Yes we Can

Yıldıray Oğur

“Pardon Anayasa, Anayasa Mahkemesi’ne neyi yasakladı o zaman?”

Demokrat Yargı Eşbaşkanı Osman Can bir kısmını Taraf’ta okuduğunuz görüşmemiz sırasında bir ara haklı olarak böyle soruyordu.

“Eğer Anayasa, mahkemeye esas denetimi yapabilirsin deseydi mahkeme ne yapacaktı. Şu anda yaptığını. O zaman Anayasa Mahkemesi neyi yasakladı” diye soruyor ve bir Eskimo fıkrası anlatıyor.

“Eskimolarda balık yemek yasakmış sadece geyik yemek serbest. Gel zaman git zaman geyikler tükenmeye başlamış. İnsanlar aç. Balık çok ama yemek de yasak. Sonunda biri çıkmış ve meseleyi çözmüş: Bunlar balık değil ki deniz geyikleri.”

İsmini açıklamak istemeyen generallerden sonra Hürriyet gazetesine musallat olan ismini açıklamak istenmeyen yargıçlar da biliyorlar 148. Madde’nin deniz geyiği olmadığını. O yüzden şu ana kadar ama çatışma çıkardan başka bir hukuki gerekçe ileri süremediler.

Biz Osman Can ile konuşurken televizyona çıkan YARSAV Başkanı  Emine Ülker Tarhan da her okuma yazma bilen insan gibi kabul ediyor mahkemenin ancak şeklen denetleme yapabileceğini. Ama sonra da ekliyor: “Ama 2008’deki türban kararıyla Anayasa Mahkemesi yeni bir içtihat yaptı. Artık esastan da görüşebilir.”

“Anayasa’ya aykırı anayasal içtihat” diye içinden geçirdi Osman Can.

“En azından Kamer Genç ondan daha tutarlıymış” diyorum.

1982’de anayasanın görüşüldüğü darbecilerin Danışma Meclisi’nde de Tunceli vekili olarak bulunan ve darbecilerin Meclisi’nde de da en az şimdiki Meclis kadar çok söz alan Kamer Genç 148. Madde’yi YARSAV Başkanı’nın hayallerindeki gibi değiştirmek için çok çalışmış.

“Ya Cumhuriyet’in ilkelerine aykırı anayasa değişikliği olursa, ya bir hükümet herkesi çıkıp tutuklatacak bir kanun yaparsa kim koruyacak ülkeyi” diye Anayasa Mahkemesi’ne esastan inceleme hakkı verilmesi için önerge üstüne önerge vermiş.

Ama bu kadarı, darbecilerin anayasa hocası Orhan Aldıkaçtı’yı  bile rahatsız etmiş. Bu önergelerin hepsi “halk en iyisini bilir, böyle bir durumda gerekeni yapar” diyerek reddedilmiş.

Habermas’ın iletişimsel rasyonalitesini anlamış gibi yaptıklarına bakmayın. “Halk en iyisini bilir”i anlamanın zor olduğu bir ülke burası. 1969’da Anayasa Mahkemesi’ni esastan görüşmeye yani suça zorlayan ilk başvuruyu Türkiye İşçi Partisi’nin yaptığı bir ülkeden bahsediyoruz. Hem de onun güler yüzlü sosyalist genel başkanı Mehmet Ali Aybar tarafından, hem de 27 Mayıs’ın siyasi yasaklarını kaldıran bir değişiklik için “27 Mayıs ruhuna aykırı” gerekçesiyle. Üstelik askerler “Bu af çıkarsa darbe yaparız” diye tehdit ederken.

Solcusunun en iyisinin böyle olduğu bir ülkede “hukuk devletini koruyun”  gibi yalın ve çıplak bir talebin muhafazakâr AKP’lileri korkutması sürpriz mi?

Ya Anayasa Mahkemesi’nin diğer okuma yazma bilen üyeleri? Okuma yazması  olmadığı ortaya çıkan birkaç köşe yazarının içtihatlarına güvenip hukuku ayaklar altına alacaklar mı?

1987 yılında verdikleri (E.1987/9, K. 1987/15, 18.6.1987 sayılı kararı da mı unutacaklar.

Yoksa pek çoğunun altında imzası olan 2007’deki E.2007/72, K.2007/68, 5.7.2007 sayılı karardaki “Anayasa esas yönünden denetime olanak tanınmadığı gibi, 148. Madde’de tüketici biçimde sayılan koşulların dışında şekil yönünden denetim yapılması olanaksızdır” ifadelerini.

Başkan Haşim Kılıç, buradan çıkacak kararın altına son imzayı atarken, kararı Resmî Gazete’de yayımlanmak üzere Başbakanlığa gönderirken 2008’de başörtüsü kararına yazdığı karşı oy yazısındaki, şu yenilir yutulur olmayan “Denetimin meşruiyeti denetleyen organın hukuksal meşruiyet sınırları içinde hareket etmesine bağlıdır” sözlerini ne yapacak?

Ya Sacit Adalı “Bu suretle, bırakalım Anayasa’yı yeniden yapmayı, en küçük değişiklikte dahi karşısında değiştirilemez üç madde bulunacaktır. Toplumun temel sosyo-politik ve sosyo-ekonomik yapılanması anlamına gelen Anayasa da bunun dışında değiştirilemeyeceği için durağan, statik, sabit bir metinle hukuk devletinin idame ettirileceği, dinamik toplumun böyle mutlu kılınacağı zannedilecektir” itirazını.

Çareyi 1992 yılında vermiş olduğu bir kararında (E.1992/26, K.1992/48) kendisi açıklamıştı mahkeme. Herkesin anarşizm sandığı hukuken “yok sayma” halini şöyle tanımlayarak: “Yönetim hukukunda yokluk, bir hukuksal işlemin hiç doğmamış, hukuk âlemine çıkmamış sayılması sonucunu doğurur. Bu bağlamda, Anayasa yargısında yasama işlemlerinin yok sayılabilmesi ancak yetki ve görev gaspı ya da çok ağır biçim eksikliği durumlarında sözkonusu olabilir”

Evet, işte tam bu sözkonusu şimdi. Bu karar yok sayılmalı. O sözleri söyleyen Haşim Kılıç bu kararı Başbakanlığa göndermemeli. Başbakan böyle çıkarsa bu hukuksuz kararı devletin Resmî Gazetesi’ne basmamalı.

Hukuku savunanların en az hukuku çiğneyenler kadar cesur olması gereken bir aşamadayız.

Korkmayın. Hiçbir şey olmaz. Hukuku savunabiliriz. Yapabiliriz. Yes we Can.

yildirayogur@gmail.com

TARAF