Fatih Demir / HAKSÖZ HABER
Devletler ve yerel yönetimler için ekonomi yönetimi ve şeffaflığı olmazsa olmaz bir konu. Devletler büyüyüp geliştikçe harcamaları ve gelir kalemleri de artarken devletler de bu karmaşık süreci daha basit hale getirmek ve yönetimlerini kolaylaştırmak için özel sektöre ihtiyaç duymakta.
Ancak, devletlerin ve yerel yönetimlerin artan işlevlerini yerine getirmek için yaptığı harcamalar zamanla devletin bütçesinden karşılanamaz duruma ulaşır ve devletin işlevleri, örgütsel yapısı ve harcamaları sorgulanmaya başlanır hale gelir.
Bu etkin devlet kavramı bir söylem olarak kamu yönetiminin gündemine oturur. Bu durumda da devleti etkin hale getirme çabaları kısaca özel sektör tipi yönetim uygulamalarının (yerel yönetimlerin özel iş anlaşmaları imzalaması ve özel şirketlere yatırım alanları sunması örnek olarak verilebilir) kamu sektöründe de uygulanması olarak ifade edilebilecek “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı” yaklaşımı bünyesinde değerlendirilmeye çalışılır. Peki Türkiye bu konuda ne kadar geride?
Dünya genelinde yaşanan salgının ekonomilere olan etkisi olumsuz yönde artmaya devam ederken Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik harcama tablolarında “virüslerle” mücadelede önemli harcamalar gerçekleştiriliyor. Ancak sorun şu ki harcamaların kaynakları ve şeffaflığı denetlenmeye pek müsait tutulmuyor. Hangi belediyenin “dezenfekte etmek amacıyla” yerleri yıkadığı ve ne kadar harcadığı kalemlere yazılıyor bilinmiyor! Bu günümüz koşulları için en basit örnek olacaktır. Bir ruhsat işlemi veya reklam işlemi için kim ne kadar harcıyor ve kim ne kadar kazanıyor bunlar asıl sorulmak istenen sorular olurken, lüks otomobiller ve lüks seyahatler ise buzdağının görünen yüzü oluyor.
Türkiye’de yerel yönetimler olan belediyelerin harcamaları her zaman için borçlu bir şekilde seçim dönemlerinin ardından yeni belediye reislerine bırakılıyor. Ancak eski belediye çalışanları veya belediyelerle iş anlaşması olanların ne kadar kazandığı bilinmiyor!
Sayıştay raporları her geçen gün yeniden tekrar tekrar inceleyen meraklı gazeteciler tarafından deşifre ediliyor. Çıkan sonuçlarda birçok belediyenin ve kurumun usulsüzlükleri Sayıştay raporlarına takılıyor. Sadece gündem olabilenler yönetim erkleri tarafından yargıya taşınabiliyor.
Türkiye birçok anlamda son 5 yıldır ileri giden bir ülke olmayı bırakıp geriye doğru gidiyor izlenimi uyandırıyor.
Son olarak gündemde kendisine oldukça yer bulan bir isim olan Kürşat Ayvatoğlu Türkiye’de kronik bir sorun olan “bireylerin ve kurumların hızlı büyümesinin” yargıya taşınması muhtemel bir örneği olarak öne çıktı.
Kürşat Ayvatoğlu gibi isimlerin “altın toz” olarak bilinen pahalı uyuşturucuları nereden, nasıl ve en önemlisi “hangi paralarla” temin ettikleri ise kamuoyuna açıklanmadı. Kürşat Ayvatoğlu’nun Türkiye’de tek bir isim olduğunu söylemek neredeyse imkansız bir durum. Belediyeler ve kurumların daha derinlerine inildiğinde birçok Kürşat Ayvatoğlu ismi ile karşılaşılabileceği gibi onun gibi yaşayan, düşünenleri de yüzeye çıkaracaktır.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medya üzerinden eskiden arkadaşı olduğunu iddia ettiği Muhammed Vefa isimli gazeteci Kürşat Ayvatoğlu’nun yükselişini Twitter üzerinden aktarmıştı.
Muhammed Vefa, “Ben Kürşat’ı yerel seçim sürecinden 2014 yılında AK Parti Kastamonu Belediye Başkan adayı olan Tahsin Babaş’ın seçim ofisinde tanımıştım. Kürşat o dönem grafiker olarak çalışıyordu. Photoshop’ta seçim çalışmalarını yapıyordu. Liseyi terk etmişti, bir milletvekilinin önerisiyle Tahsin Babaş’la çalışmaya başladı. Heyecanlı biriydi. Bir tane bozuk arabası vardı. Şimdiki gibi değil. Sonraki süreçte Tahsin Babaş’ın seçimi kazanmasının ardından belediyede işe başladı.” diyerek bu yükselişin beraberinde “kirli ilişkileri getirdiğini ve paranın kaynağını” anlatmaya çalıştığını iddia etmişti.
Bu iddialara ise Eski Kastamonu Belediye Başkanı Tahsin Babaş, “Kısıtlı bütçeyle çalışıyorduk, paralı pullu ilişkilere girmesi imkânsız” diyerek cevap vermişti. Tahsin Babaş bu iddiaları her ne kadar reddetse de Türkiye’de sokağın bildiğini medyadan saklamak alışılageldik bir durum olarak ortaya çıkıyor.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ da Ayvatoğlu'nun genel merkezde çalıştığını, yakın ekibinin içinde çalışan biri olmadığını belirterek, "Bu arkadaş yakın ekipte çalışan biri değil. 2019 yerel seçimleri Kastamonu'da olumsuz neticelenince, Kastamonu Belediyesinde çalışan, Kastamonu Belediye Başkanı'nın, 'Babası yok, genel merkezde çalışsın' diye referans olduğu, bu sebeple de bizim birimde, Ar-Ge biriminde çalışan bir arkadaş. Ar-Ge biriminde çalıştığı için devir teslim törenlerinde doğal olarak orada bulunması söz konusu oldu. Cuma günü de açıkladım. Yakın çalışma ekibimde değil." demişti.
Medya, devletlerin dördüncü erki olarak; olayları sorgulayıp, halkı bilgilendirerek yargının ve yürütme erklerinin harekete geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Tahsin Babaş ve diğer belediye çalışanları, başkanları, partilerin yöneticileri vesaire tüm yetkililerin şeffaf harcama tabloları ile topluma vergilerin nereye gittiğini açıklaması gerekirken bunu gerçekleştirmemesine bir de yargının pasif kalması eklendiğinde “Türkiye’de şeffaflığın neden olmadığı” açıklanabilir hale geliyor!
Bir zamanlar eski Esenyurt Belediye Başkanı ve eski Ataşehir Belediye Başkanlarının eylemleri layıkıyla sorgulanmamış ve belediyelerin yetkililerinin istifaları ile olaylar sanki hiç yaşanmamış gibi yapılmıştı. Türkiye’de söylem olarak bile “yolsuzluk yapıldığı iddiası” sorgulanması ve çözüme kavuşturulması gereken elzem bir konu olarak görülmesi gerekirken olayların hiç yaşanmamış gibi yapılması toplumun ve yönetim erklerinin gayri hukuksuzlukları için adeta, “Bize bir şey olmaz zaten herkes yapıyor” savını destekliyor görünmeye devam edecek gibi.