Modern ulus devlet ve toplum içerisinde yaşayan Müslümanların bazı ifade, kalıp ve terimlerin ağırlığı altında mücadele verdikleri tespitiyle sunumuna başlayan Musa Üzer, yerlilik ve millilik kavramlarının bunun önde gelenlerinden olduğunu vurguladı. Üzerinde düşünülmeden sanki yüzyıllardır kullanılan, değişmez ve hakikat gibi sunulduğuna dikkat çeken Üzer, oysa millilik, yerlilik, milliyetçilik gibi olguların modern döneme ait birer olgu olarak ortaya çıktığını söyledi.
Bağımsız ve statüko dışı bir çizginin temsilcisi olduğuna inanılan İslamcılığın değişik mahfiller ve unsurlar eliyle zaman zaman hizaya getirilme çabasına şahit olunduğuna dikkat çeken Musa Üzer, özellikle siyasal gelişmelerin kızıştığı evrede bu duruma daha fazla rastlandığını, İslamcılığın teorik hizaya getirilme çabasında ise iki unsurun öne çıktığını birincisi “kökü dışarıdalık” ikincisi ise “Yerlilik ve millilik” argümanının kullanıldığını vurguladı. Siyasal-sosyal yerel statükonunözellikle ilk dönemlerde yani 1960’larda İslamcı düşüncenin yeniden bu coğrafyada yerleşmeye başladığı süreçte “kökü dışarıda” argümanını kullanıldığını belirten Üzer, laik-Kemalist sisteme bağlı medya unsurları yayın organlarında bu düşünceyi yerleştirmeye çalışarak İslamcılığın toplumsal gelişimini engellemeye çalıştığını hatırlattı.
Bir nevi yola, hizaya getirme çabası olan kökü dışarıdalıkargümanının teorik zemininin de süreç içerisinde oluşturulduğunu bunun isminin de “yerlilik ve millilik” tezi olduğunu belirten Musa Üzer, İslamcılığın gelişip büyüdüğü 80’lerde zayıf, utangaç bir şekilde savunulan daha çok da hor ve hakir görülen “milliyetçi kesimlerin” kullandığı bu yaklaşımın 28 Şubat darbe sürecinde ciddi anlamda İslamcı mahallede kullanılmaya başlandığın hatırlattı. Hatta o dönemlerde laik-Kemalist sisteme karşı mücadeleyi, direnişi çözen en önemli teorilerden biri olan yerlilik ve millilik mevzusunun İslamcılara hitap eden yaygın organlarında savunulduğun belirten Üzer, “Bu topraklara ait olmakla” başlayan edebiyatın “bize ait olmayan SeyyidKutub, Mevdudi’nin yerine bu topraklara ait Yahya Kemal, Nurettin Topçu” övgü ve sövgü edebiyatıyla devam ettiğini dönemin yayın organlarından örneklerle aktardı.
‘Ulus’un dini tecrübesinde İslam öncesi sürece gitmek için çok uğraşıldı lakin çok da başarılı olamadığının altını çizen Üzer, 1940’ların Kemalist-milliyetçi söyleminde ise yerlilik otantik özlemin ifadesi olarak yansıdığını, farklı ideolojik hareketlerin örneğin sol-sosyalistlerin de gündeminde yerlilik ve millilik meselesinin olduğunu,kişilerden örneklerle geçirdiği tartışmayı hatırlattı.Musa Üzer, Müslümanların kabul etmesi için milliyetçi-muhafazakârların geliştirdiği yerlilik düşüncesinde genel olarak bunun modernleşme ile ortaya çıktığını, Batılılaşma, yabancılaşma karşısında kendine sahip olacağı değerler belirleyip bunları koruma çabası olarak da görüldüğünü vurgulayarak “Devlet”in ise bu düşüncede yerliliğin temel direği olduğunu, hatta asli kurucu unsur olarak algılandığını, bu topraklarda gaza ve mücadeleler sonucu oluşturulan devlet ve onun meydana getirdiği ‘millet’e ait olan bütün hâsılanın yerli ve milli olarak ifade edildiğini, bunun son evresinin ise ‘milli mücadele, istiklal savaşı, bağımsızlık ruhu, yedi düvelle savaş, Batı/Hristiyanlıkla mücadele meselesi’ gibi terkipler üzerinden ortaya konulduğunu aktardı.
Yerliliğin mekân/coğrafya kadar tarih/zaman ve bağlam ile de ilgisi bulunduğunu belirten Üzer, yerlici düşüncenin Müslümanlığın zorunlu hallerinden olan İslamcılığın ümmet söylemine de anti-evrenselcilik bağlamında karşı çıktığını belirtti.Yerli ve milli olmayanların bazen Batıcı, laik, sol unsurlar, kişi ve kültür parçaları olduğunu, bazen ise yerli ve milli olmayanlar aynı inanç dairesi içerisinde yer almasına rağmen yine Türk olma bahtiyarlığına erişmeyen Müslümanlar olarak görüldüğünü belirten Üzer, örneğin Araplarla olan farklılığa meşruiyet kazandırma gerekçesi olarak onların “Selefi” kültüre dayandığı oysa Anadolu ruhunun ise “tasavvufa” dayandığı tezi öne çıkarılarak yerli ve milli daire korunmaya çalışılır dedi.
