Gürcan Fırat / Perspektif.eu
Yerleşimci sömürgecilik nedir?
Yerleşimci sömürgecilik (İng. “settler colonialism”) kavramı, bir bölgede yerli halkı yerinden etmeyi ve onun yerine yeni bir nüfusu yerleştirmeyi amaçlayan, sömürgeciliğe dayalı bir baskı sistemi olarak tanımlanabilir. Yerleşimci sömürgecilik, yerli halkın haklarını ve kültürlerini silip yerine kendilerininkini koyarak baskı uygulayan yerleşimciler tarafından sürdürülen bir iktidar sistemi üzerinde kuruludur.
Sömürgeleştirilmiş bir bölgenin yerli halklarının, orada kalıcı bir toplum oluşturan yerleşimciler tarafından yerinden edildiği bu sömürgecilik türünde yerli halklara ait toprakların ve kaynakların ele geçirilmesi ön plana çıkmaktadır.
Yerleşimci sömürgeciliğin kökenleri
Tarih, bize bu sistemin temel olarak ırkçılığa ve beyaz üstünlüğüne dayanarak ortaya çıktığını göstermektedir. Literatürde bu tanıma uyan ilk yaygın örnekler Amerika kıtasının keşfi ile ortaya çıkmıştır. Kuzey Amerika’daki bu örneklerde yerleşimci kolonizasyonunun amacı, toprakları kalıcı olarak yerleşimciler tarafından kullanılmak üzere almak için Yerli halkların ortadan kaldırılması ve yok edilmesidir.
Laura Hurwitz ve Shawn Borque’e göre, bu sömürgecilik türü yalnızca Amerika kıtasının keşfinden sonraki “altın avcılığı” için yerlilerin ortadan kaldırılmasına indirgenecek kadar geçmişte kalmış bir fenomen değildir. Yerleşimciler el konulan topraklarda yaşamayı sürdürdükçe yerleşimci sömürgecilik de sürmektedir.
Yerleşimci sömürgeciliğe dair bilinen örnekler Amerika, Yeni Zelanda, Avustralya, Güney Afrika, kısmen de Cezayir’in sömürge tarihleridir. Yerleşimci sömürgecilik çoğu zaman Avrupa merkezlidir: Bu sömürgecilik türünde yerleşimciler, Avrupalıların ve değerlerinin diğer yerli kültürlerden üstün olduğunu, bu nedenle onların topraklarını çalarak ve geleneklerini silerek yerli halkın haklarını yok etmenin meşru olduğunu varsayar.
Yerleşimci sömürgecilik klasik sömürgecilikten şu açıdan farklıdır: Bir yandan sömürgecilik, bir ulusun, başka bir egemen ulus üzerinde tam veya kısmi siyasi kontrol elde ederek veya bunu sürdürerek iktidar kurma ve hakimiyet kurma eylemidir. Öte yandan, yerleşimci sömürgeciliğinin ek bir kriteri daha vardır: Yerli halkın ve onların kültürlerinin tamamen yok edilmesi ve bunların yerine yerleşimcilerin kendilerinin “gerçek sakinler” olarak yerleşmesi için kendi kültürlerinin getirilmesi. Bu nedenle yerleşimciler sadece yerli halkın topraklarını ve kaynaklarını sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda yerlilerin izlerini tamamen silmek için onları yerinden ediyor, kolonileştirdikleri şehirlerin ve yerlerin adlarını da değiştiriyor.
Yerleşimci sömürgeciliğinin farklı biçimleri şunlardır: Apartheid, askerî işgal, ulusal asimilasyon politikaları veya biyolojik savaş.
Yerleşimci sömürgecilik bir olay değil, sistem
Patrick Wolfe, yerleşimci sömürgeciliğini, yerleşimci sömürgeciliğin ve toprakların ve kaynakların kamulaştırılmasının bir ön koşulu olarak yerli halkın silinmesini ve yok edilmesini sürdüren tarihsel bir olaydan ziyade bir sistem olarak tanımlıyor.
Yerleşimci sömürgeciliğin bir örneğini Cezayir tarihinde bulabiliriz. 1830 ile 1962 (Cezayir’in bağımsızlık tarihi) arasında Cezayir, bir “Fransız Bakanlığı” olarak kabul ediliyordu. Fransızların amacı, yerli halkın haklarını silerek, onları topraklarından sürerek Cezayir’i Fransa’nın bir parçası hâline getirmekti. Pek çok Cezayir şehrinin isimleri yerlileri “Fransızlaştırma” (yani Fransız geleneklerini ve Fransız dilini benimsemeye zorlamak) amacıyla değiştirildi. Mesela Cezayir’in başkenti Algiers’in (Arapça Al-Jazaïr) adı La Pointe-Pescade olarak değiştirildi. Buna dair farklı örnekler de mevcuttur: Bologine “Saint-Eugène” oldu, Tamanrasset “Fort-Laperrine” oldu ve Tadjena “Fromentin” oldu. Bu durum, yerleşimci sömürgeciliğin temel amacının yerli halkın kültürünü tamamen silmek ve mirasını yok etmek olduğunu da gösteriyor.
