“Yerli ve Milli Kaygılar ile Ümmet Perspektifi Bağdaşabilir mi?”

Özgür-Der’in 2017-2018 “Siyasi-Sosyal Analiz Panelleri” üst başlığı altında düzenlediği “Yerli ve Milli Kaygılar ile Ümmet Perspektifi Bağdaşabilir mi?” konulu panel Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Panelin yöneticisi Murat Aydoğdu giriş olarak “Milli deyince biz İbrahim milleti anlıyoruz. Kur’an’da ve sünnette geçen haliyle cahili toplumlarda kullanılan bazı kavramlar fıtri özellikler taşır. Bunlardan asabiye; toplumsal dayanışma anlamı taşır. Cahili özelliklerinin yanında bazı fıtri özellikler de taşımaktadır. Bir diğer kavram hamiyet ise cahili hamiyet adı ile ve ‘zalim de olsa mazlum da olsa kardeşini koru’ anlayışında tezahür eder. Müslümanlar bu kavramı bir hadis de geçen haliyle cahili yönünü atarak fıtri dayanışma duygusu şeklinde değerlendirebilir. Böylelikle bozulanı ıslah edebiliriz. Günümüzde ise medyanın ürettiği dil hamasi milliyetçi bir dil olarak karşımıza çıkıyor. Bu ayrıca toplumda da bir seküler muhafazakar gerilimi beraberinde getiriyor. Bu gerilime Rabia işaretinin milliyetçi bir şekilde dönüşümü veya Afrin meselesinin şoven hamasi duygunun yanında mazlumların yanında olma söylemi ile farklı şekillerde temellendirilmesi örnek verilebilir. Bu gerilim artacak gibi duruyor.” dedi ve ilk olarak sözü Ahmet Yıldız’a verdi.

Ahmet Yıldız, bu sorunun üç boyutu olduğunu birincisinin teolojik, ikincisinin ideolojik ve sonuncusunun ise politik boyut olduğunu söyledi. Yıldız, “Teolojik yani akidevi boyutta baktığımızda, Allah, insana tasarruf yetkisi verdi. Bütün yeryüzü insanın kendisine musahhar kılındı. Her şey insana hizmet ediyor. Bize ait olan, mekan ve toplum aidiyet hissi tüm varlıklarla kurulabilir ve herhangi bir kısmı ile sınırlanamaz. Aslında ‘bizden olan’ kişinin Allah ile kurduğu müspet ilişkiye bağlıdır. Bizden olmayan ise şeytani olandır. ‘Bizden olan’ Allah’a kul olmuş kişidir. Yerli ve milliliğin karşılığını Allah ile kurulan ilişki belirler. Bir Müslüman İngiliz bizdendir bize daha yakındır. Rasulullah (s), Selman-ı Farisi’ye Selman-ı İslami demiştir. Arap, Türk, Fars olmak sadece taaruf açısından bir anlama sahiptir” diyerek,  bir ordunun kara, hava ve su gibi unsurlarının bulunduğunu bu ordunun ancak tüm unsurları ortak bir amaca yönelirlerse varoluşunu gerçekleştirebileceğini, herhangi bir unsur, mesela kara kuvvetleri, ‘ben bu ordunun en önemlisiyim, en üstünüyüm’ diyemeyeceğini Araplığı Türklüğü öne çıkarmanın da buna benzediğini Akidevi açıdan da bunun hiçbir anlam taşımadığını böylelikle Müslümanlığın küresel bir nitelik taşıdığını belirtti.

Konuşmasının devamında Yıldız, “İdeolojik olarak baktığımızda ortada farklı bir durum vardır. Nitelik olarak yerli ve milli kavramları yerli ve milli değildir. Muhafazakarlık da yerli değildir. Hepsi seküler Avrupa merkezli bakış açılarının eseridir. Vatan duygusu insanın doğduğu yer ile ilgilidir. Zaman, mekan, yaşam tarzı ile bağlantılıdır. Bir insanın vatanına yakınlık hissetmesi doğaldır. Bunun dışında bir Müslüman için vatanı şeriatın hakim olduğu yerdir. Milliyetçilik ise bir coğrafyayı kutsallaştırarak adeta vatanı yeniden üretir. Filancanın ayak bastığı yer şöyle önemlidir denir. Zaman ve mekan yeniden tanımlanır

