Beşire Korkmaz / Teyit
Yerinden edilmiş Suriyeliler (I): Geri dönüş mümkün mü?
Dünyada sığınmacı nüfusunun en yüksek olduğu ülke olan Türkiye’nin ana gündem maddelerinden biri, göç ve mülteciler. Son zamanlarda Türkiye, Suriyelilerin ülkelerine geri dönüş ihtimalini tartışıyor.
2011 yılında başlayan iç savaş nedeniyle 6 milyonun üzerinde Suriyeli zorla yerinden edilmişti. Bu, yakın tarihteki en önemli kitle hareketlerinden biriydi. Göç eden Suriyelilerin mühim bir kısmı Türkiye’ye geldi. Resmi rakamlara göre Türkiye’de 3,7 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı bulunuyor. Toplam mülteci sayısının ise 5 milyonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor.
Peki gerçekten bu denli büyük bir göç hareketi geri döndürülebilir mi? Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri olasılığı ne kadar gerçekçi?
Muhalefet Suriyelileri gönderebileceği iddiasında
Ana muhalefet partisi iktidar olurlarsa Suriyelileri “davulla zurnayla ülkelerine göndereceklerini” bir süredir dile getiriyordu. İktidar ise Suriyelileri göndermeyeceklerini söylüyordu. Ancak yakın zamanlı spekülatif tartışmalar iktidarın söylemine de etki etti.
2021 yılında kurulan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın en büyük vaadi Suriyelileri ülkelerine geri göndermek. Özdağ’ın açıklamaları gündemi belirlemekte azımsanamayacak bir güce sahip. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bile önce “Suriyelileri geri göndermeyeceğiz” dedi; ardından “Suriyelilerin gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz” diye konuştu.
Ümit Özdağ, Suriyelileri “gerekli şartlar sağlandığında” insan onuruna yakışır şekilde gönderebileceklerini savunuyor. Teyit’in ulaştığı Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Seyit Yücel, Zafer Partisi’nin kuruluşundan öncesine dayanan bir “Suriyelileri geri gönderme stratejik planı” olduğunu anlatıyor. Suriyelilerin, Devlet Başkanı Beşar Esad ile anlaşarak, Birleşmiş Milletler’in dahil olduğu diplomatik bir süreçle geri gönderilmesinin planlandığını söylüyor. Hatta Özdağ da Şam hükümetiyle sığınmacıların geri dönüşü için görüştüklerini açıkladı. Zafer Partisi, Suriye’de savaşın fiilen bittiğini öne sürüyor.
Özdağ ve Yücel, ulusal ve uluslararası hukukun, Türkiye’ye Suriyelileri geri gönderme yetkisi verdiği görüşünde. Onlara göre Suriyeliler mülteci değil geçici koruma statüsünde; bu yüzden de 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre gönderilebilirler.
Ulusal ve uluslararası hukuk ne diyor?
Hem iç hukuktaki yasal düzenlemeler hem de Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, mültecilerin zulüm riski olan, savaş, kriz, kötü muamele ve işkencenin olduğu ülkelere geri gönderilmemesini öngörüyor.
Türkiye’nin tarafı olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesinin 33. maddesi mültecilerin yaşamlarını tehdit altında olduğu yerle zorla geri gönderilemeyeceğini belirtiyor:
“Hiçbir taraf devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade etmeyecektir.”
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun dördüncü maddesinde de geri gönderme yasağı yer alıyor.
Teyit’in ulaştığı İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, mültecilerin ülkelerine belirli şartlar sağlanmadıkça gönderilemeyeceğini söylüyor. Mülteciler Derneği’nden hukukçu Gülnihal Pezük de, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olması nedeniyle geri göndermeme ilkesinin Suriyeliler için geçerli olduğunu aktarıyor:
“Bunun en temelinde yer alan ilke “yaşam hakkı.” Sığınmacıların geri gönderilmesi için döneceği ülkede yaşam hakkının ihlal edilme riskinin olmaması gerekiyor. Bu konudaki en temel ilke de sığınmacıların yaşamlarını tehdit edecek yerlere (zorla) “geri gönderilmemesi” ilkesi.