Cezayir’de uygulanan Fransız yasaları, Yerli uluslara karşı ayrımcılık yapıyor ve beyaz Avrupalıların haklarını, çoğu Yerli etnik grubun haklarına göre ayrıcalıklı bir yerde tutuyordu. Cezayir’deki Müslümanlar için farklı kanunlar geçerliydi. Mesela oy vermelerine izin verilmezken bu hak yalnızca beyaz Fransızlara veriliyordu.
Çağdaş bir örnek: İsrail yerleşimleri
Tek devletli çözüm önerisiyle tartışmalı bir isim olan İsrailli tarihçi Ilan Pappe İsrail’in “sömürgeci” değil; yerleşimci sömürgeci bir düzene sahip olduğunu söyler. Yerleşimci sömürgeciliği klasik sömürgecilik modellerinden ayıran en temel özellik, sömürgeci gücün sömürgeleştirilen topraklara memurlar göndererek uzaktan kontrol etmek yerine, doğrudan oraya yerleşerek ve nüfusu değiştirerek egemenlik altına alması sürecidir. Bu modelde klasik sömürgecilikten farklı olarak sömürülen yerin zenginliklerinin aktarıldığı bir “anakara” yoktur. Çünkü aslında sömürgeci gücün hedefi salt o bölgenin zenginliklerine değil, aynı zamanda topraklarına da sahip olmaktır.
Bu süreçte yeni gelen yerleşimciler her ne kadar başta misafir veya göçmen gibi görünseler de asıl amaçları yeni bir ev bulmak değil yeni bir yurt bulmaktır. Yerleşimci sömürgeciliği bu şekilde Amerika, Avusturalya, Yeni Zelanda gibi örneklerde tespit etmek mümkündür.
İsrail’in uluslararası hukuka göre “işgal edilmiş” olan Filistin topraklarındaki yerleşim politikalarını saydığımız diğer örneklerden ayıran en temel özellik ise bu yerleşimciliğin belirli bir ideolojik saik ile ortaya konuyor olmasıdır. Siyonizmin ilk düşünürleri Fransız Devrimi sonrasındaki milliyetçi fikirler ve ulus-devlet modelinden etkilenerek “topraksız bir ulus” olan Yahudiler için Filistin topraklarında bir devlet inşa edilmesini önermişlerdir. Bu coğrafyanın seçilmesinin tabii ki tarihsel olarak Yahudi halkının orası ile kurduğu bağ ve orada “misafir” değil “yerli” olduğuna dair dini anlatıyla ilişkisi vardır. Ancak belirtmek gerekir ki İsrail’in yerleşimci sömürgeci olmadığına dair iddalar da mevcuttur. Bu iddiaların temelinde ise bahsettiğimiz gibi Yahudi toplumunun Filistin topraklarında 3000 yıl öncesinde “yerli” olduğu ve zaten yerli bir halkın yerleşimci sömürgeci olamayacağı anlatısı bu çerçevede değerlendirilebilir.
Bu projenin temel özelliği, yerleşimci bir toplumun kurulmasına yol açmak için Yerli nüfusu silmeye çalışmasıdır. İdeolojik olarak bu silme işlemi haklı ve kaçınılmaz olarak görülmektedir çünkü yerleşimcilere göre Yerlilerin belirgin bir halk olma özelliği ya da yaşadıkları topraklar üzerinde tarihsel olarak kök salmış bir iddiaları yoktur. Dolayısıyla, yerleşimci devletin uygarlık, teknoloji ve askerî üstünlüğü karşısında, “barbar” Yerli toplumun teslim olması ve “çekip gitmesi” beklenmektedir. Bu Yahudilik tarihsel mirasının milliyetçilik ile harmanlanması üzerine inşa edilen modern Siyonizm ideolojisi ile kurulan devletin özellikle 1967 itibariyle işgal ettiği bölgelere yerleşimciler yerleştirmesi de bu çerçeveden okunmalıdır.
Son aylarda İsrailli bazı yetkililerin Filistinliler için kullandığı dili, özellikle de “insansı hayvanlar” ifadesini de bu perspektiften değerlendirmek gerekir. Aylardır süren savaş boyunca bu liderlerin Filistinlilerin Gazze’den “gitmelerini” ve başka yerlere yerleştirilmelerini talep ettiklerine de şahit olduk. Aslında bu söylemler ve önerilerde yerleşimci sömürgeciliğin kendini aşikar ettiğini söylersek yanılmış olmayız.
Kaynakça
• ‘Untangling settler identities from settler colonialism’: Laura Hurwitz, Shawn D. Bourque, ‘Killing the settler to save the human: The untidy work of unsettling Klamath river’, Fourth World Journal, 17, 1, 2018, pp. 28-40.
• Wolfe, P. (2006). Settler colonialism and the elimination of the native. Journal of Genocide Research, 8(4), 387–409.
• Pappe, Ilan. Ten Myths About Israel. NY: Verso Books, 2017.