Mesela Kemalizm bir Anadolu miti oluşturdu. Hatta Hititleri ve Sümerleri Türk ilan etti. Yerlilik güçlü bir temadır. Hem dini hem de seküler olarak mekanı yeniden inşa eder Sekülerin de kutsalı vardır. Dini olarak da yerli ve milli bir din oluşturulur. Kilise milli olmadığı halde o da milli hale getirilir. Böylece Kilise seküler siyasi otoritenin etkisi altına girer. Örneğin, Polonyalı Meryem ikonu. Bu ikon manevi güç olarak görülmüş, Meryem’in Polonyalıları seçmiş ve onlara özel muhabbet beslediği söylenmiştir. Burada gördüğümüz gibi dini bütün semboller rahatlıkla millileştirilebilir ve yerlileştirilebilir.

Kim yerli, kim milli? Yabancı kimdir? Burada ‘biz’i baştan üretiyorsun ve Allah ile ilişkiyi baz almıyorsun. Kültürler farklı olabilir. Fakat öz itibarıyla müslümanlığı şekillendiren ilkeler aynıdır. Vatandaşlık ilişkisinde aynı dine mensup olmak bir önem ifade etmez. Allah katında ise pasaportun hiçbir önemi yoktur. Kültürler ise çeşitliliğin güzelliğini yansıtan tablolardır. İslamı biçimlendiren değerler temelde ortaktır. Misafirperverlik özü ile aynıdır ama kültüre göre değişebilir. Örneğin selamlaşmak Müslümanlar arasında farklı biçimler alarak kültürleşebilir.” dedikten sonra konuşmasını şu sözlerle bitirdi: “Politik açıdan baktığımız da ise ‘yerli ve milli’ ifadesinin güncel anlamı karşımıza çıkar. Anadoluculuğun seküler ve dindar farklı formları vardır. Dindar olanı 1071’den alır ve formu Türklüktür. Yerli ve milli olan inşa edilir. Yerli ve milli kavramları iktidarın muhafazasında oldukça kullanışlıdır. Kendi iktidarına yakın olanlar yerli ve milli diğerleri yerli ve milli değil kökü dışarda olur. Böylelikle muhalefete karşı totaliter bir söylem ortaya çıkar. Milliyetçilik dini absorbe eder ve dönüştürür. Bu duruma ‘seçilmiş Müslüman toplum’, ‘en iyi İslami yorumun o millete ait olması’ gibi örnekler verilebilir.”

Kenan Alpay, konuşmasına bazı kavramların dönemsel olarak çok fazla popüler olduğundan dolayı onu sorgulamanın fitne çıkarmakla eş değer tutulduğunu, yerli ve milli kavramlarına karşı da itirazların ve şüphelerin kökü dışarıda söylemi ile bastırılmaya çalışıldığını 15 Temmuz, PKK, Suriye, Irak, AB gibi süreçlerden sonra temel kaygının beka kaygısı olduğunun belirtildiğini ve ülkenin bölündüğü, parçalandığı hatta işgal edildiğinin anlatıldığını örneğin 15 Temmuz Darbe Girişimi tanımlanırken ‘15 Temmuz diğer darbelerden farklıdır, ülkeyi işgal etme planıdır’ dendiğini söyleyerek başladı. 

