Yeşeren Ümitler veya mümin insan

Ali Ünal

İnsan, maddî tatmin açısından hiçbir zaman hayvanlara yetişemez, çünkü: (1) hayvanın bir sınırı vardır, onu aşamaz; meselâ, ihtiyaçlarını çoğaltamaz. İnsan ise, maddî tatminle baş başa bırakıldığında yedikçe acıkan, içtikçe susayan doymak bilmez bir varlık haline gelir.

Bütün hayatı, bir türlü elde edemediği, etmesi mümkün olmayan bir tatminin peşinde koşmaktan ibaret olur. Bu da, ihtiyaçları sürekli arttırır ve artık insan, ihtiyaçlar bataklığında çırpınır durur. Liberal kapitalizm tam da budur. Bu, bencilliği doğurur; kaynaklar üzerinde sürekli çatışmayı; çatışma rekabeti getirir; vücudun yapısı ve çalışmasının, bir ekmek elde etmek için âdeta kâinattaki bütün unsurların yardımlaşmasının sadece iki misalini teşkil ettiği baştan sona yardımlaşma manzumesi olan hayatı çatışmadan ibaret gösterir; bu da, kuvveti öne çıkarır ve hakkı kuvvete verir, kuvvete tapınmaya ve adaleti ihmale yol açar; insanı insanın kurdu yapar. Bu da emperyalizmin ta kendisidir. Oysa insan, maddî tatminini sınırladığı ölçüde tatmin bulur, rahata ulaşır; kendi tatminini başkalarının tatmininde bulduğu sürece tatmine erer ve insan olur. Asıl kamçılanması gereken, manevî, zihnî ve ruhî tatmindir. Çünkü bu tatminde kaynağın tükenmesi, dolayısıyla onu paylaşma ihtiyacı ve üzerinde çatışma yoktur. Bu tatmin, sürekli mutluluk verir. Maddî ihtiyaçları azaltır, hayatı kalb ve ruhun hayat seviyesine çıkarır ve genişletir. (2) Hayvanda dün ve yarın şuuru yoktur, anlık tatmin onun için yeterlidir. Geçmişin elemlerini, geleceğin ızdıraplarını çekmez. Oysa insan için zaman çok daha geniştir; o, yalnız ânın dertlerini değil, geçmişin elemlerini ve geleceğin endişelerini birlikte yaşar. Bundan kurtulmak da tevekkülle, dünyanın fâniliğini idrakle mümkündür.

Liberalizm, insana sahip olamayacağı güç, irade ve bilgi atfeder. Oysa insanın tahribe eli çok uzun ama tamire çok kısadır. Yüz kişinin beş yılda milyarlar harcayarak yaptığı bir sarayı bir çocuk, bir kibrit çakarak birkaç saatte yok edebilir. Dolayısıyla insan, kabiliyetleri belli sorumluluklara yönlendirilmesi ve bu sorumluluklar ölçüsünde eğitilmesi gereken bir varlıktır.

Görmüyor muyuz ki, insanın gücü, iradesi, serveti, kendinde vehmetiği güç, servet ve iradesinden örülü "ben" duygusuyla ters orantılıdır. İnsanın en güçlü olduğu dönem, anne karnındaki cenin dönemidir. Çünkü bütün ihtiyacı, anne vasıtasıyla karşılanır. Dünyaya geldiği zaman artık "ben" demeye adım atmış biri olduğu için anne karnındaki gücünden biraz kaybetmiştir; fakat halâ çok güçlüdür, ihtiyaçlarının karşılanması için sadece ağlaması ve emmesi yeterlidir. Yakın bir çevre, onun hizmetine râmdır. O büyüyüp "ben" dedikçe gerçek gücünden sürekli kaybeder. Bu da gösteriyor ki, insan, gücünden, iradesinden, servetinden teberrî edip acz, fakr ve bilgisizliğini idrak ettiği ölçüde asıl güç, bilgi ve zenginlik kaynağını bulur. Bu kaynağa dayanabildiği ölçüde de güç, bilgi ve servet kazanır. Bu kaynağa kendinde vehmettiği güç, irade ve servetten teberrî edip, tertemiz bir ayna olarak yönelebilen, mümkün, yani yaratılmış varlıklar içinde en güçlüdür; en iradeli, en bilgili, en zengindir; ayrıca en sabırlı, en iyi gören, en iyi duyan, en merhametli, en şefkatlidir. Çünkü insan, üç açıdan Cenab-ı Allah'a aynalık eder. Kendindeki eksik, kusur ve hataları görür ve "Ben, mümkün, yani varlığı mutlak ve kendinden değil, başkasına muhtaç biri olarak fânî, eksik, kusur ve hatalarla malûlüm. Öyleyse, bunlarla malûl olmayan, varlığı mutlak, kendinden ve ebedî biri olmalı." der. İkinci olarak, "Bende bazı sıfatlar var; görüyorum, duyuyorum; şu evime, şu elbiseme sahibim. Öyleyse, bana, benim gibi bütün mümkün varlığa, kâinata sahip ve bendeki sıfatlara da bu sahiplik ölçüsünde sahip biri olmalı." der. Üçüncü olarak, insan, varlığının bütün boyutlarıyla Cenab-ı Allah'ın isimlerine aynalık eder. Meselâ, şekliyle Sanî, Yaratıcı, Şekil Verici isimlerine, en güzel kıvamda ve varlığa model kılınmasıyla Rahman ve Rahîm isimlerine, fiziken, aklen gelişmesi, beslenip büyümesiyle Kerîm ve Lâtîf isimlerine aynalık eder. İşte böyle biri ve Allah'a ayna olma fonksiyonunu tam yerine getirebilen insan, dünyasını, hattâ ukbasını da bir tarafa bırakır ve beşerî hiçbir güce boyun eğmez. Bütün varlığını, Kendisine aynalık yaptığı Zât'a ve O'nun bütün "ayna"larının mutluluğuna adar; O'nun kudretiyle güç, ilmiyle ilim, iradesiyle irade, servetiyle servet kazanmıştır. Bütün varlıkla münasebet içindedir ve insanları değerlere, hakka, hakikate, adalete, yardımlaşma ve dayanışmaya, zimamı kopmuş (liberated) nefislerin bozduğunu düzeltmeye yönlendirir. Allah ile münasebeti ölçüsünde öyle bir çekim gücüne sahip kılınır ki, etrafında pervanelerden bir hâle oluşur. Bu ufkun, en büyük ve en kâmil temsilcisi Peygamber efendimiz'dir (s.a.s.); sonra derecelerine göre diğer peygamberler, daha sonra da yine derecelerine göre Peygamber vârisleri ve yine derecelerine göre diğer mü'minler gelir.

Samanyolu TV'de Çarşamba geceleri gösterilen Yeşeren Ümitler'de tüten önemli bir manâ budur; bu manâdır ki, ümidin "insanın sözünü ettiğimiz rûhunu, asıl mahiyetini keşfetmesi ve ondaki iktidarı sezmesinden ibaret" olduğu gerçeğini de ortaya koymaktadır.

ZAMAN