Yerli ve Milli İslamcılık Hasreti!

İslamcılıkla ilgili olarak birilerinin ne zaman zaaflardan, eksiklik ve başarısızlıklardan söz edecek olsa bir şekilde sözü getirip ‘tercüme İslamcılık’a fatura kesmeye kalkışması nasıl bir adaletsizliktir?

Kemal Öztürk Yeni Şafak’taki yazısında sitayişle bahsettiği Mehmet Şevket Eygi’nin Fuzuli’den mahrum kalındığına dair eleştirilerine değinirken yanlışlığı, ilgisizliği İslam dünyasından tercüme edilen eserlere bağlamış. Cümlesi aynen şöyle:  

“…İslamcıydık ama Akif’i, Ahmet Cevdet Paşa’yı, Yahya Kemal’i okumamıştık. Bunun yerine İslam dünyasının dört bir yanından getirilip, tercüme edilen garip dini yayınları okuyup, yutmuştuk…”

İyi de bir eksiği, vefasızlığı dile getirmek için illa da bir başka haksızlığa yol açmak şart mıdır? Neden İslam dünyasından kazandırılan eserler ile bu coğrafyada üretilmiş eserler karşı karşıya konuluyor? Örneğin Akif’ten söz ediliyor. Akif’in fikri birikiminde Afgani’nin, Abduh’un rolü bilinmiyor mu?

Neden tercüme edilen yayınlar ‘garip’ olsun? Mevdudi’nin, Seyyid Kutup’un, Hasan el-Benna’nın, Takiyüddin Nebhani’nin ve diğer öncülerin eserleri, fikirleri, kazandırdıkları mı garip? Her biri mücadeleyle, azimle, sebatla yaşadıkları hayatlarını Rabbe en güzel şekilde sunma gayreti içinde olmuş bu öncüleri hayırdan başka bir şeyle anmak doğru olur mu?

*

Kemal Öztürk’ün bahse konu yazısı:

Bu Ülkenin Şimal Yıldızları

Bu ülkenin kendi çocuklarına şimal yıldızı gibi yol gösteren insanları kimlerdir? Ne kadarını tanıyoruz, ne kadarını biliyoruz?

Siyaset yazılarından sıkılanlar böyle buyursun. Anlatacağım güzel bir şey var.

MEHMET ŞEVKET EYGİ FARKI

Mehmet Şevket Eygi ile ilk tanışmam, 1997 idi sanırım. Çamlıca’daki belediyeye ait tesislerin yapılmasında danışmanlık yapıyordu. Tesislerin Osmanlı tarzına uygun olması için dönemin belediye başkanı Erdoğan’ın özel ricasıyla gelmişti. Bizim mahallenin bu işlerinden anlayan neredeyse tek entelektüeli oydu.

Ben de onunla röportaj yapmaya gittim. Nasıl şık, nasıl beyefendi, nasıl parıltılı bir hali vardıysa, o günü hep hatırladım.

Aradan yirmi yıldan fazla zaman geçti. Önceki gün, İstanbul’da yapımı devam eden İslam Medeniyeti Sanat Bahçesi’nde iftarda buluştuk. Bembeyaz sakalları, kafasında kırmızı fesi, iç yelek, yaka mendili… yani yine şık, yine beyfendi ve parıltılı.

Ağzında şeker varmış gibi, tatlı tatlı konuşuyor. Yirmi yıl önce ‘elitist, huysuz ve abartılı estetik takıntısı olan biri’ olarak eleştirilirdi. Ben de bu fikre kapılmıştım o zaman üstat affetsin!

Ancak şimdi karşımda konuşan bu ak sakallı bilge, bana nadide bir antika eser gibi kıymetli geldi. Korumak, hürmet etmek ve nadide yanından istifade etmek istiyor insan. 80 yaşını geçti hazret. Allah uzun ömür versin.

“FUZULİ’SİZ BİR TÜRKİYE OLAMAZ”

Farklı fikirleri, derin konuları ve bu ülkede çok az bulunan sanat ve estetik kaygısını öyle güzel anlatıyor ki, hepimiz hem mutlu oluyoruz, hem hüzünleniyoruz. Hattat Hüseyin Kutlu ile bu dertleri çok paylaşırız, çok kafa yorarız. Ama şimdi Şevket Eygi bizi daha derinlere ve uzaklara götürüyor.

