Bugün Başkan Erdoğan, Karadeniz‘in kuzey sahillerindeki Rusya tatil şehirlerinden Suçi’de Rusya Başkanı Putin’le görüşecek..
Bütün dünyanın sonuçlarını merakla beklediği bir görüşme bu..
Çünkü, Ukrayna ve Rusya’dan dünyaya yapılacak ‘tahıl’ ihracatında savaş yüzünden meydana gelen tıkanmanın giderilmesi umudu, açlık tehlikesi açısından bütün dünyayı ilgilendiriyor..
Bu vesileyle, sözün hemen başında bir noktaya da değinmek gerekiyor..
Evvelki akşam, CNNTürk ekranlarında bu görüşme etrafında, konuyu müzakere edenler arasında görüşler açıklanırken, 20 küsur yıl öncelerde, Ecevit zamanında bir ara Bakanlık yaptığı için, program boyunca herkesin devamlı, ‘Sn. Bakanım..’ diye hitab ettiği bir kişi, her şeyi en iyi bilen ve sık sık kullandığı ‘Ben demiştim’ gibi iddialı cümleleri bir yana, Erdoğan’ın, Putin karşısında hangi konuları ve nasıl konuşması veya konuşmaması gerektiği’ etrafında, Cumhurbaşkanı’na aklınca ayar vermeye kalkışıyordu, saygısızca.. Kendisine itiraz edenlere aldırmadan 10 dakikaya yakın bir süre, canlı yayında, bazen hezeyana varan sözlerle konuştuuu-durdu..
Bu ‘kafa’daki kişiler, sadece kendilerini devletin sahibi ve koruyucusu sayıyorlar ve kendileri dışındakileri de kendi görüşlerine hizmet etmekle mükellef kimseler gibi hayal ediyorlar..
Hem de, milletin kesin ekseriyeti tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’nın, hele de dünya çapında ilgi odağı olan bir görüşmesi üzerine, bu kadar gelişi-güzel konuşulabilmesi.. En azından, hayret edilecek bir patavatsızlık değil midir?
Bu konuya bu kadarca değindikten sonra.. Asıl konumuza geçebiliriz..
*
Önce biraz tarihe dönelim, 84 yıl önce bugünleri düşünelim..
23 Ağustos 1939 günü, Stalin Sovyet Rusyası’nın Dışbakanı Vyaçeslav Molotof ile Hitler Almanyası’nın Dışbakanı Joachim von Ribbentrop arasında, ve de Stalin’in de bizzat hazır bulunduğu bir törenle imzalanan bir andlaşma yapılmıştı.
Bu andlaşmaya göre, başta Polonya olmak üzere, geleceğin Doğu Avrupası taksim olunuyordu.
Çünkü, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya da ağır şekilde yenilmişti, bizimle birlikte.. Bizim düşürüldüğümüz büyük facia ayrı bir konu.. Ama, Almanya’daki büyük infial, ortaya Adolf Hitler’i çıkarmıştı..
Nitekim, 1918’den 1933’e kadar 15 yıl yerlerde sürünen Almanya, 1914’te o savaşa bir ‘onbaşı’ olarak katılmış olan Hitler’i ve ideolojisini onun şekillendirdiği Nasyonal Sosyalizm (NAZİ) hareketini 1933’de iktidara getiriyordu.
Birinci Dünya Savaşı sonunda, Paris’te Versailles (Versay) Sarayı’nda yapıldığı için bu isimle anılan Barış Konferansı’ndaki galib devletlerce ‘yenilen devletler’in payına biçilen cezalardan Almanya da, ağır şekilde nasibini almıştı; her ne kadar, müttefiki Osmanlı Devleti gibi tamamen buharlaştırılmamış idiyse de... Bu andlaşma, daha sonraları, neticeleri itibariyle, ‘Savaşı değil, barışı yok eden bir barış andlaşması‘ olarak isimlendirilecekti.
Alman halkının savaşlarda onca kahramanlık ve de fedakârlıklar yaptığı halde, bu kadar ağır şeklide yenilmesini kimse izah edemeyince, Adolf Hitler o fikrî ve ıdeolojik boşluktan istifade etmiş ve yenilginin suçunu büyük çapta, ‘cebhe gerisinde, ekonomiyi çökerten’ Yahudilerin üzerine atmıştı. Esasen, Hristiyan toplumlarda büyük sosyal felaket zamanlarında ilk suçlananlar başında Yahudilerin olması, geleneği olan durumdu ve bu husus, Almanya’da da geçerliydi.
