Yeşil Sol Parti: Küresel sola eklemlenirken etnik milliyetçiliğe mahkum olmak

Bünyamin Bezci, HDP'nin Yeşil Sol üzerinden başlattığı girişimin akamete uğramaya mecbur olduğunu söylüyor.

Bünyamin Bezci / Açık Görüş

Yeşil Sol Parti: Küresel sola eklemlenirken etnik milliyetçiliğe mahkum olmak

Etnik bir milliyetçilik olarak Kürtçülük, Cumhuriyetin kuruluş konseptinde dışlanmış olsa da 1980'lerdeki postmodern siyasetin sosyal ve kültürel kimlikleri politikleştirmesi sonrasında yeniden yeşerdi. Tipik etnik milliyetçilik olarak ayrımcılığı politik hedefleri arasından hiç aşağıya da indirmedi. Hatta PKK terör örgütü ile mesafe oluşturmadan bazen de ondan güç alarak gelişti. 2015 seçimlerine kadar seçim barajını geçmeyi göze alamasa da bölgesel destek yoğunluğuna güvenerek TBMM'de temsilci de bulundurdu.

Türkiyelileşme stratejisi

İlk kez Haziran 2015 seçimleriyle parti olarak seçim barajını geçti ve TBMM'de temsil edildi. O dönemlerdeki politik stratejisindeki ana dönüşüm "Türkiyelileşme" üzerine kuruluydu. Özellikle 6-8 Ekim 2014'de 35 kişinin yaşamını yitirdiği olaylara rağmen Selahattin Demirtaş'la birlikte sempatik bir yüz kazanan HDP, Türkiyelileşme stratejisi üzerinden CHP'nin sosyal demokrat kanadının da desteğini alarak meclise parti olarak girmiştir. 6-8 Ekim olaylarının hukuki hesabı verilmeden gerçekleşen Haziran 2015 seçimlerinde meşruiyetini güçlendirdiğini düşünen HDP, 2015 yazındaki hendek terörünü önleyen ve alana hakim olan asayiş hareketinden sonra ciddi bir oy kaybetmesine rağmen yine de Kasım 2015 seçimlerinde baraj üzerinde kalmayı başarmıştır.

Her ne kadar telifi Sırrı Süreyya Önder'e ait olduğu söylense de Demirtaş'ın 2015 seçimlerindeki "Seni başkan yaptırmayacağız" sloganı CHP'nin desteğini Türkiyelileşme stratejisinden daha fazla çekmiştir. Bu anlamda sosyalist solun cazibesi HDP için giderek vazgeçilmez olmuştur. Kendi tabanından oy kaybetmesine rağmen 2015 Nisan'a kadar devam ettirdiği Kürt açılımı müzakerelerinin, 6-8 Ekim olaylarıyla aldığı yara sonrasında, seçim stratejisinin de anti-Erdoğan üzerine kurulmasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, müzakere masasını açıkça devirmiştir. HDP, Türkiyelileşme maskesi arkasına gizlediği sert ayrılıkçı siyasetinden ise vazgeçmemiş, dahası silahı bırakmama konusunda radikal sol tarafından cesaretlendirilmiştir. Fakat bu arada Demirtaş, sempatik siyasetçi imajıyla şehirli orta sınıfların desteğini almayı da başarmıştır. HDP'nin siyasi kararlarında ve iradesinde güçlü bir yeri olmamasına rağmen partinin sempatik yüzü olarak temsil gücüne sahipti. Özellikle şehirli ve genç Kürtler arasında Türkiyelileşme stratejisi önemli bir karşılık bulmuştur. Kürt gençler Demirtaş'ı "ayrılıkçı etnik siyaseti" "hak mücadelesine" dönüştüren lider olarak selamlamaya hazırdı.

