Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Hokus pokus!
Bir yılı içindeki her şeyle birlikte geride bırakmayı, yeni yılın ilk gününden itibaren sanki her şeyi sıfırlamış gibi hayata yeniden başlamayı diliyor içten içe herkes. Olan şeyleri olmamış gibi, biten şeyleri bitmemiş gibi görmek istiyor. Yeni bir sayfa açmayı seviyoruz malum... Geçmiş yakamızı bıraksın ve peşimizden gelmesin istiyoruz. Bir yılı diğer yıla bağlayan saatler, el çabukluğuyla bizi olduğumuzdan daha başka biri yapsın, yaşamadığımız bir hayatın heyecanları içine bıraksın diye boş beklentilere giriyoruz.
“Yılbaşının da sence bir hususiyeti yok mudur?” diye sordum. “Hayır” dedi, “senenin diğer günlerinden ne farkı var sanki? Tabiat onu herhangi bir şekilde ayırmış mı? Ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi bile o kadar mühim değil; çünkü ömrümüzü senelere ayırmak da insanların uydurması... İnsan ömrü doğumdan ölüme kadar uzanan bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir” diye yazmış Sabahattin Ali, ‘Kürk Mantolu Madonna’da.
Zaman dediğimiz şeyin sanal bir şey olduğunu, onu olan biteni daha rahat algılayabilmek, daha kolay planlama yapabilmek için hayalimizde kurguladığımızı, bir yıldan diğerine geçerken aslında değişen hiçbir şey olmadığını elbette hepimiz çok iyi biliyoruz. Ancak her yıl bu oyunu yine de oynamak istiyoruz. Çünkü yeni bir sayfa açmanın, yaptığımız yanlışlarla karalama defterine döndürdüğümüz hayatımızı sıfırlayarak her şeye yeniden başlama fikrinin heyecanını kısa bir süre de olsa yaşamak istiyoruz. Gerçek olmadığını bile bile...
Sanki yeniden başlasak aynı şeyleri yeniden yapmayacakmışız, aynı hatalara yeniden düşmeyecekmişiz gibi... Sanki biz kendimizi değiştirmeden hayatımız değişebilirmiş gibi... Kendimizde memnun olmadığımız şeyleri değiştirmek için bir şeyler yapmaya niyet dahi etmiyoruz aslında. Yeni bir yıl gelsin, sihirli değneğiyle dünyaya dokunsun ve eski yılın bıraktığı ne varsa silip götürsün, her şeyi bir güzel temizlesin, bize hiç kullanılmamış pırıl pırıl yeni bir hayat bıraksın diye boş bir umutla kendimizi kandırıp duruyoruz sadece.
Şimdi bu satırları okuyanlar arasında birileri çıkıp, “İnsanların her şeyi unutup biraz mutlu olması, biraz eğlenmesi sizi niye bu kadar rahatsız ediyor!” diye atarlanabilir bize. Hiç kimsenin mutluluğuna, eğlencesine ket vurmak değil derdimiz. Böyle bir gücümüz ve kudretimiz de yok. Sadece kaygılarımız var ve bunları paylaşıyoruz. Bütün iç enerjisini kısa zamanda sönüp gidecek heyecanlara bağlayınca, sonraki günlerin yükü daha da ağırlaşıyor insanlar için. İki gün sonra “Yeni yıl da yanında doğru dürüst bir şey getirmedi” diye söylenmeye başlayacak herkes. Yavaş seyreden, patlamalarla kendini dışa vurmayan, çok yaygın, sinsi bir depresyon hali bu! Gerçekten hayatta bir şeylerin olduğundan daha iyi, daha güzel olmasını istiyorsak, bunun için sanal takvimlere umut bağlamak, boş hayallere kapılmak yerine, kendimizde bir şeyleri değiştirmeyi denememiz icap ediyor. Ama bunu göze almıyoruz, alamıyoruz. Ne zaman böyle bir değişimin eşiğine gelsek oradan firar edip kendimizi eğlenceye, şamataya vuruyoruz. Eğlenmenin her şeyi unutturacağını umarak... Görünüşe göre de unutturuyor ama sadece bir süreliğine... Her sarhoşluğun bir ayılması var mutlaka. Ve o ayılma çok baş ağrıtıyor.
Kendimizi uyuşturmak yerine değiştirmeyi göze alabilsek, yaşanmakta olanın içinde ferahlıkla mesafe alabileceğimiz yollar bulmanın korktuğumuz kadar zor olmadığını görüp rahatlayacağız belki de. O vakit, her dem yeni olmanın bilgisine erişmek için ille de temiz sayfalara, yeni yıllara, başka hayatlara, sihirli dokunuşlara ve hokus pokuslara ihtiyaç olmadığını da anlayabileceğiz muhtemelen.