Yani burada mesele sığınanların statüsünden ziyade yaşam hakkının olası ihlali.
Teyit’in görüştüğü Prof. Dr. M. Murat Erdoğan da “geri göndermeme ilkesi” gereği Türkiye’nin yakın zamanda böyle bir politika uygulamasının kolay olmadığını söylüyor. Erdoğan’a göre bu söylem pratikte gerçekçi de değil. Çünkü ona göre geri gönderme söylemini dile getirenler bile “gerekli koşullar oluşunca” vurgusunu yapıyor, onun için gerçekçi zeminde daha makul politikalar üretilmeli.
Geri göndermeme ilkesi yalnızca “hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan ve ilgili ülke için tehlike oluşturan kişiler” için uygulanmıyor. Türkiye’de son yedi yılda 19 bin 336 Suriyeli sınır dışı edildi. Ancak uygulanan sınır dışı kararlarının hukuka aykırı olduğu söyleniyor. Teyit’in görüştüğü Hukukçu Gülnihal Pezük Türkiye’de sınır dışı kararlarının epey fazla olduğunu, suçlu olmadığı mahkemece kanıtlanan kişilerin de sınır dışı edildiğini söylüyor. Çorabatır da mültecilerin hayatlarını riske atacak yerlere sınır dışı etmek yerine adil yargılanması gerektiği görüşünde. Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteciler hayatlarının riskli olmadığı üçüncü ülkelere gönderilmeli.
Suriyeliler “mülteci” değil mi?
Mülteci, uluslararası hukuka tabi olanları ifade ediyor. 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre ırk, din, milliyet, belirli bir toplumsal gruba üyelik veya siyasi görüş sebebiyle zulme uğrama korkusu olup kendi ülkesinin dışında korunma ihtiyacı duyanları tanımlamak için kullanılıyor.
Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince nedeniyle sadece Avrupa ülkelerinden Türkiye’ye sığınanlara mülteci statüsü sağlıyor. Avrupa ülkeleri dışından gelenlere ise üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar “şartlı mülteci” statüsü veriyor.
Suriyeliler ülkeye geldiğinde buradan doğan hukuki boşluğu doldurmak için 2013 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası, 2014 yılında da Geçici Koruma Yönetmeliği yürürlüğe kondu. Böylelikle Suriyelilerin varlığı “geçicilik” ile anılmaya başladı.
Daha önce 90’lı yıllarda AB tarafından Balkan savaşı sürecinde uygulanan “geçici koruma”, Türk hukukunda “ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma” diye tanımlanıyor.
Ancak geçici koruma Suriyelilerin mülteci olmaktan doğan haklardan yararlanamayacağı anlamına gelmiyor. Çorabatır, uluslararası hukuk açısından mülteciliğin, kişiyi mülteci yapan şartlara bağlı olduğunu belirtiyor ve Türkiye’nin 1951 sözleşmesi nedeniyle geri göndermeme ilkesini uygulamak zorunda olduğunu vurguluyor.
Hukukçu Gülnihal Pezük de, “Suriyeliler mülteci değil” argümanını “yüzeysel” buluyor: “Suriyelilere mülteci haklarından yararlanabilmeleri için geçici koruma verildi. Bu statüyle birlikte Suriyelilere insancıl bir şekilde yaşayabilmeleri için barınma, yaşama, beslenme, sağlık ve eğitim hizmetlerinden asgari ölçüde faydalanma hakkı getirildi. Geçici koruma statüsünün temeli, tarafı olunan insan hakları metinlerine dayanıyor.”
Sığınmacılar üzerine çalışmalar yürüten Doç. Dr. Başak Yavcan da, mülteciliğin normatif temelde hak olduğunu, bütün dünyada olduğu gibi Suriyelilerin Türkiye’de de sosyolojik olarak mülteci olduğunu vurguluyor. Yavcan, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu kısıtın coğrafyayla sınırlı olduğunu, bunun geri göndermeme ilkesiyle ilgili olmadığını söylüyor.
Yani Suriyeliler geçici koruma altında olsalar da, ülkelerine gönderilmeleri için bazı şartların sağlanması gerekiyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), sığınmacıların geri dönüşlerinin onurlu, güvenli ve gönüllü olması gerektiğini söylüyor.
