Bir konunun iki taraf arasında varoluşsal bir mücadeleye dönüştürülmesi genellikle daha güçlü olan kanadın tercihidir.
Ancak bu gücün ne derece anlamlı kalacağı kritik bir soru. Bazen dünyanın değişimi, bugün gücü oluşturan unsurları bir sonraki zaman aralığında yetersiz ve işlevsiz bırakabilir. Kürt meselesinde de böyle oldu... Devlet kendisini çok güçlü görerek, özgürlükleri sınırlayan, eşitliğe olanak tanımayan bir 'çözüm' tasavvurunun peşinde koştu ve başarılı olamadı. Gelinen noktada PKK'nın 'bitmesi' artık Kürtlerin elinde ve bu bitiş aynı zamanda bir yeniden doğuşu da ifade edecek. Kısacası devlet bu mücadeleden yenik çıktı...
Bu yenilgi her Genelkurmay veya Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra bir kez daha tescil ediliyor. Ancak şaşırtıcı olan, devlet adına konuşanların bunu gururlu ve onurlu bir duruş olarak sunmaları... Son MGK toplantısı da Kürt toplumunun taleplerine ilişkin olarak 'tek devlet...' diye başlayan teraneyi tekrarladı ve bu hattan geri adım atmayacağını söyledi. Açıktır ki, bu açıklama kendisini savunmada hisseden, daha da kaybetme ihtimali karşısında tedirgin olan tarafın dilini ve ruh halini yansıtmakta. Koca bir MGK'nın, bırakın çözüm önerisi geliştirmeyi, çözüme yönelik hiçbir proaktif düşüncesi yok. Bütün enerjisini neyin değişmemesi gerektiği üzerinde yoğunlaştırmış... Ne var ki 'güçlüyüz, sarsılmayız' türünden her ifade, kullanılma amacının tam tersine, topluma güçsüzlük ve ne yapacağını bilememe mesajı veriyor.
'Tek devlet...' teranesine içeriğini ciddiye alarak baktığımızda da durum değişmediği gibi, çaresizlik duygusu daha da deşifre oluyor. Öncelikle, 'tek devlet' ve 'tek vatan' konusunda zaten bir sorun yok. Bunu onaylamayanlar ayrılıkçı olanlar ve onlarla birlikte bir ortak tahayyülümüzün olması zaten anlamsız. 'Tek bayrak' ise sembolik anlamı olan bir unsur ve tek devletle vatan olduğunda kendiliğinden doğrulanıyor, çünkü bu ölçekte kuşatıcı olabilecek ancak tek bir bayrak olabilir. Diğer taraftan bayrak, farklılıkları taşıyan da bir sembol... Bu meyanda her bölgenin veya kimliğin kendisine ait bir bayrağının olmasının herhangi bir mahzuru olamaz, yeter ki bunların hiçbiri hiyerarşinin tepesinde tahayyül edilen kuşatıcı bayrağa alternatif sayılmasın. Diğer bir deyişle burada da çözümlenmesi olanaksız bir durum yok.
Ancak 'tek dil' ve 'tek millet' konuları böyle değil ve bunlar bugün devletin niçin yenik taraf olduğunu da bize söylüyor. Devlet iki dilliliğe karşı olduğu için Kürtçeyi günlük hayatta kullananları 'düşman' ilan ediyor ve gerekçe olarak da Türkçenin resmi dil olduğunu savunuyor. Yani örneğin, bir parkta 'çimlere basmayın' ibaresini Kürtçe yazdığınızda Türkçenin resmi dil olma vasfı zedeleniyor. Bu akla ziyan algılamanın nedeni, Cumhuriyet'in tüm kamusal alanı 'devlet alanı' olarak tanımlaması ve vesayet sistemini bu zemin üzerine oturtmasıdır. Oysa demokrasilerde kamusal alan topluma aittir ve orada toplumun bütün dilleri serbestçe kullanılabilir. Resmi dil ise, sadece devletin kendi sözünü söylediği zaman kullandığı dil olmalıdır. Bugün Kürtlerin bir bölümü Kürtçenin de ikinci bir resmi dil olmasını istiyorlar, ama çoğunluk kamusal alanda kullanılmasını kastediyor. Ve ne yazık ki devlet bu ayrımı bile yapamadığı için, karşı tarafın taleplerini 'devlet karşıtlığı' sanıyor.
'Tek millet' meselesi ise zincirin en zayıf halkası... Çünkü Cumhuriyet henüz toplum olamamış bir halkı zorla milletleştirebileceğini sandı. Ama toplum olmayı beceremediğiniz, yani her şeyden önce birlikte olma iradesini geliştiremediğiniz zaman, buradan gerçek bir 'millet' de çıkaramaz ve bölünme tohumlarını kendi bağrınızda taşırsınız. Türkiye halkı gelecekte 'tek millet' olabilir... Bunun yolu açık. Ancak oluşacak olan o milletin adının ne olacağını bugünden söylemek mümkün değil. Eğer bu ille de 'Türk' milleti olsun derseniz, o zaman da 'tek millet' olamazsınız çünkü bu kelimenin devlet tarafından kullanılma biçimi onun kuşatıcı olmasına izin vermiyor.
Dil ve millet konusunun temelinde devletin resmi ideolojisi ve zihniyeti yatıyor. Yenilginin nedeni, sırf güç kullanarak zayıfları yenme hevesinin, gerçek bir toplum ve demokrasi kurma hayaline baskın çıkmasıdır. Yenilginin nedeni, bütün o 'tek'lerin aslında toplum zemininde hak edilmemiş olması, güçle elde edilmesidir. Ne yazık ki devlette bunu idrak edecek akıl bunca yıl oluşmadı ve gerçek ancak duvara çarpıldığında anlaşıldı.
ZAMAN