Resmi muhafazakârlığın, tıpkı sol Kemalizm gibi (sol muhafazakârlık da denebilir) en bariz özelliği elitist özellikler taşımasıydı. Bu elitist sağ muhafazakârlık merkez dışında kalan sessiz çoğunluğun tepkilerini emerken diğer tarafta dini duyarlılıklar başta olmak üzere kültürel, geleneksel değerler paranteze alınıyordu. Böylece sitemin yedeğine alınan dini duyarlılık edilgenleştirilirken varlığı korunuyor görüntüsü veriliyor ve etkisiz hale getiriliyordu.
Post-Kemalist dönem bu resmi muhafazakârlığın (sol ve sağ versiyonları ile) bitiş dönemidir. Post-Kemalist dönem doğrudan 'yerli muhafazakârlık' üzerinden şekillenen siyasal ve toplumsal yapının resmidir artık. Yerli muhafazakârlığın yükselişinin toplumsal temelleri olduğu kadar yaşanan siyasal dönüşümle paralel işleyen bir etkileşim de söz konusu. Her şeyi muktedir siyasetin belirlediği, hatta daha "üst siyasetin" yani küresel hegemonların nizamat çektiği sanrısı sağlıklı bir yaklaşım değil. Ne var ki son iki yüz yıldır bu memlekette meydana gelen temel dönüşümlerin dış dinamiklerin etkisi yok sayılarak açıklanamayacağı da bir gerçek.
Bu çerçeveden bakıldığında Türkiye'nin NATO'ya girmesi nasıl resmi muhafazakârlığın yükselişine kapı açan dönüşümü zorladıysa AB süreci sonuçları itibariyle küresel gelişmelerin Türkiye'ye yansımalarını biricik/unique kılıyor. Yerli muhafazakârlık bir yanda sosyo ekonomik yükselişi ve iktidar arayışı ile post-Kemalist dönemi şekillendirecek tek toplumsal dinamik olarak sahnede yerini aldı. Zira Kemalist ortodoksi toplumsal hareketliliği anlama, tepki verme ve kontrol etme refleksini zaten yitirmişti. İdeolojik katılığı toplumu anlamasının önünde en büyük engeli olduğu gibi temsilcisi olmakla övündüğü "çağdaşlık" gibi büyülü sözlerin de yaldızı dökülmüştü.
Yerli muhafazakârlık bu tarihsel kırılma anında ortaya çıktı. Sistem dönüşmeye karar vermiş; sistem içi elitlerden bir kısmı, bu dönüşümü eski kadroların statükosunu bozmadan yapmak istiyordu. Ne var ki dönüşümün içeriği ve hacmi atıl kadroların boyunu çoktan aşıyordu. Hatırlayalım; bu dönemde bir ilk olarak emekli generalin yolsuzluktan yargılanması (Ergenekon'dan çok önce) statükonun değişim sinyalinden başka bir şey değildi. Ne var ki küresel sisteme entegre olmak için çok daha sarsıcı dönüşüme ihtiyaç vardı. Ve bu, merkezin karar mekanizmalarından uzakta tutulan kadrolar eliyle yapılabilirdi.
Post-Kemalist dönemin yükselen aktörü olarak sahneye çıkan yerli muhafazakârlığın siyasal erki kontrol edebilmesi için üç farklı dinamiğin desteği gerekliydi: Toplumsal destek, dış destek, sistem içi destek. Bunlardan sadece sistem içi destek zayıftı. Zamanla bu da aşılacaktı...
Ancak bu noktada, yaşanmakta olan süreci kalıcı ve farklı kılan sistemin dönüşüm kararı ile yerli muhafazakârların dönüşme arzularıydı. Sistem yeni küresel düzene ayak uydurmaya karar vermiş, muhafazakâr siyaset de bu dönüşümün taşıyıcısı, aktörü olmuş, böylelikle statükonun muktedir kadrolarının direncini aşabilmişti.
Bu noktada can alıcı soru İslamcılık meselsinin bu dönüşümde nerede durduğudur. Yerli muhafazakârlık küreselleştikçe/küreselleşmeye eklemlendikçe İslamcılıktan uzaklaştılar. İslamcılığın küresel vizyonuna (ümmet) karşılık muhafazakârlığın yerelliği küreselleşmeye eklemlenerek İslamcılığın küresel vizyonunu devre dışı bırakıldığı bir paradoksal süreç yaşanıyor. Dünya ile daha doğrusu küresel sistemle bütünleşen, liberal politikalara uyum sağlayan muhafazakârlık diğer tarafta sistemin toplumsallaşmasını sağladığı gibi toplumsal dinamizmi de yapıya dahil ederek yenilenmesini sağladı.
Tam bu noktada Müslümancılık-İslamcılık zıtlaşması devreye girdi. Merkezde yer edinen yerli muhafazakârlar alternatif olma iddialarından vazgeçti ve İslamcılık yerine bir kadro dayanışması olarak muhafazakârcılık şeklinde kavramsallaştırılabilecek refleks sergiledi. İslamcılık yerine ikame edilen muhafazakârcılık belirleyici özellik haline geldi.
Muhafazakârcılık siyaseti bir yanda sistemli olarak merkeze otururken diğer tarafta sisteme eklemlendi. Sistem biraz daha muhafazakârlaşırken muhafazakârlık beslendiği değer ve geleneklerden koptu. Bunun en çarpıcı örneği Müslüman Kalvinizminin adeta coşkuyla benimsenmesidir.
Dini düşüncenin, İslami dünya tasavvurunun biçimlendirdiği İslamcı iddialardan vazgeçildiği oranda sistemde yer açıldı. Küresel sisteme entegre olunduğu ölçüde de muhafazakâr kadroların konumları güçlendi. Böylelikle alternatif olma imkanı elinden alınan eski İslamcıların küresel ölçekte model gösterilmeleri gurur okşayıcı bir zafer olarak iç politikaya geri dönecektir!
YENİ ŞAFAK