Yani mesele, Suriyelilerin statüsü kadar, Suriye’deki savaşın durumuyla ilgili farklı görüşler gibi de duruyor. Peki ülkedeki şartlar sığınmacıların “güvenli ve onurlu” dönüşüne uygun mu?
Suriye’deki mevcut koşullar
Birleşmiş Milletler Suriye’de devam eden şiddet ve insan hakları ihlalleri nedeniyle Suriye’deki koşullarını güvensiz olduğunu söylüyor. BM Temsilcisi Paulo Pinheiro, Suriye’de şehirler ve altyapının yok edildiğini, Suriye’nin kuzeybatısında pek çok Suriyelinin hala kötü şartlardaki çadırlarda yaşadığını anlatıyor.
Birleşmiş Milletler’e göre, Şubat 2022 itibariyle Suriye’de 14,6 milyon insan yardıma muhtaç. BM’nin Gıda Programı’nın (WFP) araştırmasına göre 12 milyondan fazla insan yeterli yiyecek bulmakta zorlanıyor; yarım milyondan fazla çocuk yetersiz besleniyor. Kıtlığın eşiğindeki Suriye’de nüfusun yüzde 90’ı yoksulluk sınırının altında.
BM Çocuklara Yardım Fonu'na (UNICEF) göre 2011 ila 2020 yıllarında 12 bin çocuk hayatını kaybetti ya da yaralandı. 6 bine yakın çocuk savaşa alındı. Bin 300’den fazla okul ve hastane saldırıya uğradı. BM Şubat 2021 tarihli rapor, Suriyelilerin yoğun nüfuslu olduğu bölgelerde büyük hava bombardımanları olduğunu, kimyasal saldırıların gerçekleştiğini söylüyor.
Çorabatır da Suriye’ye bugünkü koşullarda geri göndermenin mümkün olmadığını söylüyor. Yavcan ise geri gönderme için BM’nin bölgeyi güvenli bölge ilan etmesi gerektiğini anımsatıyor.
Suriye’de savaşın tamamen bitmesi için siyasi bir çözüm gerekliliğine işaret ediliyor. Ancak BM aracılığıyla yürüyen Cenevre görüşmelerinde henüz gerekli ilerleme kaydedilmedi.
“Gönüllü” dönüş ne kadar mümkün?
Uluslararası kuruluşlar mültecilerin ülkelerine, zorla değil, gönüllü geri dönüşlerini destekliyor. Gönüllü geri dönüş de güvenli, saygın ve sürdürülebilir olmalı. Türkiye’de de uygulanan gönüllü geri dönüş programları mevcut.
BM tarafından uluslararası standartlarda bir güvenli bölge olarak tanınmasa da, Türkiye'nin Suriye’de oluşturulduğunu söylediği güvenli bölgelere geri dönüş teşvik ediliyor. Resmi rakamlara göre 500 bin Suriyeli Türkiye’nin kontrolündeki bölgelere döndü. Devlet gönüllü dönmek isteyenlere nakliye, barınma ve insani yardım desteği de veriyor. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi de, gönüllü dönüş programları yürütüyor. Belediyelerin de böyle uygulamaları var. İstanbul Esenyurt Belediyesi 2021 yılında “Gönüllü geri dönüş projesi” kapsamında ülkesine dönmek isteyen onlarca Suriyelileri sınır bölgelerine gönderdi.
Bayramlaşma izinleri de gönüllü geri dönüşü teşvik için uygulanıyordu. Ancak son kararla bayram izni kısıtlandı.
Dahası bu göndermeler gönüllülük esasına dayalı ve kitlesel değil.
Prof. Dr. Murat Erdoğan da şu anki koşulların Suriye’de gönüllü geri dönüşler için uygun olmadığını söylüyor. Erdoğan’a göre Suriyeliler bu şartlarda dönerlerse başlarına bir şey gelmesinden endişe ediyor: “BM de bunu söylüyor. Ayrıca konunun bir de sosyolojik kısmı var. 2011’den beri Türkiye’de yaşayan en azı beş senedir Türkiye’de olan Suriyeliler Türkiye’de kendi yaşamlarını inşa ediyor. Bu da onların gönüllü geri dönüş arzusunu azaltıyor, hatta neredeyse ortadan kaldırıyor”.
Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın öncülüğünde gerçekleştirilen Suriyeliler Barometresi araştırmasına göre “Suriye’ye dönmeyi hiçbir şekilde düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 80’lerde (sf. 226).
“Suriye’ye geri göndermenin sürdürülebilir sonuçları yok”
Yavcan, dünyada da Suriye’ye yönelik gönüllü geri dönüş programlarının işlemediğine dikkat çekiyor: “Lübnan’dan Rusya’nın desteği ve Esad’ın can ve mal güvenliğine zarar vermemesini garanti etmesiyle gönüllü geri dönüşler yaşandı. Ancak dönenler kısa dönemde işkence, yargısız infaz, faili meçhul, kaçırılma gibi ağır insan hakları ihlalleri ile karşılaştı.”
Esad, mültecilerin geri dönüşü için Rusya ile birlikte çalışmalar yürütüyor. 2017 ve 2021 yılları arasında Lübnan ve Ürdün’den de Suriye’ye gönüllü geri dönüş programları düzenledi. Ancak hem dönen az oldu, hem de dönenler için sonuç pek iyi olmadı. İnsan Hakları İzleme Örgütü, 2017 ila 2021 yıllarında Lübnan ve Ürdün’den dönenlerin ağır insan hakları ihlalleriyle karşılaştığını ortaya koydu. Uluslararası Af Örgütü’nün 2021 yılında yayınlanan “Eceline gidiyorsun” raporuna göre, geri dönenler de keyfi olarak gözaltına alınıyor, işkence ve cinsel saldırıya maruz kalıyor.
Bu raporlar ülkede silahlı çatışmalar azalsa da, güvenli bir ortam sağlanamadığını ortaya koyuyor. Geri dönenler, kaçtıkları için vatana ihanet ya da terörizmle suçlanabiliyor.
Yavcan, mevcut şartlarda geri göndermenin sürdürülebilir sonuçları olmadığı görüşünde: “Esad siyasi olarak dönün çağrısı yapsa da, ne yapacağı kestirilemiyor. Çoğu insanın zaten dönecek yeri yok. Ayrıca dönenlerin geriye ekonomik entegrasyonları da zor. Mevcut koşullarda, çaresizlik içindeki insan bir yolunu bulup mutlaka bir şekilde geri gelir. Bir kere göç eden yine göç eder. 10 gelmezse yedi gelir.”
Teyit’in ulaştığı Suriyeli Aktivist Taha Elgazi, sığınmacıların Esad rejimi iktidardayken dönmesinin zor olduğunu, dönenlerin ne can ne de mal güvenliği olduğunu söylüyor:
“Barış ortamı olmadığı sürece, insanların can güvenliği sağlanmadıkça dönmek zor. Suriye’de Esad rejimi bölgesinde yaşayan insanların da ekonomi ve altyapı şartları çok kötü. Hala cezaevinde olan insanlar var. İktidardan farklı düşünenler hala işkence görüyor.”
Uluslararası toplumda geri dönüş tartışmaları
Dünyada "zorla kitlesel geri gönderme"nin bir örneği yok. Ancak mültecilerin geri gönderilmesi tartışması diğer ülkelerde de var.
Bazı ülkelerin nüfusu ve yer alan mültecisayısı. Sırasıyla kaynaklar için tıklayınız.
Doç.Dr. Başak Yavcan geri gönderme söyleminin özellikle Doğu Avrupa’daki popülist liderlerin dilinde olduğunu söylüyor. Yavcan'a göre siyasetçiler bu ülkelerde de korkuya dayalı güvenlikçi siyaset söylemlerine başvuruyor; kendini demokrasi ve insan haklarının savunucusu gören ülkeler, mültecileri kötü muameleye maruz bırakıyor.
Mevcut ve artma olasılığı olan mülteci nüfusunun, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesinin sebeplerden biri olduğu da düşünülüyor. AB ülkelerinde mülteci statüsü almanın zorluklarının yanı sıra, bu statüye sahip insanların bile uzun vadede geleceği belirsiz.