O halde, ‘Yahudilerin yok edilmesi’ gerekiyordu. O kadar ki, Yahudi mâbedleri sinagogların nerede olduğunu soranlara, ‘Bütün bankalar Yahudi mâbedleridir..’ gibi cevaplar verilmeye başlanmıştı.
Hitler bu arada, Avusturya’da Linz şehrinde doğmuş birisi olarak, Avusturya’nın Almanya’ya iltihakını birleşmesini sağlamıştı.. Keza, ‘Birinci Dünya Savaşı’nın gayrimeşru çocuğu’ olarak nitelediği Çekoslovakya’nın yeniden Almanya’ya eklenmesini de gerçekleştirmişti..
Ve sıra, Polonya’nın da Rusya ile bölüşülmesi merhalesine gelmişti. Finlandişya ve Estonya Rusya’nın, Litvanya Almanya’nın olacak; Letonya ise ikisi arasında bölünecekti..
23 Ağustos 1939 günü imzalanan ‘Almanya-Rusya Andlaşması’ üzerinden sadece 1 hafta geçmekteyken, Almanya kendisine aid bir sınır karakoluna Polonya tarafından açılan top ateşi yüzünden, 10 kadar Alman askerinin öldüğü gerekçesiyle, harekete geçecekti. Polonya ise, öyle bir saldırı olmadığını iddia etse bile, güçlü Almanya’nın iddiasını etkisiz hale getirecek kimse yoktu.. Ve saldırgan Polonya’yı cezalandırmak için, harekete geçirilen Alman orduları 1 hafta sonra başkent Warşova’ya varmış, şehri muhasaraya almıştı.
Artık kim tutabilirdi, Almanya’yı..
O savaş öyle başlamıştı, 84 yıl önceki bugünlerde..
Hitler’in yıldırım savaşlarıyla intikamını almanın coşkusu içindeki Alman halkı daha bir tutulmaz hale gelirken, Avrupa’yı diken üstündeydi..
Fransa, muhtemel bir Alman saldırısına karşı, bütün doğu sınırları boyunca ünlü ‘Maginot’ (Majino) Hattı’nı oluşturmuştu.. Almanya’nın, bu hattı geçebilmesi neredeyse imkânsız olarak niteleniyordu. Ama, Hitler, Hollanda ve Belçika Krallarına bir ültimatom vererek, onlara tek kurşun sıkmadan, topraklarında askerî manevra yapacağını bildirmiş ve onlar da çaresiz izin vermişler ve doğu sınırını koruyacak olan Majino Hattı’na güvenen Fransızlar, Alman ordularının, kuzeyden Paris’e akıverdiklerini görmüşlerdi. Temmuz 1940’da Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg işgal altındaydı artık ve Hitler bizzat Paris’e gitmiş ve Almanya’nın 1918’de Fransa tarafından teslim alındığı ve Paris Garı’nda müze olarak tutulan tarihî vagonda, 22 sene sonra, Fransa’nın teslim olduğu anlaşmayı imzalatmıştı..
*
Bu arada Hitler Yugoslavya ve Bulgaristan’ı da Şubat-1941’de işgal etmiş, Türkiye sınırına dayanmıştı. Uzunköprü’nün yıkılması düşünülürken, Alman Ordusu, üzerinden tankların geçebileceği bir portatif çelik köprüyü kurmuşlardı, bile.. Ancak, Osmanlı ile, Birinci Dünya Savaşı’nda silah arkadaşlığı yaptıklarını hatırlayan Hitler, 4 Şubat 1941 tarihli bir mektup göndermişti, İsmet İnönü’ye.. O günlerde Ankara’nın en ünlü büyükelçisi sayılan Alman sefiri Franz von Papen eliyle sunulan mektubunda Hitler, ‘Savaşın başlatılmasında Almanya’nın sorumlu olmadığını ve Türkiye’ye saldırmak niyetinde olmadığını’ da bildiriyordu.
Ve, Türkiye ile Almanya, 18 Haziran 1941’de ‘karşılıklı saldırmazlık andlaşması’ imzaladılar; Von Papen’ le Türkiye Hariciye Vekili Şükrü Saraçoğlu tarafından..
Sonra ..
Hitler Almanya için bir ‘Lebensraum’, bir ‘hayat alanı’ açmak idealini taa 1926’larda dile getirmiş ve amma, bu ‘Lebensraum’ için Yahudiler ve komunistleri en büyük engel olarak göstermişti.. 18 Aralık 1940 tarihinde Hitler, ‘Barbarossa Harekâtı’ planını gündemine aldı ve Alman orduları bu kez de zâhiren müttefiki olan Stalin Sovyet Rusyası üzerine saldırıya geçiverdi, 22 Haziran 1941’de.. Türkiye’yle yapılan andlaşmadan 4 gün sonra..