Yerlilik ve millilik bütün karmaşık ve eklektizmine rağmen son kertede etnosentrik ve antroposentrik bakışın hasılası bir değer ortaya çıkardığını belirten Üzer, burada dominant unsurun herkesten farklı, biricik, özerk, ulusal, milli olduğunu ortaya koyacak değerler alanının içerisinde yer alanlar ve dışında kalanları tespit meselesi olduğunu “Gönül coğrafyasına” ilişkin yani yerlici ve millici olanların sevmediği o “ümmet” unsurlarıyla ilişki ise “mazlumların hamisi” rolüyle doldurulduğunu belirtti.Yerlilik nihayetinde modern bir olgu olarak ulus/alın tecrübesini ifade ettiğini belirten Üzer, teritoryal/toprak merkezli bu gelişmede çelişik ve çapraşık olan, özgünlük ve özgül ağırlık doğuran yerliliğe yol açan saik, modernleşme sürecinde değişim-dönüşüme inat mevcut halini ‘muhafaza’ eden tarihsel sürekliliği olan siyasal-toplumsal özelliklerin varlığı olduğunu bu sentezle birlikte ortaya çıkan “biricik ulus devlet” toprakları üzerinde yerlilik ve millilik kazı çalışmaları yapıldığını söyleyerek, bu bazen Türkiye gibi ülkelerde ulus devletin din/İslam öncesi tarihini, yerini tespit etme, keşfetme mücadelesi şeklinde ortaya çıktığını, dinin değerler alanı yerine toprak ve etnosentrik değerlerin önemsenmesine yol açtığını, Anadolu’daki Türk varlığının öyle sanıldığı gibi bin yıllık olmadığı, çok daha eskiye dayandığına dair kazı çalışmaları yapıldığını, ya da bizzat Erdoğan’ın ifadesiyle 2000 yıllık devlet tecrübesiyle övünülmesi örneklerini aktardı.
Yerlilik ve milliliğin bugün itibariyle Müslümanlara/İslamcılara dönük yüzünün asıl niyeti devletin merkezde olduğu bir bakış açısını kabul ettirmek olduğunu belirten Üzer, devlet-ebet-müddet düşüncesini, yüce, kerim olan devlet-i âli fikrinin benimsetilmeye çalışıldığını, İslamcı da olsa hadde, hududa yani ‘milli sınırlara’ riayet eden bir performans içerisinde olunmasının, söylem ve pratiklerin buna göre ayarlanmasının, iç politikadan dış politikaya bütün hadiselere artık devletin ‘gözüyle’ bakılmasının istendiğini belirtti.
Müslümanlığın ve İslam’ın yerlilik ve millilik hattının/sınırının çok ama çok ötesinde, üstünde olduğunu ortaya koyan Musa Üzer, yerli ve milli sınırlar ile hududullahın iki farklı varoluşa, zemine ve bağlama tekabül ettiğini, bunun da iki farklı bilgi anlayışı, perspektif ve pratik demek anlamına geldiğini, şekilsel olarak pratikler zahirde aynı olsa da dahi örneğin sadece Allah için savaşmak ile ‘aziz vatanımız için savaşmak’ hayatı anlamlandırma noktasında esaslı farklılığa işaret ettiğini vurguladı.
Erdoğan ve AK Parti yetkililerinin uzun bir zamandan beri yerlilik ve milliliği yeni Türkiye’nin ideolojik hattı haline getirmeye çalışmasını medyadaki destekçi unsurları hemencecik savunmaya çalıştığını belirten Üzer,önce ulusalcı olmayan ama yerli ve milli denildiğini şimdi de bağımsızlıkçı ulusalcılar da yerlici ve milli denilerek Kemalist kadrolarla ittifak ve sistemin restorasyonunda kadro devşirme politikalarına hız verildiğini, “yerli ve milli” olan “Atatürk’ün” keşfedildiğini belirtti.
