HAKSÖZ HABER
“Muhalefetin, Türkiye ve BAE arasındaki normalleşmeyi sorgulama şekli, dış politikanın neden sürekli iktidarın lehine işlediğini bize anlatıyor. AK Parti dönemi dış politikasında ideoloji ve söylemin belirleyici olduğunu sanıyorlar. Halbuki milli çıkarın takibinde asıl etken pragmatizm ve rasyonalitedir. Siyasi akıl, mevcut dönemin güç denklemlerini ve ilgili aktörlerin değişen tercihlerini gözeterek milli çıkara ulaşmaya çalışır.”
Burhanettin Duran’ın “BAE ile normalleşmeyi sorgulamak” başlıklı yazısının girişinden alıntıladığımız bu tespitler Türkiye’nin 15 Temmuz’dan sonra içine girdiği yerli ve milli atmosferin nasıl işlediğini özetleyen cinsten.
Her şeyden önce şunu hemen belirtmek gerekmektedir. Duran’ın da yazısında ifade ettiği gibi muhalefetin BAE ile normalleşme üzerinden iktidarı tutarsızlıkla suçlaması ahlak ve vicdan dışı bir iştir. Cari hükümetin bölgede yaşanan gelişmelerde halklardan yana bir tutum geliştirmesi sebebiyle yaptırıma maruz kalması bir zaman sonra yaptırımı uygulayanların Türkiye ile ilişki kurmalarının önünde engel teşkil etmez! Önemli olan bu ilişkileri kurarken dahi gücünüz el verdikçe meşru zemine sahip olan söylemlerin destekçiliğini yapabilmektir.
Duran’ın bu bağlamda Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelttiği eleştirilerde haklılık payı olduğu aşikar. Ancak sorun başka bir yerde ortaya çıkıyor. Girişte alıntıladığımız kısım “millilik” olarak iktidara yakın isimler tarafından sık sık dile getirilen politik perspektifin ne kadar kaygan bir zemine sahip olduğunu gözler önüne seriyor!
Çıkar merkezli olarak siyasetin veya bir başka hususun inşa edilmesi en baştan ahlaki olanın ötelenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye veya AK Parti hatta Burhanettin Duran bu hayatta kime, neye karşı kendisini konumlandırmaya çalışmaktadır?
Yılların birikimiyle, Batı emperyalizminin coğrafya üzerindeki fiziksel ve zihinsel tasallutuna karşı adalet merkezli bir söylem inşa etmeye çalışan hassasiyet sahibi insanların “çıkar, pragmatizm, rasyonalizm” diyerek ahlakilikle doğrusal bir ilişkiye sahip olmayan fikirleri rahatlıkla savunabilmeleri çok önemli hasletlerin kaybedildiğine delil değil midir?
Duran’ın yazısında tutarsızlık olarak önümüze çıkan meselelerin başında, muhalefetin -özellikle İhvan üzerinden- “siyasal İslamcılık” yapıldığı eleştirisini savuşturmak için dış politikanın ideoloji ve söylem merkezli olmadığını kanıtlama yaklaşımını zikretmek gerekiyor. Bunu kanıtlamak için “milli çıkarın takibinde asıl etken pragmatizm ve rasyonalitedir.” sözlerini sarf eden Duran bu ikisinin ne kadar ideolojik bir zeminden beslendiğini bilmiyor olamaz!
Burada ideolojiden kasıt “Don Kişotluk taslamak” ise Duran’ın uzun uzun izah etmesine zaten ihtiyaç yoktu. Türkiye’nin elindeki güç oranında yapabilecekleri zaten belli. Bu konuda muhalefetin yaptığı "eleştiriler" AK Parti için gurur vesilesi olmalıdır!
Ancak siz çıkıp “görüyorsunuz biz milli çıkarımız adına ilke ve değerleri değil pragmatizm ve rasyonaliteyi merkeze alıyoruz” derseniz CHP’nin basit ve popülist eleştirinden kaçayım derken kendinizi çok daha berbat bir yerde konumlandırmış olursunuz!
Yerli ve milli siyaset anlayışının ahlaki temelden uzak oluşu bu anlayışa sahip olanların kendilerini ideolojik olarak refere ettikleri pragmatizm ve rasyonalite üzerinden bir kere daha anlaşılıyor.
O halde az evvel belirtmeye çalıştığımız gibi Batı emperyalizminin coğrafya üzerindeki fiziksel ve zihinsel tasallutuna karşı ne için mücadele edilecek? Çıkarımızı merkeze aldıysak Batı’dan ne farkımız kalıyor?
Bahse konu olan yazıyı iktibas ediyoruz:
Burhanettin Duran / Sabah
BAE ile normalleşmeyi sorgulamak
Muhalefetin, Türkiye ve BAE arasındaki normalleşmeyi sorgulama şekli, dış politikanın neden sürekli iktidarın lehine işlediğini bize anlatıyor. AK Parti dönemi dış politikasında ideoloji ve söylemin belirleyici olduğunu sanıyorlar. Halbuki milli çıkarın takibinde asıl etken pragmatizm ve rasyonalitedir.