Örneğin, Danimarka Suriyeli mültecilere yönelik en sert tavrı takınan Avrupa ülkelerinden. Suriyeliler sınır dışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya; çünkü 2021 yılında Suriye’nin bazı bölgelerinin güvenli olduğunu iddia eden rapora dayanarak mültecilerin oturma izinlerini yenilememe kararı alınmıştı. Hatta Danimarka, sığınmacıların işlemlerini Danimarka’da degil Uganda’da yapmak için de hazırlık içinde. Sığınmacıları bir tehlike olarak gören Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, hedeflerinin “sıfır sığınmacı” olduğunu açıklamıştı. 5,8 milyon nüfuslu Danimarka’da, 500 bin sığınmacının ancak 35 bini Suriyeli.
Ancak Murat Erdoğan Danimarkalıların da mültecileri ülkesine gönderemediğini söylüyor: “Hukuk ve sivil toplum devreye girince, söylemle uygulama farklılaşıyor. Yani onlar da, Suriyeliler ya da diğer mültecileri gönderemediler.”
Murat Erdoğan, Britanya hükümetinin de sığınmacıları Ruanda’ya gönderecek bir plan üzerinde çalıştığını aktarıyor.
Yunanistan’daki mülteciler de kötü şartlar altında yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Hatta genelde hukuki güvencelerin olmadığı bir ülke olarak tanımladığı Türkiye’yi “güvenli üçüncü ülke” olarak belirledi ve mültecileri Türkiye’ye gönderen politikalar da izliyor.
Lübnan’da da siyasiler Suriyelilerin mutlaka geri dönmesi gerektiğini savunuyor. Ancak kitlesel bir geri gönderme girişimi söz konusu değil.
Uluslararası kuruluşların “gönüllü geri dönüş” programlarına rastlamak da mümkün. Örneğin Birleşmiş Milletler, Burunduli, Kongolu mültecilerin ülkelerine güvenle dönmeleri için çalışmalar yürütüyor.
Mültecilerin ülkelerine dönüşüne tarihten de örnek verebiliriz. 1992-1995 yılları arasında süren Bosna Savaşı’nın ardından imzalanan Dayton Antlaşması ile mültecilerin ülkelerine gönüllü geri dönüşü sağlanmıştı.
Bütün bu geri dönüş tartışmalarının bir de toplumsal maliyeti var.
Dosyanın ikinci bölümünde, olası geri dönüş tartışmalarının beslediği mülteci karşıtlığına odaklanacağız.
Yerinden edilmiş Suriyeliler (II): Yükselen mülteci karşıtlığı
Dosyanın ilk bölümünde aktarılan veriler gösteriyor ki, mevcut şartlarda Suriyelilerin kitlesel olarak geri dönmesi mümkün değil. Ancak bu geri dönüş söylemlerin bir karşılığı var: Giderek büyüyen “sığınmacı karşıtlığı”.
Suriyelilerin hiç olmadığı kadar görünür olmaları, bu karşıtlığın yükselmesindeki en önemli neden. Suriyelinin büyük bölümü şehirlerde yaşıyor. Kamplarda yaşayanların sayısı 50 bin civarında.
Bu nedenle “kaygılanılacak bir sorun” ve “toplumsal bir tehdit” gibi görülüyorlar. Endişeler zaman zaman, Ankara Altındağ olaylarında olduğu gibi, fiziksel saldırılara da dönüşebiliyor.
Aslında Suriyeliler ilk geldiklerinde görece toplumsal kabul sağlanmıştı. Bunda iktidarın “ensar” ve “misafirlik” söylemleriyle desteklediği “geçicilik” vurgusu etkiliydi. Ancak aradan 11 yıl geçti. Toplumun kaygıları cok ciddiye alınmayınca, artan sosyoekonomik sorunlar hızlıca Suriyeli mültecilere yansıtılmaya başladı. Dışlayıcı, ötekileştiren, milliyetçi söylemler arttı. Suriyeliler mevcut birçok iç sorunun temeline yerleştirildi; “günah keçisi” haline geldiler.
