuya bir dava şuuruyla bakılmadığında bu tür savrulmalar kaçınılmaz hale gelir.

Bu bağlamda Aydın Ünal gibi bir kalemden dahi çok şaşırtıcı cümleler okuyabiliyoruz. İdlib’in düşmesinin kaçınılmaz olduğuna dair ifadeler içeren yazısında Aydın Ünal doğru bir yerden başlayıp yanlış bir noktaya varmış. İdlib ve Srebrenica başlığıyla kaleme aldığı yazısında küresel canavarlık üzerine dikkat çekici tespitlerde bulunan yazar yazısının son cümlesini şu şekilde kurabilmiş: “…Kansız olsun da, İdlib’in düşmesi çok sorun değil; yeter ki son kale Türkiye düşmesin…”

Yazık, çok yazık diyebiliyoruz sadece!

***

Aydın Ünal’ın bahse konu yazısı:

İdlib ve Srebrenica

1995 yılı başlarında Bosna-Hersek’te Hırvatlar savaştan çekilmiş, Bosna Ordusu, Sırplara karşı üstünlük elde etmeye başlamıştı. Müslüman Boşnak ordusunun özellikle kuzeyde kazandığı zaferler Sırplar ve Ruslar kadar Batı’yı da tedirgin etmiş, bir ateşkes imzalanması için Merhum Aliya İzzetbegoviç üzerindeki baskılar artmıştı. Artık ufukta bir ateşkes ve barış antlaşması görünüyordu. İşte Srebrenica katliamı tam bu anda geldi.

Srebrenica ve Gorazde, Bosna Sırplarının Belgrad’la irtibatını sağlayan önemli şehirlerdi. Hatta o günlerde bir Fransız general Srebrenica ve Gorazde’yi “barışın önündeki en büyük engel” olarak tanımlıyordu. Ateşkes ve barış görüşmeleri için masaya oturulmadan önce, Srebrenica ve Gorazde mutlaka Sırpların eline geçmeliydi. İşin acı tarafı, Srebrenica BM tarafından “Güvenli Bölge” olarak ilan edilmiş, küçücük şehrin nüfusu sığınmacılar nedeniyle 10 binden 60 bine yükselmişti.

11 Temmuz 1995’te Mladiç komutasındaki Sırp vahşileri Srebrenica’ya saldırdılar. BM’nin ve Hollanda askerlerinin gözü önünde, “Güvenli Bölge” Srebrenica’da birkaç gün içinde 12 bin insan katledildi ve toplu mezarlara gömüldü. Srebrenica Müslümanlardan “temizlendi”. Dayton Barış Antlaşması da bu katliamın ardından geldi. Tarihin hiç unutmayacağı Srebrenica katliamının ardından silahlar sustu.

İdlib’deki manzara Srebrenica’ya benziyor; inşallah İdlib’in akıbeti Srebrenica gibi olmaz.

İdlib, tıpkı Srebrenica gibi stratejik öneme sahip bir şehir. Yine İdlib, Srebrenica gibi, Suriye İç Savaşı boyunca nüfusu ikiye katlanmış, mültecilerle dolup taşmış bir şehir.

Esed, artık masaya oturmadan önce, İdlib’i de işgal etmek istiyor.

Türkiye ise, Suriye’de, Srebrenica benzeri bir katliamın, bir soykırımın yaşanmaması için adeta çırpınıyor.

Tahran Zirvesi gösterdi ki, Rusya ve İran, Suriye’de iç savaşı bitirecek İdlib düğümünü çözmekte kararlılar. İdlib Esed’in eline öyle ya da böyle geçecek. Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleri gelişmeleri umursamıyor. Avrupa Birliği, İdlib’in düşmesiyle başına gelebilecek mülteci felaketini görmesine rağmen tedbir almıyor, alamıyor.

İdlib ile hem canhıraş, hem de samimi şekilde ilgilenen tek ülke Türkiye.

Türkiye, İdlib’i koruyamasa bile İdliblileri koruyabilir. Ancak burada da sorun, İdlib içindeki radikal örgütler. Türkiye’nin de terör örgütü olarak kabul ettiği bu oluşumlar İdlib’den çıkmaz, sivillerin çıkmasına da izin vermezlerse, İdlib kan gölüne dönebilir.

Türkiye, bedeli ne kadar ağır olursa olsun, İdlib’de bir soykırım yaşanmaması, İdlib’in yeni bir Srebrenica olmaması için elinden geleni yapıyor ve yapmaya da devam edecektir.

Şunu da görmemiz gerekiyor: İdlib Türkiye için bu aşamadan itibaren sadece insani bir mesele olmaktan ibarettir. Türkiye’nin buradaki kazanımı, sivillerin korunması ve tahliyesi olacaktır. İdlib, öyle görünüyor ki, Esed yönetiminin kontrolüne girecek, Esed Suriye’deki iç savaşta hâkimiyetini daha da güçlendirmiş olacaktır.

Esasen, Suriye meselesinde şimdi çok kritik bir aşamaya geçiyoruz. Rusya ve İran’ın desteklediği Esed güçleri Suriye’nin büyük kısmında kontrolü ele geçirdiler. Savaş öncesi haritanın önündeki tek engel, ABD destekli PKK/PYD güçlerinin elde tuttukları kesim.

Rusya, İran ve Esed, Suriye’nin kuzeyi için ABD ile savaşacaklar mı, yoksa burada bir PKK terör devletine göz yumup anlaşacaklar mı?

İdlib sonrası savaş bitip taraflar anlaşsalar da, çatışmaya devam da etseler, Türkiye için önümüzdeki süreçte çok zor denklemler kurulacak.

Türkiye, ya İran ve Rusya ile birlikte “Esed lehine” ABD ve NATO’ya karşı savaşacak, ya da sınırının ötesinde ABD eliyle, İran ve Rusya desteğiyle bir PKK terör devletinin kurulmasını izlemek zorunda kalacak.

Diplomasinin bütün hünerlerinin sergilenmesi, eldeki tüm imkânların seferber edilmesi gereken bir sürece giriyoruz. En çok da içerde güçlü olmamız gereken, tahriklere karşı çok daha dikkat gerektiren bir eşikte bulunuyoruz.

Ekonomide zor günler geçirirken, bir de dış politikada oldubittilere maruz kalmak Türkiye’ye sadece mevcut kazanımlarını kaybettirmekle kalmaz, gelecekteki onlarca yılını da heba eder.

Cenab-ı Hak Türkiye’nin ve Erdoğan’ın yardımcısı olsun. Allah idarecilerimize daha çok basiret, daha çok feraset versin.

Kansız olsun da, İdlib’in düşmesi çok sorun değil; yeter ki son kale Türkiye düşmesin…

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!