Fakat hendek terörüyle KCK'nın özerklik ve ayrılıkçı istekleri gömüldüğünde Türkiyelileşmenin mimarı Demirtaş'ın elinde sadece anti-Erdoğancılık kalmıştı. Daha 2012'de "Başkan Apo'nun heykelini dikmek"ten bahseden Demirtaş'ın Türkiyelileşme stratejisi de çabuk çökmüştü. 15 Temmuz darbesi sonrası yapılan anayasa değişikliğiyle başkanlık sistemi geldiğinde Demirtaş'ın siyasi enerjisini halen "başkan yaptırmamak" sağlıyordu. Türkiyelileşme çok geride kalmış olmasına rağmen bu strateji Demirtaş'ın üzerinde kaldı. 2018 seçimleri sonrasında CHP'nin kurduğu muhalefet masasının gizli ortağı olan HDP, 2019 seçimlerinde üzerine düşeni yerine getirmiş ve İstanbul başta olmak üzere birçok ilde belediye başkanlığı değişimini kolaylaştırmıştır. Bu anlamda HDP'nin politik enerjisi halen "başkan yaptırmayacağız" sloganından beslenmektedir.

Yeni entegrasyon noktası arayışı

2023 seçimleri HDP siyasetinde Türkiyelileşme stratejisi sonrasında ilk kez olumlu bir gündemle de ortaya çıktıkları seçim olmuştur. Kapatma davası karşısında taktik olarak yeni bir partiye doğru yol aldığı düşünülen HDP, aslında yeni bir strateji peşindeydi. Demirtaş ile özdeşleşen Türkiyelileşme stratejinden vazgeçen HDP, küresel siyasetle yeni bir entegrasyon noktası aramaktadır. "Yeşil Sol" kavramı küresel popülist sola açılımın ilk işaret fişeğidir. Hatta bir vitrin olarak önemli işlev görmüş olsa da Demirtaş'a destek veren şehirli ve genç Kürtlerin Demirtaş olmadan da partiye bağlanabileceği bir köprü kavram olarak görülmüştür. Türkiyelileşme artık retro bir siyaset olduğuna göre, yükselen değer Yeşil popülist sol olmalıydı. Küresel siyasete entegrasyon konusunda bir zamanların liberal "yetmez ama evet"çilerini ikna etmiş olsalar da hem CHP'deki sosyalist sol desteğini hem de kentli radikal sol desteğini kaybettiler.

Yeşil solun popülist yüzünü artık Demirtaş oluşturmuyordu. Bu nedenle 2018'de olduğu gibi Cumhurbaşkanı adayı olarak vitrine yeniden konmadı. Millet ittifakıyla küresel sisteme entegrasyon bağlamında uzlaşan Yeşil solun tek popülist sloganı "Demirtaş konusunu" Kılıçdaroğlu'na havale ederek "Öcalan'a özgürlük" oldu. Aslında Kandil tarafından da desteklenen Yeşil solun Öcalan'ın özgür kalmasını gerçekçi bulmadığı ortadaydı, belki istiyor da değildi ama Öcalan'a özgürlüğe tepki göstermeyen Millet İttifakı bileşenlerinin özerklik dahil diğer isteklerini zaten karşılayacaklarından da emindiler. İçeride kendi tabanını konsolide etmek adına ve Millet İttifakına yüksekten bir mesaj vermek adına kullanılan "Öcalan'a özgürlük" sloganına rağmen Yeşil sol, asıl olarak kalıcı bir şekilde Türk solundaki radikal boşluğu doldurmak istemekteydi.

Yeşil solun radikal soldaki boşluğa yönelmesinin ise iki büyük rakibi vardı. Biri cool bir ergen tepkisi olarak kentli orta sınıf gençleri hedefleyen TİP, diğeri de CHP içinde Kaftancıoğlu çevresinde örgütlenmiş radikal sol yapıdır. Yeşil sol, ittifaka alarak baraj sorununu ortadan kaldırdığı TİP'in bağımsız seçime girmesine içerlediğini hem seçim öncesinde hem de seçim sonrasında dile getirdi. Zira eğilim böyle devam ederse mecliste çıkardıkları gürültü ile meşhur olan TİP'liler popülist desteklerini artırmaya devam edecekler. Aslında radikal solun da dahil olacağı hatta liberal sola da açılan küresel sistemle entegre Yeşil sol varken TİP'e ihtiyaç yok diye hesap yapmışlardı. Fakat sadece TİP'e değil CHP içinde güçlenen bir damar olarak sosyalist sola da oy kaybettiler. 2015 seçimlerinde gelen emanet oylar baraj sorunu kalmayınca geri döndü.