Mevcut araştırmalar da bu gözlemi doğrular nitelikte. Suriyeliler Barometresi araştırmasına göre toplumun yüzde 85’i Suriyelilerin geri gönderilmesini ya da izole edilmesini istiyor (sf. 138).
Çalışmada “Türk toplumu Suriyelileri nasıl tanımlıyor?” sorusuna, “bize yük olan insanlar”, “kendi ülkelerini koruyamayan insanlar”, “bize ileride çok sorun yaratacak insanlar” gibi yanıtlar öne çıkıyor. Oysa aynı araştırmanın 2017 sonuçlarında Suriyeliler “zulümden/savaştan kaçan mağdur insanlar” olarak tanımlanıyordu (sf. 93-94).
Teyit’in ulaştığı Prof. Dr. Erdoğan da Türkiye toplumunun, 2017 sonrasında Suriyelilerin görünür olmasıyla tedirginliğin artmaya başladığına işaret ediyor:
“Topluma en başta göçü makul biçimde gözlemeyecek anlatılar sunulmadı. Aradan geçen zamanda da güvenini yitirdi. Türk toplumu artık kendisini tatmin edecek açıklamalar, hatta uygulamalar bekliyor. Vatandaşlık politikası, ekonomik kriz ve Suriyelilerin dönmeyeceğine yönelik algı, bu korkuları endişeleri yönetecek bir siyasi potansiyel ortaya çıkardı. Bu potansiyel de şimdi pek çok siyasi lider için önemli bir mecra yarattı.”
Toplum Suriyelilerin en fazla vatandaşlık almasından rahatsız. Katılımcıların yüzde 84’ü Suriyelilere hiçbir siyasal hak verilmemesi gerektiğini düşünüyor (sf. 123). Türkiye’de resmi açıklamalara göre 200 binin üzerinde Suriyeli “istisnai vatandaşlık” kapsamında vatandaş oldu. Ancak Suriyelilerin vatandaşlık alma süreçlerinin şeffaf olmaması ve şartların belirsizliği tepkiye yol açıyor. Muhalefete göre yaklaşan seçimlerle birlikte iktidar daha fazla Suriyeliyi vatandaş yapacak.
Türk toplumunun endişe duyduğu diğer konular arasında “suç oranlarının artması”, “güvenlik sorunu” yer alıyor (sf. 123). İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Suriyelilerin suç işleme oranının yüzde 1,3 olduğunu açıklamıştı. Doç. Dr. Ayşegül Kayaoğlu’nun yürüttüğü bir araştırma da Suriyelilerin suç istatistiklerine anlamlı bir etkisi olmadığını gösteriyor.
Suriyeliler Barometresi araştırmasında da, Suriyelilerden bizzat ya da ailesinden birinin zarar görmediğini belirtenlerin oranının yüzde 90’larda (sf. 126) olduğunu söylüyor. Araştırmaya katılanlar, hikayeleri çoğunlukla başkalarından duymuş.
Suriyelilere yapılan harcamalar da tepki çekiyor. İktidar 40-50 milyar dolar harcandığını açıklasa da, muhalefet daha fazla harcama yapıldığını savunuyor. Ancak devletin nereye, ne kadar, ne amaçla harcama yaptığına yönelik sağlıklı bilgi elde etmek mümkün değil.
Siyasetçilerin söylemleri de karşıtlığı besliyor
İltica ve Göç Araştırmaları Derneği (İGAM) Başkanı Metin Çorabatır, Türkiye toplumu nezdinde geri gönderme söyleminin hoşgörüsüzlüğü artırdığını belirtiyor. Suriyeli Aktivist Taha Elgazi benzer görüşte: “Buradaki herhangi bir mülteci aslında sorunun kaynağı değil; sorunun mağduru. Biz kendi irademizle kararımızla Türkiye’ye gelmedik. Biz savaş nedeniyle buraya geldik. Siyasetçiler bizi siyasi malzeme olarak kullanıyor.”