Artık iktidar borazanı söz ve kalem erbabına göre zaten “Atatürk de yerli ve milli idi” denildiğini, Mustafa Kemal’den Gazi’liğe oradan da Atatürk’e giden yol çok hızlı bir şekilde geçilirken bu mide bulandırıcı ilkesizliğin, oportünizmin hızının ‘memleketin’ insan kalitesini aşağı çekmede ciddi rolünü belirterek geçmişte sistemin ceberut yüzünden dolayı insanların resmi ideolojinin ikonları hakkında gerçek kanaatlerini söyleyememesi durumundan çok farklı bir durumun bugün yaşanıldığını aktardı. Baskı ve zorunluluk olmadan yaşadığımız cahilî sistemin tağuti otoritesine düpedüz övgüler düzüldüğünü belirten Üzer, olan bitenin adının milliyetçileşme ve devletçileşmeden başka bir şey olmadığını, iktidarın sadece ulusalcı ideolojinin politik argümanları, hassasiyetlerini devralmadığını en az onun kadar daha kötü olan düşük akıl ürünü argümantasyonlarının, siyasi davranışlarının devralındığını belirtti.Erdoğan’ın bu konudaki söylem ve tercihleri, politik arenayı bu skalaya göre tanzimi ideolojik bir değişime mi politik zorunluluğa mı işaret ettiğinin tartışılması gerektiğini, Erdoğan’ın içinden geldiği ‘Milli Görüş’ çizgisinde bu bağlamda eklektik unsurların evvelden beri olduğunun altını çizmek gerektiğini belirten Üzer, pratikte ise iki olayın Erdoğan’ın tercihlerinde belirleyici olduğunu, birincisi 15 Temmuz sonrası yapısal durumda FETÖ ile mücadelede ulusalcılarla, milliyetçilerle girilen ittifak ilişkisinin teorik yansımalarının, ikincisinin ise başkanlık sistemiyle seçilmek için gerekli olan oya ulaşmada ulusalcı, milliyetçi toplumsal kesimlerden oy almak için gerekli ideolojik söylem ayarlamalarının belirleyici olduğunu vurguladı.
Yerliliğin otantikliği iddiasının sahici olmadığını belirten Üzer, yerli ve milli denilince akla ilk gelen ikonlardan Nurettin Topçu örneği bile konunun sentetikliğini göstermesi açısından yeterli olduğunu aktardı.Yerlilik ve millilik meselesiyle İslamcılara had bildirmeye kalkanların aslında kişileri değil İslamcı düşünceyi tasfiyeye çalıştığını, uykularını kaçıran, meşruiyet kaynaklarını bozan İslami düşüncenin sisteme ve yeni statükoya uygun revizyonu kendi konumlarını güçlendirme açısından da önem taşımakta olduğunu Üzer belirtti.
Dönemsel olarak yerliliğin kullanımında farklılıklar da olduğunu belirten Üzer 1960’lardaki Edebiyat Dergisi’ndeki yerlilik ve millilik mezvuu ile 28 Şubat’taki durumun ya da bugünün farklı olduğunu aktardı. Örneğin Başörtüsünün neredeyse bütün kamusal alanda yasaklanması çabasının verildiği yapıdan başörtülü milletvekili hatta subayın olduğu evreye geçildiğini söyleyen Üzer, lakin tağuti otoritenin ne demek olduğunu bilen başörtülünün güle oynaya Anıtkabir’e gittiği yeni durumla karşı karşıya olunduğunun da görülmesi gerektiğini belirtti.
Mühendislik ayarlamalarıyla tarihî vakalar üzerinden politik bir şekillendirme ve algı oluşturulurken olayların da bağlamından koparılarak neden-sonuç ilişkisinden uzaklaştırıldığını belirten Üzer, bugünkü yerlici ve milli dilin İslamcılığı bitirmediği, aksine zenginleştirip asli mecrasına oturttuğu iddiası siyasal-sosyal gerçekliğe ve muhatap olunan devlet tecrübesine uymadığı gibi doğru da olmadığını belirten Musa Üzer, modern iktidarın, düşünce ve siyasetleri içine çekip, kendine benzeten bir içeriğe sahip olduğunu, Müslümanlığın ise din temelli bir varoluş olduğunu, basit iktidar amaçlı atraksiyon hareketi olmadığını, bu yer’in iktidarı değil aslolanın O’nun rızasına uygun yaşayarak ahiret ‘yurdunda’ kazananlardan olmak olduğunu hatırlattı.
Yerlilik ve millilik arayışlarının son kertede nasıl bir kişilik, daha doğrusu Müslüman şahsiyet ortaya çıkardığını sorgulamak mecburiyetinde olunması gerektiğini hatırlatan Üzer, ortaya çıkan hasılanın Rabbimize kulluk denkleminde nasıl bir karşılığının olduğunun muhakemesini, muhasebesini yapma zorunluluğunun bütün Müslümanlar için geçerli olduğunu hatırlatarak yerlilik ve millilik meselesinin aynı zamanda bir kimlik meselesi olduğunu, aynı zamanda bir Müslüman açısından aynı zamanda referans problemi olduğunu söyledi.
Son olarak Üzer son dönemde Mustafa Kemal üzerinden yapılan tartışmalara tekrar değinerek bizim Kemalizm’le sorunumuzun akidevi olduğunu siyasal-sosyal, kültürel, tarihsel örnekler üzerinden aktararak İslam’a ait herşeyi hayattan silmeye çalışan kişiler için taktik nedenlerle bile olsa rahmet dilemenin yanlış olduğunu söyledi.
Program yapılan katkılarla sona erdi...