Seçim barajı, Kürtçü siyasetin en önemli kaldıracı olmuştur. Barajı ne kadar yükseğe koyarsanız aşmak için o kadar farklı kesimle işbirliği yapmak zorunda kalmışlardı.

Bölge seçmeninin eğilimi

Şimdilerde işbirliği ittifaka dönüşmüş durumdadır. Fakat barajın düşürülmesi ve ittifak siyaseti Türkiyelileşme bağlamındaki stratejiyi de artık anlamsız kıldı. Zira artık ittifaklar sayesinde otantik siyasetlerine dönebilirlerdi. Özellikle bölge seçmenindeki küçük olsun bizim olsun eğilimi dikkat çekicidir. Seçim barajının biraz daha düşmesi Kürtçü siyasette muhtemel parçalanmaları çoğaltacaktır. Yüzde beşe düşen baraj ortamında HDP'nin Yeşil sol açılımına da ihtiyacı kalmayacaktır. Hatta yüzde üçe düşecek barajda Kürtçü siyaset muhtemelen muhafazakar/seküler olarak ayrılacaktır.

Yeşil sol çıkışla ana dinamiği Kürtçü siyaset olan ama o dinamizmanın yarattığı ivmeyi radikal ve liberal sol ile güçlendirerek küresel sistemle entegre bir siyasal yapı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Aslında bu taktiğin temeli altmışlardaki TİP'e kadar dayanmaktadır. Orada da işçilerin dinamizmasıyla entelektüel bir sol hareket geliştirilmek istenmişti. Fakat o hareket de sadece entelektüel bir siyaset biçimi olarak kaldı. Yeşil sol da benzer bir şekilde rasyonel olarak kurgulanmış ama sahada karşılığı olmayan bir çıkış olarak görünmektedir.

Kandil'in ağırlığı hissediliyor

Entelektüellerle siyasal tabanın uzlaştırılmasının kolay olmadığı Yeşil solun otantik ayağında da önemli sorunlar vardır. Zira burada da Kandil, Öcalan ve Demirtaş olmak üzere üçlü bir genel merkez oluşmuş gibidir. Parti dinamikleri açısından Öcalan hapiste olduğundan sağlıklı bir irade sahibi olamadığından Demirtaş da sadece vitrin olarak görüldüğünden Kandil'in ağırlığı hissedilmektedir. Türkiye'deki radikal sol açılım sürecinde, liberal sol da açılım süreci sonlandığında özellikle Kandil'e danışmanlık yaparak partiye eklemlenmiş ve Kandil'in partideki ağırlığını da artırmıştır. Demirtaş'ı da Türkiyelileşme politikası gibi olumlu mesajlardan "başkan yaptırmayacağız" gibi olumsuz mesajlara sürüklemişlerdir. Bu nedenle Yeşil sol hareketin gizli kahramanları radikal ve liberal soldur. Her ne kadar görünen saç ayakları arasında olmasalar da sosyalist entelektüeller hareketi küresel sistemle entegre bir bağlama sürüklemişlerdir.