Doç. Dr. Başak Yavcan da siyasilerin söylemlerinin tehlikeli olduğuna işaret ediyor: “Toplumda gerçekçi olmayan bir geri gönderme beklentisi yaratmak ciddi sonuçlara yol açabilir. Bütün dilin geri gönderme söylemi üzerinden kurulması, bir arada yaşama pratiğini tehlikeye atıyor. ”
“Eleştiriler politikalara yöneltilmeli”
İktidarın uyguladığı göç politikalar da sığınmacıları hedef gösterme kolaylığına kaçmaya neden olabiliyor. Özellikle Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki anlaşmalara dayanan, dışsallaştırılan sığınmacı politikaları pek çok açıdan eleştiriliyor ve yeni politikalar geliştirilmesi gerektiğine işaret ediliyor.
Yavcan da bu süreçte insanların hedef gösterilmesi değil, politikaların eleştirilmesi gerektiğini söylüyor.
Hukukçu Gülnihal Pezük Türkiye’de yaşanan sorunların kaynağında yasal yükümlülüklerin doğru bir şekilde sırtlanmamak olduğuna değiniyor. Ancak, doğru mülteci politikaları için hukuki zemine ve haklara vurgu yapan Murat Erdoğan’a göre eleştirilerin haklı bir zemini de var: “Bu işin tek muhatabı Türkiye değil. Mülteci hakları konusunda diğer ülkeler ne yapıyor? Medeni olarak gördüğümüz dünyanın gelişmiş ülkeleri mülteci istemiyor ve dışlayıcı, ayrımcı politikalar izliyor. Öte taraftan 2011’de 58 bin olan mülteci sayısı aniden milyonları aşıyor. Toplumun buna kayıtsız kalması, bir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi beklenemezdi. Sosyal, ekonomik, siyasi açıdan birçok sorunun yaşandığı Türkiye’de de bu kadar mülteci varken haklardan, hukuk sisteminden söz edilmesine toplum tepki gösteriyor. Bunun siyaseten yönetilmesi, toplumun kaygılarını anlayan ciddi ve güvenilir bir iletişim stratejisi uygulanması gerekirdi. Bunu yapmayınca popülist politikacılara ve ırkçı yaklaşımlara zemin oluşuyor.”
Çorabatır da siyasilerin Türkiye’deki sığınmacı sisteminin zayıflıklarının nasıl doldurulacağının cevabını vermediğini, alternatif politikalar üretilmediğini söylüyor.
Çözüm ne?
Suriyelilerin, koruma ve yardım alabileceği üçüncü ülkeye yerleştirilmesi seçeneği BM’nin vurguladığı kalıcı çözümlerden. Ancak başka ülkeye yerleştirilme oranları epey düşük. 2020 yılında 18 ülkeye 5 bin 633’ün üzerinde başvurudan, 3 bin 382’si yeniden yerleştirilme süreciyle 14 ülkeye gönderilmiş.
Uzmanlar en kalıcı çözüm olarak, Türkiye’de bulunan sığınmacılara yönelik uyum ve entegrasyon politikalarının geliştirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Birleşmiş Milletler de mültecilerin sığındıkları topluma entegre edilmelerini öneriyor. Entegrasyon, göç eden kişilerin bireysel ya da toplumsal olarak ev sahibi topluma uyum sağlamaları sürecine deniyor.
Çorabatır, sığınmacıların sosyal uyumu için, göç ve uyum stratejileri geliştirmek gerektiğini belirtiyor. Yavcan da aynı fikirde. Yavcan’a göre uyum ve entegrasyona erişebilmek için tüm dünyada haklara erişimin önündeki engellerin kaldırılması gerek: “Bir arada yaşam anlamında Türk ve Suriyeli çocukların aynı sırayı paylaşması mı daha iyi paylaşmaması mı? Burada kalanlara dil öğretmek, ülkenin tarihini, coğrafyasını mı öğretmek istiyoruz, yoksa burada marjinal gruplar oluşturmasını mı istiyoruz?”
Türkiye’de 1,5 milyonun üzerinde Suriyeli okul çağında (5-17 yaş) çocuk var. Milli Eğitim Bakanlığı’nın raporunda, 730 bin Suriyeli çocuğun okula gittiği, yüzde 35’inin ise eğitim alamadığı belirtiliyor. Anadil, statü ve ekonomi gibi temel engellerden dolayı mülteci çocukların okula başlayamaması ya da okula bırakmak zorunda kalmaları, uyumu geciktiren etkenler olarak değerlendiriliyor.
