Yeniden başlamak

Orhan Miroğlu

Bayramın iki gününü Batman’da geçirdim.

Meymuniye Köyü’ndeki patlamada hayatını kaybeden Sedat Özevin, Salih, Sadi ve Sıdık Özdemir için bayramın son günü binlerce insanın katıldığı bir mevlit verildi.

Özdemir ve Özevin ailesinin yası ve acısı henüz çok taze.

Mevlidi veren Süleyman Dayı’nın (Süleyman Özdemir’in) mevlit sofrasına oturduğumuzda söylediği birkaç kelime, acıyı ve yası paylaşmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu.

Üç oğlunu hatta onun ifadesiyle dört evladını kaybetmiş Süleyman Dayı’nın konuştuğu o anda, Batmanlılar ve başka şehirlerden gelen binlerce insan, Özdemir ve Özevin ailesiyle kurduğu duygudaşlığın değerini ve önemini yüreğinin içinde hissetti.

Bu acılar yıllardır, hiç eksik olmadı Kürtlerin yaşamından.

Zamansız ve haksız ölümlerin yaşandığı her defasında, sürüp giden savaşı unutarak tartıştı insanlar.

Her defasında sebepler, müsebbipler arandı durdu.

Sebepler, müsebbipler üzerinde durmak çok doğal elbette.

Adaletin yerini bulması ve mağdurların bir nebze de olsa yüreklerini ferahlatmak için, olması gereken bir şey bu.

Ama artık şunu anlamak gerekiyor ki, bu savaş devam ettikçe, insanlar da mayınlarda ölmeye devam edecek.

20 eylüle kadar silah kullanmama kararı alan gerillaları, birileri bulup, sığındıkları kamplarında vuracak.

Ve ateş, bayram filan dinlemeden, düştüğü yeri yakmaya devam edecek..

Anlamamız gereken bir ulusal psikoloji yaşıyor Kürtler.

Kürt toplumu, siyasi manada, Türkiye toplumundan çok farklı bir bölünmeyi yaşıyor..

Bu bölünmeyi ifade eden tartışmaların; her türlü şiddetin, acının ve yasın gölgesinde yapılıyor olması en büyük handikap.

Referandum süreci, bölünmeyi daha da keskinleştirdi.

Ama referandumdan sonra da bu bölünme bitmeyecek, belki daha da keskinleşerek devam edecek.

Yumuşama ve normalleşme için, referandumdan “evet” de çıksa, “hayır” da çıksa, Kürt siyasetinin ve bu siyasetin de alternatifi haline gelen AK Parti’nin yeni bir muhasebe yapması gerekiyor.

Zafer ve yenilgi hissiyatından uzak bir muhasebe olmalı bu.

Ve söylemeye bile gerek yok, bu muhasebe, yeni koşullarda, diyalog ve müzakerenin kapılarını açmaya hizmet etmelidir.

Ne var ki, şunun da farkına varmalıyız, Kürt siyaseti, geçmiş siyasi mirası ve pratiğiyle bir iç muhasebe yaşayabildiği oranda diyalog ve müzakere süreci gelişebilir.

Birtakım gerekçelerle bu iç muhasebe dinamiklerini durdurmaya çalışmak ve kaçınılmaz hale gelen şeyi, belirsiz tarihlere ertelemek mümkün değildir.

İşte bunun için her Kürt’ün söz söyleme hakkına saygı gösterilmelidir.

Kürt aydınlarının, bir çeşit kişilik katli yoluyla etkisizleştirilmesi, farklı düşünceyi izole etmenin bir aracı, bir yöntemi olmaktan çıkmalıdır.

Moral değerlerin kutsallığı ve dokunulmazlığı bahanesiyle ve açık-kapalı tehditler yoluyla insanların susturulmaya çalışılmasının varacağı bir tek yer var: Sivilliğin katli!
Yeryüzündeki bütün uluslardan belki de daha fazla ihtiyacı olmasına rağmen, entelektüel damarlarını kendi eliyle kesmiş bir toplum yaratılmak istenmiyorsa, bu kişilik katlinden vazgeçilmelidir.

Mesele Orhan Miroğlu’nun yazdıklarının doğruluğu, yanlışlığı değildir.

Doğrular da, yanlışlar da tartışılabilir.

Kürt toplumuna, kanaatimce bundan sonra yanlış fikirler zaten yön veremez.

Savaşı reddeden, Türklerle eşit koşullarda yaşamak isteyen ve kendi içinde de demokrasi talep eden, onuruna düşkün bir halktır Kürtler.

Güçlü, güçsüz, hiçbir Kürt partisi bu genel ama bir o kadar da belirleyici siyasi verilere karşı tutum takınarak başarılı olamaz.

Bu yazı pazar günü yazıldı, henüz sandıklar açılmamış ve oylamanın sonucu belli olmamıştı.

Ama yine de emin olduğum bir şey var.

Referandumun sonucu ne olursa olsun, Kürt toplumundaki bölünmeyi yaratan koşullarda bir normalleşme yaşanmazsa, korkarım daha ciddi ve vahim sonuçlarla karşı karşıya kalacağız.

Çünkü, savaş lobileri, Türkiye’nin demokratik değişim sürecinden uzaklaşması ve Kürtlerle barışı durdurmak için, Kürtlerin dağda kalmaya devam etmesini hâlâ en önemli imkân olarak görüyorlar.

Dokuz gerillanın öldürülmesi bu niyetin bir kez daha açığa çıkması ve ispatıdır.

Bizzat Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yönettiği bir operasyon olduğu söylendi bu katliamın.

Çatışma filan olmadı, gerillaların çekildiği söylenen bir kampa baskın yapıldı ve dokuz Kürt genci öldürüldü.

Referandum öncesi ve üstelik bayram günlerinde böyle bir katliamı göze alanların daha neleri göze alabileceklerini düşünmek lazım.

Savaş sürecini kimin kontrol ettiğini göstermesi bakımından da bu operasyon çok önemlidir..

PKK’nin savaşı durdurması, hatta yeni koşulları değerlendirip, süresiz ateşkes ilan etmesi bir şeye yaramayacak.

Referandum geride kaldı. Türkiye’nin geleceğinde önemli bir kavşak daha geçildi.

Bu kavşak geçilirken Kürt sorununu yeniden düşünmek gerekiyor.

Yeniden ve silbaştan.

Hükümete önemli bir görev düşüyor.

Orduyu savaşmak istemeyen PKK gerillalarından uzak tutmaya çalışmak..

Bunu başarmanın kolay olmadığını herkes biliyor.

Ama darbeleri durdurmak, Ergenekon yapılanmasına operasyon düzenlemek, Diyarbakır’da görülen JİTEM davaları, generallerin tutuklanması, son YAŞ kararları, Anayasa değişikliğini Meclis’ten geçirip halka sunmak, bunların hiçbiri kolay olmadı.

Şimdi de, generallerin savaş sürecindeki kontrollerine son vermenin zamanı geldi.

Bu başarılmazsa, kalıcı bir ateşkes ve Kürt sorununda çözüme giden sürecin kapılarını aralamak imkânsız.

TARAF