Savaşın başında Hitler’le aynı saldırganlığı paylaşan Stalin’in komunist Sovyet Rusyası, kapitalizme sığınmıştı.
Roosevelt Amerikası ise pusudaydı ve savaşa karışmama eğilimini sürdürüyordu. Amma, yüzlerce avcı uçağıyla, Japon ‘kamikaze’ /intihar pilotları 7 aralık 1941’de Pasifik’te en büyük Amerikan Donanma Üssü olan Pearl Harbour’a saldırınca.. Pearl Harbour saldırısı’nda, 12 adet Amerikan savaş batırılmış, 188 savaş uçağını imha edilmiş ve 1000’den fazla asker kaybı yaşanmıştı. . Amerika artık savaşa girmekten başka çare kalmadığını görüyordu.
Amerika, Fransa’nın kuzeyindeki Normandia sahillerine Haziran- Temmuz 1944 aylarında 1,5 milyon askerini çıkarınca.. Rusya içlerinde olan Alman orduları ikiye bölünmek zorunda kaldı.. Ve Alman Ordusunda artık sona doğru bir gerileme başlamıştı..
Nitekim, 8-9 Mayıs gecesi Almanya teslim oluyor, Hitler, hanımı Eva ve ünlü Propaganda Bakanı Goebels ve hanımıyla çocukları, düşmanları eline canlı geçmemek için o gece intihar ediyorlardı.
3 ay daha direnen Japonya ise, 6 ve 8 Ağustos 1945 günlerinde Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan iki atom bombasıyla ve 300 bine yakın sivil insanın ölmesi ve şehirlerin kül edilmesi sonunda teslim oluyor ve savaşın sonunda da, Stalin, başlangıçta müttefiki olan Hitler Almanyası’nı yenen Amerika ve İngiltere ile birlikte üç büyük devletten birisi ve muzaffer bir lider olarak yeni dünya sahnesindeki yerini alıyordu!!!.
*
Şimdi bunları niye mi tekrarlıyorum,
O zaman da savaşın başında karşı konulmaz bir Hitler vardı..
Şimdi nerede onlar?
‘Bir varmış, bir yokmuş..’ oldular, sanki hiç olmamışlar gibi..
*
Putin’ de bugün, tıpkı, Hitler Almanyası’nın başlangıçta kendisini haklı görmesi gibi, kendi ‘Lebensraum’larının, hayat alanlarının NATO tarafından daraltıldığını düşünmekte haklı olabilir, ama, başlangıçta 1-2 hafta kadar süreceği sanılan Ukrayna Savaşı, 1,5 yıl sonra hâlâ, berdevam.. Ve Ukrayna, kendisini savunmak adına her nereden bulursa silah almakta haklı durumunda.. Ama, Ukrayna’yı silah ve parayla doyuran Amerika da, Rusya’nın başkalarına silah vermesindeki gibi kendisini haklı görüyor.
Ve, Ukrayna Başkanı Zelensky, son derece gelişmiş ve 700 km. menzilli, -yani Moskova’yı vurabilecek-müthiş bir füze yaptıklarını ve başarıyla denediklerini söylüyor. Bu doğru da olabilir, Amerika tarafından da verilmiş olabilir.. Putin ise, mütekabilen, Fransa ve İngiltere’ye 200 saniyede, Amerika’ya ise 14 dakikada ulaşacak, 220 tonluk, nükleer başlıklı SARMAT füzeleri kullanabileceğini söylüyor..
İyi de, Amerika, İngiltere ve Fransa’nın elinde de, aynı silâhlar hem de fazlasıyla yok mu?
Yani, dünya, bir ‘dehşet dengesi’ hali yaşıyor. Bir anlık bir çılgınlık, bütün dünyayı korkunç bir yeni boğuşmaya daha sürükleyebilir. Ve yenilmez sanılan nice güç ve devletlerden eser kalmayabilir.
Bugün, Suçi’de, Erdoğan ile Putin arasında gerçekleşecek olan görüşme, dileriz ki, sadece ‘tahıl’ konusunda değil, dünyanın geleceği açısından da, hayırlı sonuçlar versin..
Bugün dünyada, Başkan Tayyib Erdoğan’ın, hem Ukrayna ve hem de Rusya Başkanları ile görüşebilen tek lider olması, Erdoğan’a bütün insanlığın geleceği için hayırlı bir yük yükleyebilecektir; İnşaallah..
*
Star