Yavcan, diğer konunun da istihdam piyasalarına erişim olduğu görüşünde; kayıt dışı çalıştırılanların denetlenmesi, topyekun bir çalışma hakkı verilmesi gerektiğini savunuyor.
Suriyeliler işgücü piyasasında genellikle kayıt dışı alanda, uzun saatler ve düşük ücretlerle varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Yavcan entegrasyonda doğru bilgiye erişimin önemine de işaret ediyor: “Şeffaf bilginin olmadığı yerde yanlış bilgiler daha kolay yayılıyor. Karar alıcı ve uygulayıcı aktörlerin doğru bilgiyi yayma sorumluluğu var. Bu bence entegrasyon için çok önemli. Çünkü doğru bilgiye sahip olmama durumu toplumsal kabulü azaltıyor” dedi.
Suriyelilerin entegrasyonunda zorluklar neler?
Zafer Partisi ise hem demografik, hem de kültürel nedenlerle Suriyelilerin Türk toplumuna entegre olmayacağı görüşünde.
Ancak Murat Erdoğan, bir topluluğun entegrasyonunda, ırk, din, kültür gibi aidiyetlerin belirleyici olmadığını vurguluyor. Ona göre Almanya iyi ve kötü tecrübelerin olduğu bir örnek:
“1961’de gidenler için uyum politikalarını 25 sene reddeden Almanya, Türklerin dönmeyeceğini anlayınca 1980’lerin ortasında uyum çalışmalarına başladı. Ama pek çok sorunun kaynağı da bu geç kalmak oldu. Neticede sorunlar olsa da, şu an uyum konusunda önemli gelişmeler de yaşandı. Mesela şimdi 2015-2016 yıllarında ülkeye giden ve geneli Suriyelilerden oluşan, 1 milyondan fazla sığınmacı için uyum çalışmaları hemen başlatıldı. Dünyada çok farklı uyum modelleri var, Türkiye’de kendi modelini geliştirmeli. Ama unutmayalım planlanmış, seçilmiş, düzenlenmiş göçmenler için bile uyum süreçleri belirli bir sayının üzerinde zorken, mülteciler konusunda konu daha da zordur ve ciddiye almak gerekir. Örneğin Kanada yılda 350 bin göçmeni seçerek ve ihtiyacına göre planlayarak alıyor; uyum sorunu, gettolaşmanın önüne geçmek için de gelenleri bölgelere farklı ırk, din, mezhep farklılıklarına göre yerleştiriyor. Bizim böyle bir şansımız olmadı.”
Erdoğan’a göre entegrasyonda en büyük zorluk sayısal büyüklük: “Sayı çok olunca kendi içlerine kapanma riski yüksek. Kendi içine kapanan Suriyeliler ya da hangi grup olursa olsun gettolaşır; bu gettolaşma da ayrı bir kimlik yaratır. Üstelik yerlestirme politikasi uygulanmadığı için bu kümelenme kendiliginden ve cok hizli gerceklesti. Türklerle diyaloga ihtiyaç duymadan, kendi sistemlerini kuran 4 milyonun uyum süreci -etnisiteden bağımsız- kolay olmayacak. Çünkü Türk toplumu da bu büyüklükten endişe ediyor.”
İktidar şimdilerde Suriyeliler arasında gettolaşmanın önüne geçmek için “seyrekleştirme” politikaları uyguluyor. Ancak Erdoğan’a göre bu politikalar için çok geç. Özellikle sınır illerde demografik endişeler dile getiriliyor.
Sonuç olarak Suriyelilerin geri gönderilmesi uluslararası hukuk açısından mevcut koşullarda mümkün görünmüyor. Suriye’deki şartlar da gönüllü geri dönüşe imkan tanımıyor. Geri göndermenin pratikte mümkün olmadığını gösteren örnekler de var. Uzmanlar, siyasilerin geri dönüş söylemi yerine, daha kalıcı çözümlere işaret etmesi gerektiğini dile getiriyor.