Siyasi akıl, mevcut dönemin güç denklemlerini ve ilgili aktörlerin değişen tercihlerini gözeterek milli çıkara ulaşmaya çalışır.
İlişkilerdeki hasımlık, rekabet ve işbirliği modelleri milli çıkar temelinde ve dinamik şekilde belirlenir. Söylem de bunun için seferber edilir.
Muhalefet, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 19 yıldır dış politika ile iç politika arasındaki etkileşimi güçlü bir şekilde yönlendirmesinden rahatsız.
Kimi zaman söylemle mücadele etmesini, kimi zaman da milli çıkar temelinde pragmatizm göstermesini sorun ediyorlar. Dahası, eleştirdikleri dış politika tercihlerinin bir süre sonra Erdoğan tarafından dönüştürülmesine bozuluyorlar.
Bu da muhalefeti duygusal, irrasyonel konuma itiyor. Son örnek CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun BAE ile normalleşmeye verdiği tepki oldu:
"Ne oldu senin Rabia'na, İhvan'ına? Hep söylüyorum; Saray'ın her şeyi yalan dolan, her şeyi boş algılardır. Ucunda para varsa anında satarlar davalarını. Hakiki Müslümanların Saray'ın yanında yeri yoktur."
Kılıçdaroğlu'nun son cümlesinin dudak uçuklatacak şekilde dini söylemi siyasete alet etme örneği olmasını şimdilik bir kenara bırakalım. Bazı yazarlar bu tepkiye 15 Temmuz darbe girişimini finanse ettiği iddia edilen ülke ve veliaht ile görüşmenin ahlaki anlamını sorgulamayı eklemiş.
Bazıları, yaklaşık bir yıldır hazırlanan normalleşmeyi son kur atağı meselesine bağlayarak "Ekonomik kurtuluş BAE ile mi yapılacak?" eleştirisine varmış. Daha analitik olanları BAE ile normalleşmeyi "İhvan'ın ve siyasal İslam'ın bitişi" olarak nitelemiş.
ASLINDA NE OLDU?
Arap Baharı döneminde Türkiye, seçimlerle gelen siyasetçilere destek verdi, darbelere karşı çıktı. Mısır'da Mursi ve Tunus'ta Gannuşi buna örnekti. Türkiye, söylem düzeyindeki darbe eleştirisini hiçbir zaman "demokrasi promosyonu" gibi bir politikaya çevirmedi.
Libya'da, Doğu Akdeniz'deki kendi milli çıkarları için meşru hükümetin yanında oldu. Sisi darbesini eleştirdi ancak daha ileri gitmedi. Hatta Suriye'ye en son askeri müdahale eden (2016) ülke oldu.
Amaç, PKK-YPG koridorunu temizlemek ve mültecilere güvenli bölge oluşturmaktı, hâlâ öyle. Demokratik iktidarların statükocu Körfez güçler tarafından yıkılması üzerine Türkiye'ye gelen (İhvan dahil) muhalifleri de ilgili ülkelere karşı örgütlemedi. Ancak aynısı karşı taraf için söylenemez.
Demokratik İslamcı partilerin Arap dünyasını dönüştürmesinden korkan statükocular, hedeflerine Türkiye ve Erdoğan'ı da koymuştu. Körfez medyasının Türkiye'ye saldırdığı dönemde Erdoğan, siyasal İslam'ın hamisi ya da temsilcisi olarak gösterildi. Peki ne oldu da karşı taraf vazgeçti?
ASIL SORULAR
İhvan'ı terör örgütü ilan ettirdikten sonra İran ve Türkiye'yi sınırlandırmaya çalışan Körfez'in iddialı bölgesel dizayn projesi başarısızlığa uğradı. Yine Türkiye'nin 2016 sonrasında Suriye, Katar ve Libya hamleleri ezberleri bozdu. Trump'ın gidişi ile ABD'nin Körfez politikasındaki değişim, aktörlerin hesaplarını revize ettirdi ve bölgede normalleşme rüzgârlarını estirdi. O zaman doğru soru şöyle mi olmalı?
Ne değişti de bazı ülkeler "İslamcı Erdoğan karşıtlıklarını" terk ettiler. Yani çarşamba günkü ziyaret, Körfez'de Türkiye'yi siyasal İslam'la özdeşleştiren karşıtlığın bitişi midir? Erdoğan'ın bölge siyasetinin zaferinin kabulü müdür? Ankara, hiçbir ülkenin içişlerine müdahale edecek, saldıracak bir politika yürütmedi.
Gerekirse milli güvenliğini korumak için siyasi ve askeri gücünü meşru yollarla kullanmaktan da çekinmedi. Unutmayalım, devletler arasındaki gerilimler karşılıklı olarak milli çıkarların rasyonel yeni değerlendirmesiyle giderilebilir.