Alpay, “Oysa ki bana göre bu darbe girişimi de tıpkı 28 Şubat, 12 Eylül, 12 Mart ve 27 Mayıs gibi bir darbedir. Bu beka kaygısı ile siyasal konjonktür de MHP ile yapılan ittifak sadece politik bir ittifak olarak kalmıyor. Adeta milliyetçi duygu, söylem, sembol, ideoloji ile de ittifak yapılıyor. Örneğin yerli ve milli olanın ABD karşıtlığı olduğu söyleniyor. Fakat Rusya söylenmiyor. ABD emperyalist ve katilse Rusya da emperyalist ve katildir. Rusya ile yakınlıklar; sıkışmışlık, daralmışlık ve zorunluluktan çıkıp iradi bir tercih ise burada ideolojik bir saptırma vardır.” diyerek konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Yerli ve milli olmak 1000 yıllık hayat tarzı ve medeniyeti yaygınlaştırma olarak söyleniyor. Arap ve Fars kültüründen ayrışmanın elzem olduğu anlatılıyor. Peki, yerine ne koyacağız? Batı medeniyetini mi? Yahya Kemal Beyatlı, Anadoluluğu yüceltir. Dini; bir kültür, tarih ve özel bir toplum olarak Türkler tarafından üretilen değer olarak görür. İslam’ı Anadolu coğrafyasına Türklerin 1000 yıllık tecrübesine dayandırır. Fakat 1071’den önce de Anadolu’da Müslümanlar yaşıyordu. Nureddin Topçu’nun da benzer görüşleri vardır. Topçu, ‘Müslüman Anadolu sosyalizmi’ kavramını ihdas etmiştir. Kendisi sosyalizmi, asrın şeriatı olarak görüyor. Üç değerin, bunlar tarih, toplum ve coğrafyadır, bir araya geldiğinde hareket özü, felsefesini oluşturacağını söyler. Ancak bu “hareket felsefesi” Fransa’da öğrenim gördüğü hocası M. Blondel’den almıştır. Hocası Blondel’e ait olan bu kavramsallaştırmayı Türkçe’ye tercüme etmiştir ve diğer bir Fransız Louis Massignon’un Hallac-ı Mansur üzerine yapmış olduğu araştırmalardan da etkilenerek tasavvuf kaynaklı İslami bir hayat tarzı önermiştir.

Fakat 80’lerin sonuna doğru “Radikal İslam anlayışı toplumu tahrik etmeye başlayınca” devletin konsolidasyonu ile yerlilik ve millilik öne çıkarıldı. Mehmet Akif tehlikeli görüldü. Çünkü Abduh, Reşid Rıza, Afgani gibi şahsiyetleri takip ediyordu ve İslamcı söylem ve eylemleri vardı. Böylelikle, İslamcılığa zıt şeyler söylese de, Topçu İslamcı olarak tanıtıldı. İslamcı olacaksa kaynağı Arap veya Hint olmasın bizzat yerli olsun dendi. İslam, İslamcılık yerliliği ve milliliği güçlendiriyorsa muteber görüldü; onu reddediyorsa ona alternatif ise orada dur denildi.

“Suriye ve Irak’tan gelen mülteciler gösterilerek ‘onların var ama bizim gidecek bir yerimiz yok’ deniliyor. Bu ‘vatan’ kavramının mübarek, son kale olduğu burası giderse hiçbir şeyin kalmayacağı söyleniyor.” diyen Kenan Alpay, İslam’ın sadece bir coğrafya, iktidar, toplum ve tarihle kaimdir şeklindeki bir mantığın asla söz konusu olamayacağını ve “Dinin Allah’ın dini olduğunu”nu vurguladı.

 Anadoluculuk anlayışında ‘Anadolu’ kavramının imkân dâhilinde üretildiğini, aslında Hatay, Urfa gibi şehirlerin eskiden Bilad-ı Şam’a dâhilken mesela Batum’un da ülke sınırları dışında kaldığı için Anadolu tanımlamasının dışarısında kaldığını belirten Alpay, sözlerine şu cümlelerle son verdi: “Afrin Harekâtı ile birlikte herkes Suriye’de sadece Afrin varmış gibi bahsediyor. Oysa Afrin Suriye’nin sadece bir ilçesi. Evet PKK katil, zalim emperyalistlerle işbirliği yapan bir örgüttür ve buna karşı savaşmak meşrudur, iyidir fakat Halep’te, İdlip’te, Doğu Guta’da cihat yok mu? Afrin de sadece TSK mı var? ÖSO Müslüman değil mi? Üniforma varsa sorgusuz sualsiz şehid, üniforma yoksa “Abi Suriye karışık kimin ne olduğu belli değil” deniyor. Bu hatalı bakış açısı fark edilmelidir.”

Panel soru cevap bölümünün ardından nihayete erdi.

Haber: Ömer Faruk Şeker

Fotoğraf: Ahmet Hışıroğlu

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi