Yeraltından dersler

Yasin Aktay, Bartın'daki kazanın sebep ve sonuçları üzerine düşünürken akıldan çıkartılmaması gereken bazı hususlara dikkat çekiyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Yeraltından dersler

Amasra’da meydana gelen maden faciası 41 evin ortasına birer alev topu bıraktı. İlk acısını, şaşkınlığını, üzüntüsünü elbette milletçe hissettik. Olayın duyulduğu andan itibaren herkesin enerjisinin, moralinin düştüğünü gördük. Birkaç gündür de olayın görüntüleri sürekli insanların gözünün önünde akıp gidiyor ve her dile geldiğinde milletçe bir yasa iştirak edildiği görülüyor.

Elbette bütün bu tür vakalar gibi bir kişinin, olayın doğrudan mağdurlarının kârı olamayacak kadar büyük bir dert. Belki paylaşıldıkça yok olmasa bile hafifleyecek bir acı. Ateş gerçekten de düştüğü yeri yakıyor ama bu tür acılar bütün bir ülkenin gündemine düşüp ilk anda herkesin yüreğini şöyle bir bunaltıyor. Ama kabul edelim ki, düştüğü yeri yakışı bir başka.

Hızla akan dünya gündeminin, meşgalesinin, gailesinin içinde başka insanlar daha ne kadar hissetmeye devam edecekler bu acıları? Bu gailelere kapılıp unutulmamış olsa bir öncekinden alınan derslerle bir sonrakinin yaşanması önlenebilir miydi acaba?

Ne oldu Soma’dan sonra, Ermenek’ten sonra, Şirvan’dan sonra? Ateşin düştüğü yerlerde aileler kendi acılarıyla kavruldular. Hayat, kalanları için mutlaka devam etti, ama nasıl devam etti, anneleri, eşleri, çocukları, kardeşleri neler yaşadı bu sürede, bilen var mı?

“Şirvan’daki maden ocağında kopmuş küçük çaplı bir kıyamete tanık oluyorum” diye yazmıştım, altı yıl önce yaşanan maden faciasının ardından. Bu kıyamet esnasında dünyanın geri kalan kısmında olup bitenlerin ne kadar önemsizleştiğini, ne kadar boş ve anlamsız şeylere dönüştüğünü hissediyorsunuz.

İnsan kendi kıyametini yaşarken en yakınları bile bu kıyameti çok az hisseder. Böyle bir kanı vardır. Ancak bu kanının, yakınını toprak altından çok çok küçük bir ihtimalle de olsa canlı çıkarabilme umudunu taşıyarak beklediği esnada hissedilen kıyameti hiç hesaba katmamış olduğu görülür.

Tedbir diyoruz, iş güvenliği diyoruz, tekrar hatırlıyoruz her seferinde. Ama yine her seferinde alınmamış tedbirlere ödenmiş onlarca hayat, önce bir acı sonra bir sayı olarak hatırlanmaya başlıyor ve sonra yine tedbirsizliğimiz avdet ediyor. Tedbir kaderin kardeşidir oysa.

Aslında bakıldığında alınabilecek bütün tedbirler de muhtemelen alınmıştır. Mevzuat olabildiğince bütün tedbirleri bütün detaylarıyla sayıp şart koşmuştur faaliyet için. Ama bu mevzuatın takibi yine de tedbirlerle ilgili kültürümüzün karşısında bir yerde hiç beklenmedik bir insani açık verebiliyor. Şimdiye kadar hiçbir şey olmamış olmasının verdiği rehavetle, “bir şey olmaz” düşüncesiyle ihmal edilen küçük bir tedbir. Hiç umulmayan, hiç beklenmeyen tam da o anda o olmayacak şey oluverir. Şimdiye kadar hiç kaza yapmamış olmanız, kazalara karşı muaf olduğunuz anlamına gelmez. Siz hata yapmasanız bile bir başkasının hatasını hesaba katmanız gerekiyor.

Bu boşverme kültürü, tedbirin zahmetini kolaycılığın konforuna kurban etme kültürü sadece madencilikte değil, trafikte de hayatın diğer alanlarında da önümüze aynı aymazlıkla çıkmaya devam ediyor.

Olayla ilgili tahkikat sürüyor ve aslında konuşanların hiçbiri daha tam olarak ne olduğundan haberdar değil. Madencilik başlıbaşına bilinmezlerin, dolayısıyla risklerin hiçbir zaman tamamen tüketilemediği bir alan. Yine de tedbirler konusunda ulaşmış olduğumuz nispeten daha ileri bir bilinç düzeyi varsayıyoruz. Teknik olarak daha ileri durumdayız, eskisine nazaran ülke olarak çok daha zengin ve gelişmiş bir ülke olarak bu maden kazalarının bu kadar can almasını kabullenemiyoruz. Belki bu tür olaylara karşı sergilenen infial tam da bu gelişmişlik iddiasıyla bu kazaların bağdaşmazlığından.

Bütün hesapların üstünde O’nun hesabı, her şeyin üstünde O’nun bir kaderi vardır elbet, ama bu inancımız bundan sonraki tedbirleri alma konusunda bizde en ufak bir rehavete sevk ediyorsa, hiç kimsenin sorumluluğu Allah’a atmaya hakkının olmadığını bilmek gerekiyor.

Kader inancı elbette ki böyle bir şey değildir. Böyle olsaydı hiçbir olaydan hiç kimseyi sorumlu tutmak mümkün olmaz, böylece suç ve ceza da olmazdı. Oysa ortada bir yanlış varsa, bunun bir sorumlusu da vardır ve sorumluluğun olmadığı yerde adalet de yoktur.

Bu arada maden kazalarının her birinin ardından ortaya çıkan müthiş kahramanlık örnekleri, yeraltında kader birliği edinmiş insanlar arasında nasıl cevher bir asaletin geliştiğini yaşandığını anlatıyor.

Hemen her maden kazasının ardından çıkıyor bu örnekler. Arkadaşları için kendini feda edenler, başkalarına yük olmamaya çalışan, büyük fedakarlıklarla birbirinin hatta insanlığın yükünü çeken madencilerin her biri içlerinde nasıl cesur, nasıl asil bir yürek taşıyor.

Ölürken veya arkadaşlarının ölümüne şahit olurken bizi de yitip gitmiş bir sürü erdemimize karşı uyarıcı, uyandırıcı bir etki yapıyor olmalı bu örnekler. Bu ölümlerden, bu şahitliklerden bizim payımıza düşen ağır borcu, sorumluluğu ve tabii ki biraz suçluluğu yüzümüze vuran dersleriyle.

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu