‘Günaydın’ kelimesi yüzüme kocaman bir gülücük kondurdu. Sakin temkinli ve keyifli bir ses tonuyla duyurdu bu kelimeyi. Yaban ellerde ‘Türkiyeli’ olduğumu bilmesi hiç de zor değil tabii, farkındayım. Güne neşeli başlamaya yarayabilir diye düşündüm.
Yalnızlık hem cezbedici hem de korkutucu geldi o an. Koşuşturulan ve uzattırılmaya çalışılan günlerin, özlenen bir hale getirdiği yalnızlık duygusu, vadesini kısa sürede doldurur.
Hastane ortamının sıkıcılığının yanında size bunu unutturacak çok malzeme de geçebiliyor elinize.
Yerli kadın ( batı kadını ) kendi penceresini açıp o pencereden ama yukarı katmanlara kendini koyarak, acıyıcı bir gözle salıverdi kelimeleri. Kurtarılmayı bekleyen dünyanın doğusuna ait kadının feryadını duymak istiyordu aklısıra. Biriktirdiği sorular o kadar çoktu ki, hangisinden başlasam der gibi, sıralamaya çalıştı:
“ Başını eşin örtmeni istiyor, değil mi?”
(Kesin dövüyordur kanısıyla söyleyiveriyor.) “ Seni dövmesine müsaade etme!”
Soru yağmuru yağmaya başladı. Islatmasın diye çabalamanız nafile. Cevap bulunmaya çalışılan bir yığın soru var karşınızda. Boynunuzu bükerek karşıda durmayı yanlış algıladı, kesin. Kanaatimce ‘hastalık duruşu’ diye eklemek yersiz de olabilirdi.
Zaman akarken, sorulara verilen net cevaplar buldu vadisini ve aktı. İnsanlığın ortak paydasında paylaşılan duygular, temiz bir dünyaya talip olmanın eminliğiyle tanıştırdı bizleri, ardısıra. Yeryüzünde yaşananları gerçeğimizden tahlil edebilmenin meyvesi kadar tatlı bir şey yoktu işte. İyi gözlemlemelerle, aklın yolunu bir kılıyorduk, bu kuytu, sessiz ve yalnızlığın adı olan hastane odasında.
Gökyüzünün sonsuzluğunda, dünya meşgalesinden beride durup, kaldığın noktanın tahlilini, ama
pervasızca dalışlarla yakalamak, buse miktarınca keyiflendirebilir nice çehreleri.
Ruh, duygu ve acı süzgeci, insaniliğin kaynağına kalpleri taşıyabilir ve aynı sözleri söyletebilirdi.
Genel kanaatlerin heba edilebilinmesi zor görünüyor şimdilik.
Ani bir hareketle, ürkütmeden ve sıcak bir ses tonuyla, sıramı hatırlattı, hafif kulağıma eğilerek. Göz göze gelmenin çabasını gizleyemedi benden. Uzattığı eli havada tuttum. Sıcacık bir ilgi ve yardımseverliği fark edebildim o anda. Yardıma muhtaç olmanın ondaki ezikliği sonradan yakacaktı beni. Çantamı eğilerek almak istediğimde ise diğer eliyle, benden daha hızlı bir hareketle kaptı birden. Gayri ihtiyari bıraktım ve memnun bir ifadeyle kafamı salladım, ona doğru memnuniyetimi göstermek için eğilerek yaptım hem de.
Vedalaşma anından çok, yine insan olmanın paydasını paylaşmayı hatırlattı son görme.
‘Hastalıklarımız da tövbe kapısının aralanması için iyi bir fırsattır’ derdi babam. Şüphesiz her durumda bu kapı aralanmalı. Hayatın ne zaman sonlanacağı ile ilgili bir malumatın elimizde olmayışı bu durumu daha da hassas nokta olarak belirlememize yaramalı.
Tövbe ve pişmanlık veya helalleşme daha ziyade rahatsızlıklarla uğraşır olunan zamanlarda meşgul eder zihin dünyamızı. Sağlığın kıymeti de, verilen nimetlerin değeri de daha iyi anlaşılır.
Tecrübelerimizin birer parçası olarak görmemiz gereken bilinenleri değiştirebilme duygusu, oradan ayrılmamın arifesinde yakalayacaktı beni.
Kadındaki bütün çabaları kıymetlendirmek, emeğin veya sömürünün birilerine mensup edilmesine karşı çıkmak, kadınsı dürtülerle meseleyi paketlemeden bakışların deryasında, sisli bir günde pencereyi aralayacaktım son gün.
Hep sorularla ve hep cevaplarla geçireceğimiz bir ömür var önümüzde.
Soru ve cevap için hiç de aceleci olmamak en iyisi, demek isterdim o yerli kadına.