Hareketin küresel sistemle entegrasyon arayışı iki kesimde karşılık bulmamaktadır; ilki şehirli Kürtler ve sosyalistler. Çünkü onlar için Yeşil sol bir sosyalist sol çıkışsa bu tarafın zaten sahipleri vardır. Bir taraftan TİP diğer taraftan CHP'deki sosyalist sol bu çıkışı durduracak bağlara sahiptir. İkincisi bölgenin otantik Kürtleri de bu karmaşayı gereksiz bulmaktadır. Türkiyelileşme stratejisini içselleştirmemiş bir kitleye küresellik aşısı yapılmaktadır. Türkiye bütünselliği içinde kimliklerini tehlikede görenlerin küresel bağlamda kaybolmayacaklarını anlatmak kolay değildir. Bu nedenle küçük olsun bizim olsun diyenler bölgede artmaktadır.

Yeşil sol çıkışıyla politik aurasını genişletmeye çalışanların son durağı etnik siyasete mahkumiyet olacak gibidir. Demirtaş'ın siyasetten şimdilik geri çekilmesi bu çıkışın tutmadığının itirafı olarak okunabilir. Yine de şehirlerde kaybettikleri oyları geri alma adına Yeşil sola insanları ikna etmeye mi çalışacaklar yoksa bölgeye kapanarak terörden güç alan kimlikçi siyasetlerine mi devam edecekler zamanla görülecektir. Fakat Hüdapar ile birlikte üçüncü bir ihtimale de zorlanabilirler. Zira Hüdapar, Kürtçü siyasetin yapamadığı iki hususu başardı; ilki Türkiyelileşme ikincisi teröre mesafe koyma.

Seçim barajlarının olası düşürülmesiyle bölgedeki insanlar arasında muhafazakarlık/sekülerlik bağlamında yeni bir siyasal aksın ortaya çıkacağı düşünülebilir. Bugüne kadar Kürtlerin en büyük partisi olan Ak Parti'nin bölgedeki etkisini Alman siyasetindeki Bayern otantikliğine imkan sağlayan ama bütünsellikten kopmayan CDU/CSU birlikteliğine benzer bir bağlama dönüştürmesi düşünülebilir. Fakat bunun için de ya Ak Parti'nin demokratik muhafazakarlığına yakın konseptte bir Kürt hareketine ihtiyaç var ya da Hüdapar'ın ideolojisinin daha seyreltilmesi gerekmektedir. Doğrusu kendi hareketi bağlamında Türkiyelileşme ve teröre mesafe koyma gibi iki büyük adımı atan Hüdapar'ın üçüncü büyük hamle olarak ideolojisini seyreltme gibi bir adım atıp atmayacağı Ak Parti ile ittifaklarında da belirleyici olacaktır.

Görünen o ki Türk siyasetinde kimlik tabanlı siyasetler daha çok su götürecektir. HDP, yeşil solla birlikte küresel sisteme entegre olayım derken bölgesel asabiyetlere mahkum olabilir. Hüdapar, son seçimlerde yakaladığı politik fırsatları bir kalemde yok edebilir. Demirtaş, yaşadığı hayal kırıklıkları sonrası "dede"sinin kanatları altına sığınarak CHP'de siyaset yapmaya başlayabilir ve Kaftancıoğlu cenahını güçlendirebilir. Bilgen gibi muhafazakar Kürtler, Hüdapar'ın demokratik dönüşümünde rol alabilir. Hatta bütün yaşanan hayal kırıklıklarına rağmen akim kalan açılım süreci yeniden geri gelebilir. Ya da hiçbiri olmaz ve bildiğimiz terör destekli siyasete geri dönülür. Bu gerçekleştiğinde ise muhtemelen alandaki hakimiyet sadece güvenlik olarak değil ekonomik ve sosyal olarak da yeniden inşa edilmeye girişilir.

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka çağında kontrol kimde olacak?
Spiegel: “İsrail'in üst düzey siyasetçilerini ‘korumanın’ Almanya'nın ‘varlık sebebi’ olduğu düşüncesi feci bir hatadır”
UCM'nin tutuklama kararları Siyonist çete İsrail'i yalnızlaştırıyor
Daha çok konuşun da hanginize daha çok güvenemeyeceğimizi bilelim
Görsel kültürün fıtrata etkisi