Yenilgi korkusu

Etyen Mahçupyan

Kürt meselesinin çözümüne doğru çok önemli engeller geçildi. Cumhuriyet’in kuruluşunda iki etnik kimliği birlikte ele alan anlayışın bilerek engellendiği, hatta ‘Kürtlere’ yalan söylendiği bugün herkes için sıradan bir bilgi. Sonrasında yaşanan onlarca irili ufaklı isyana rağmen Kürt kimliğinin devlet tarafından sistematik olarak reddedildiğini de biliyoruz. Ayrıca bu kimliği taşıyanlara yine devlet eliyle eziyet ve işkence edildiğini, evlerinden kopartılıp yurtsuzlaştırıldıklarını, mal varlıklarının imha edildiğini, nihayet binlercesinin öldürüldüğünü kimse inkâr edemiyor. Bu bilgi birikimi, meselenin de çözüm zeminini oluşturuyor, çünkü artık devlet yetkilileri dâhil kimse ne kendini ne de başkalarını kandırabilecek durumda.

Ama yine de devlet Kürtlerin haklarını vermek bir yana, onların varlığını resmen tanımakta bile zorlanıyor... Bunun Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar giden bir nedeni var. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması sonrası ‘geride kalan’ bakiyesinin ulus-devlet haline dönüşmesiydi. Bu parçalanma ayrılan toplumlar için bir özgürleşme ve yengi süreciydi. Her ayrılan toplum kendi bağımsızlığını ‘kazandı’ ve bunu yaşatacak olan ulus-devletini kurdu. Oysa aynı süreç Anadolu Müslümanları için bir yenilgi olarak algılandı, çünkü kendilerini İmparatorluğun ‘asli’ ögesi, esas sahibi olarak görüyorlardı.

Dolayısıyla söz konusu iki ulus-devlet tipolojisi arasında psikolojik açıdan temel bir fark bulunuyor. İmparatorluk’tan koparak kurulan ulus-devletler kazanmış olmanın verdiği bir özgüvene sahipken, yenilginin ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti kaybetme korkusu içinde yaşamaya devam ediyor. Bu psikolojiyi izale etmek üzere ‘yedi düvele’ karşı savaşıldığı şeklinde bir ‘milli söylem’ üretildi, ‘Türklerin’ bütün buluş ve keşifleri yapan, medeniyetler kuran ve hiç bozulmamış olan tek ırk olduğu öğretildi. Öte yandan yaşanmış olan toprak daralmasını normalleştirmek üzere her yıl İstanbul’u fethetmeye, Erzurum’u düşman işgalinden kurtarmaya da devam edildi.

Ancak psikolojinin tamiri temeldeki korkuyu ortadan kaldırmadı. İstiklal Marşı’nın ilk cümlesi korkulan şeyin ne olduğunu da itiraf etmekteydi: Korkulan şey yenilginin devam etmesi, ayrılan başka toplumların olması ve toprağın daha da küçülmesiydi... Bu korkunun sonuçlarından biri azınlıklara duyulan alerji ve güvensizlik şeklinde ortaya çıkarken, militarizm eğilimi de korunmanın temel yolu olarak görüldü.

Devleti asıl bloke eden ve devlet aklını dumura uğratan ise, korkuya neden olan yenilgi durumunun nasıl öngörüleceği ve ölçüleceğiydi. Çünkü yenilgiyi engellemenin yolu daha yenilmeden bu yolun önünün kesilmesini gerektiriyordu. Bu noktada en iyi öğretmen ise tarihti... Geçmişte yaşanmış olanlar, yenilgiye giden yolun ‘ötekinin’ özgürleşmesinden ve hak elde etmesinden geçtiğini açıkça ortaya koyuyordu. İmparatorluğun parçalanma sürecinde, daha sonra ayrılacak olan her toplum önce hak ve özgürlük talepleriyle ortaya çıkmış, bu istekler giderek genişlemiş ve nihayette de kopuş gerçekleşmişti.