Konuşmanın bir yerinde konu ülkelerin yıldız gibi yol gösteren insanlarına geldi.

Dikkat çekici bir tespit yaptı:

“Azizim şimdi siz, Kant’sız bir Almanya, Dante’siz İtalya, Shakespeare’siz İngiltere, Cervantez’siz İspanya düşünebiliyor musunuz? Hayır. İşte Fuzuli’siz bir Türkiye de olmaz. Düşünememeniz gerekirdi. Öylesine kıymetli biriydi. Osmanlı’da Fuzuli’den bir beyit okuyamayanı devlette çalıştırmazlardı. Şu acı duruma bakın ki, Fuzuli’yi tanıyan yok bu ülkede neredeyse.”

Keşke “Hafız’sız İran olur mu?” da deseydi!

NEDEN KENDİ GEÇMİŞİMİZLE BAĞ KURAMIYORUZ

Hafızı Şirazi’yi okuduğumdan beri aklımda şu soru var: Hafız gibi bir kıymeti üreten, İslam dünyasının en büyük sanat ve estetik merkezlerinden biri olan İran’ın, bugünkü haline bir bakın. İdeolojinin elinde çorak bir toprağa döndü.

İran öyle de biz farklı mıyız? Önceki gün Fatih’te duvar dibinde oturmuş konuşuyorduk eski tayfa olarak. Sorduk, biz neden kendi kültürümüzün ve bilgi havzamızın derinliklerine inemedik, onları tanıyamadık? İslamcıydık ama Akif’i, Ahmet Cevdet Paşa’yı, Yahya Kemal’i okumamıştık. Bunun yerine İslam dünyasının dört bir yanından getirilip, tercüme edilen garip dini yayınları okuyup, yutmuştuk.

Sadece fikir adamlarından yoksun kalmamıştık. Sanat, müzik, estetik, mimari ne varsa hepsini ıskalamıştık. İşte Şevket Eygi’nin, ‘onsuz Türkiye olmaz’ dediği Fuzli de ıskaladığımız değerlerden biriydi.

Enteresan bir şey var:

Batılılaşma fikriyatını savunanlar Batılı fikir adamları, yazarlar ve sanatçılardan besleniyordu. Bizim gibi İslamcı, muhafazakarlar da Kuzey Afrika, Ortadoğu ve yakın Asya fikir adamlarından, yazarlarından beslenmişti. Sol kesim de malum, Rusya ve çevresinden.

Neden hiçbirimiz kendi ülkemizin geçmişindeki fikir adamlarından, düşünürlerinden, sanatçılarından beslenmedi? Sonunda Batıcılar da, İslamcılar da, solcular da hep tercüme eserlerle tuhaf bir ideolojiye sahip oldular.

BİZİM MEDENİYETİMİZİN ŞİMAL YILDIZLARI

Dün ölüm yıl dönümünde rahmetle andığımız Cemil Meriç’i okuduk ama onun şu sözünü de nedense ıskalamışız:

“Bizim medeniyetimiz Süleymaniye’de kubbe, Itri’de nağme, Baki’de şiirdir.”

Mimari, müzik, edebiyat…

Mimar Sinan, Itri, Baki, Fuzuli…

Bu ülkenin çocuklarına yol gösteren Şimal yıldızları bunlardır.

Bu ülkenin tüm dünyaya ışık saçacak yıldızları bunlardır.

Osmanlı’da siyaset yapan da, yazar olan da, iş adamı da, bürokrat da, öğrenci de Fuzuli’den, Baki’den bir beyit okurdu, Itri’den, Dede Efendi’den, bir eser söyler, bir enstrüman çalardı.

Nasıl da çorak topraklara döndük. Nasıl da sığlaştık.

Tüm bunlara canımız yanıyordu, Mehmet Şevket Eygi gelip üstüne tuz bastı, tatlı diliyle.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!