Davetçinin, insanlara İslamı tebliğ etme bilincini sürekli diri tutması gerekir. Bu anlamda kendilerine peygamberlik verildikten sonraki ömürlerinin tamamını İslamı tebliğ ile geçiren peygamberler örneğimiz, önderimiz ve rehberimizdir.
İslama davet öyle ömrümüzün belirli dönemlerinde, haftanın belirli günlerinde ya da günün belirli saatlerinde yapılacak bir ibadet değildir. Bu yönüyle davetin, namazdan, oruçtan, hacdan ayrı bir özelliği vardır. İslama davet hayatın her alanını kapsar. Yani İslama davet, 7/24 ve ömür boyu yapılır.
Üniversite yıllarında, bahçede oturduğumuz sırada yanımıza bir amca gelmiş, yanımda oturan arkadaşa ne iş yaptığını sormuştu. Arkadaş davetçiyim deyince amca şaşırmış, şaşkınlığını gizleyememişti. Sonra arkadaş, İslama davetin hepimizin öncelikli işi olması gerektiğini, doktor, temizlikçi, öğretmen olmanın ondan sonra geldiğini amcaya güzel bir şekilde anlatmış; bu durumların birbirine engel olmadığını da eklemişti.
Bu durumlar birbirine engel değildi elbette. Öncelikten kastedilen, İslami davetin hayatın merkezine alınması gerektiği konusuydu. İşte, ‘Yeniden Davet’ dediğimiz şeyden; bu bilinci tekrar kuşanmamız gerektiğini kastediyoruz.
Her birimiz ömür denen yolda ilerlerken, belirli virajlardan geçiyoruz. Mesela üniversiteyi kazanıp okumak hayatımızın virajlarından biridir. Yine iş sahibi olmamız, para kazanıp mal sahibi olmamız, evlenmemiz, çocuk sahibi olmamız da bu virajlardan bazılarıdır. Tabi bunların dışında da bazı virajlardan geçmiyor değiliz. Mesela zorluklarla imtihan edilmemiz gibi.
Araba virajı almaya çalışırken, arabanın savrulma tehlikesi vardır. Arabanın savrulup, yoldan çıkmaması için biraz dikkatli olmak ve belki arabanın hızını biraz düşürmek gerekebilir. Bizler de ömür denen bu yolu almaya çalışırken, Rabbimizin bizlerden neler istediğini unutmadan, davet ve tebliğ sorumluluğumuzu yerine getirmeye devam etmeli; bu durumun kurtuluşumuzun şartı olduğunu da unutmamalıyız.
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, malın ve evlatların bizler için birer imtihan vesilesi olduğuna ve bizleri, Allah’ı anmaktan alıkoymaması gerektiğine şu ayetlerle vurgu yapıyor.
Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır.(64/15)
‘’Mal ve çocuklarınızın sizin için birer imtihan olduğunu ve büyük mükâfatın Allah katında bulunduğunu bilin.’’ (8/28)
‘’Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.’’ (63/9)
Yine Rabbimiz, bizleri bazen de açlıkla, yoksullukla, mallardan ve canlardan eksilterek imtihan edebileceğini de bizlere bildiriyor ve bu durumda sabredenleri de müjdeliyor. (2/155)
İnsan, bazen farkında olarak, çoğu zaman da farkında olmadan bazı değişimler geçirip, zamanın ilerlemesiyle beraber bazı hassasiyetlerini kaybedebiliyor. Bu değişim öyle bir çırpıda gerçekleşebileceği gibi, daha çok yavaş yavaş gerçekleştiği için kişi, çoğu zaman bu değişimin farkında bile olamıyor. Bu durumdaki kişilerin etrafında, kendisini uyarabilecek birilerinin dahi olmaması durumu, adeta kişinin felekati oluyor.
Özellikle yaşın ilerlemesiyle beraber, bazı konulardaki hassasiyetlerin diri tutulmaması; insanı pasif bir hayatı yaşamaya itiyor. Bazı şeyler rutine biniyor ve ne yazık ki bir yerden sonra birçok şey sadece alışkanlık halini aldığı için yapılmaya başlanıyor. Sohbetlere bu anlayışla devam edilip, infaklar ruhsuz ve isteksiz bir şekilde verilmeye başlanıyor. Ve eğer dikkatli davranılmazsa dini yaşamak bir yerden sonra ne yazık ki; sadece belirli bazı şeyleri yapmaktan ibaret bir hal alıyor.
Özellikle davetin, sanki sadece gençler tarafından yapılması gereken bir ibadet olduğu anlayışının yaygın olduğunu söyleyebiliriz. Yaşı ilerleyen abilerin gençlerle ilgilenmeyi bırakmaları, ne yazık ki; alışık olduğumuz bir durum halini aldı. Oysa peygamberlerin toplumun bütün kesimlerine hitap edebilecek bir pozisyonda olmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Belirli bir yerden sonra bu kişiler elbette ki, davet edecek insanları yetiştirmelidirler. Ancak bunu, sahayı terk etmemenin hassasiyetiyle yapmalıdırlar.
Bizler müslümanlar olarak, şeytanın oyunlarına karşı uyanık olmayı bilmeli ve dosdoğru yolda olmak ve o yolda kalmak için elimizden gelen çabayı gösterebilmeliyiz. Şeytanla olan savaşımızın, bitmeyen savaş olduğunu bilmeli ve Rabbimize karşı olan sorumluluk bilincimizi diri tutmanın yolunun İslamı tebliğ etmekten geçtiğini hatırlamalıyız.
Her dönemde olduğu gibi özellikle yaşadığımız şu zaman diliminde, insanlar kendilerine İslamın tebliğ edilmesine muhtaçtırlar. Bugün yığınla insan, bir çok konuda bir çıkış yolu arıyor. Artık mevcut düzenler, ideolojiler insanları tatmin etmiyor. İslamı temsil ettiğini söyleyenlerin yaşantılarına bakan bu insanlar, bir bilinç de olmadığı için, ne yazık ki İslamdan soğuyorlar.
Öyleyse bizler, İslami daveti yeniden caddelere, kahvelere, okullara, çarşı, pazara kısacası hayatın her alanına taşımaya çalışmalıyız. Her birimizin çevresinde, kendisine İslamı anlattığı kişiler olmalı. Tebliğ ve davet sorumluluğunun bilincinde olan gençlerimizin sayısını artırmak için elimizden geleni yapmalıyız. Ve şunu da bilmeliyiz ki; bir kimsenin hidayetine vesile olmak, elde edilebilecek en büyük hayırlardan biridir.
Yazımızı peygamber efendimizin şu hadisiyle nihayete erdirelim.
"Kim bir iman yoluna çağırırsa, kendisine uyanların sevabı kadar, onların sevabından hiçbir şey eksilmeksizin sevap alır.’’ (Buhari)