Devlet kıssadan hisseyi çıkarmıştı: ‘Ötekinin özgürlüğü benim yenilgimdir’... Bu özgürlüğü engellemenin en sağlam yolu ise ‘ötekini’ tanımamak, yok saymak, hak taleplerini ezmek ve hatta fiziksel olarak yok etmekti. Böylece Türkiye Cumhuriyeti otoriter zihniyete sıkı sıkıya sarılmış bir ulus-devlet olarak doğmakla kalmadı, çok kolaylıkla faşizan kaymalar gösterdi. Diğer taraftan devletin asgari ölçülerde tutarlı da olması gerekiyordu ve toplumun tümünü muhatap almak durumundaydı.

Böylece demokrasinin kendisi bir tehdit, korkulan şeyin kılıfı olarak görülmeye başlandı. Çünkü demokrasinin sınırlanması zordu ve nereye kadar uzanacağını da kimse öngöremezdi. Demokrasi çok kolaylıkla istenmeyen hak ve özgürlüklerin önünü açabilir ve yeni yenilgilere zemin sağlayabilirdi. Ne var ki bu tehdit algısı, korkulan şeyi tüm topluma doğru genişletti. Devlet giderek sadece muhtemel ayrılıkçı kimliklerden değil, devletin tasvip etmediği tüm kimliklerden işkillenmeye başladı. Çünkü hak ve özgürlükler bulaşıcıydı ve bir noktadan başladığında kontrol edilemez biçimde sonu yenilgiyle bitebilecek süreçleri tetikleyebilirdi.

Bu duruma devletin bulduğu ‘çare’ toplumun bir bütün olarak rehin alınması ve kimlikler arasında çatışma üreterek statükonun korunmasıydı. Böylece hiç bitmeyen, çünkü bitmesi istenmeyen bir Türk-Kürt çatışması üretildi. Bu çatışma Kürt tarafının da bilinçlenmesine ve hak taleplerini netleştirmesine neden oldu. Buna karşılık o talepler netleştikçe Türk tarafını devlet eliyle manipüle etmek de kolaylaştı...

Gelinen noktada devlet hem Kürt kimliğini tanımak, hem de onu reddetmek durumunda kaldı ve bu nedenle de paralize oldu. Bugün tek tek devlet yetkilileriyle konuştuğunuzda hemen hepsi ne olması gerektiğini biliyor ve söylüyor. Ama ‘devlet’ olarak biraraya geldiklerinde müstakbel yenilginin kaçınılmazlığı altında eziliyorlar.

Devlet bu haldeyken dünya değişmeye devam ediyor ve devleti daha da anakronik kılacak bir noktaya doğru evriliyor. Bugün demokratik olmayan, demokrasiyi hazmedemeyen bir ulus-devletin meşruiyeti yok... Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet algısı ile demokrasi arasında neredeyse uzlaşmaz bir çelişki var. Milliyetçilerin bunu kavraması biraz zor ama, AKP hükümeti Kürt gerçekliğini tanıyarak ve bu yönde adım atarak aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyet zaafını gideriyor. Bu kolay bir iş değil... Yenilgi psikolojisi altında ezik düşmüş, tüm bekasını bir daha yenilmemek üzerine kurmuş olan bir devleti normalleştirmek, –hele dindar kimliğin yüküyle- yönetenler için son derece hassasiyet gerektirmekte. Ayrıca bu iş için sadece niyet ve irade yetmiyor. Dünyaya hâkim olan zihnî konjonktürün de elvermesi ve size somut yol haritaları üretmesi lazım.

Bugün Kürt meselesi çözüme gidiyor... Çünkü bütün bu faktörler ilk kez biraradalar. Çözüm kendiliğinden gelmeyecek ve istenmediği takdirde engellenmesi veya geciktirilmesi de çok kolay. Ama yine de çözüm daha gerçekçi. Çünkü iyi yönetilirse bu çözüm Türkiye Cumhuriyeti’ni de sağlığına kavuşturacak. Yenilgi korkusunun yarattığı kırılganlığın bizzat yenilgiyi ürettiği anlaşılacak ve söz konusu hayalet bu toprakları terk edecek...

TARAF