Yeni Türkiye Cumhuriyeti

Fuller, uzun yıllar Orta Doğu ve Asya’nın çeşitli ülkelerinde istihbarat görevlisi olarak çalışmış bir isim ve CIA Türkiye Masası eski şefidir. Fakat kitabın önsözünde okuyucudan bu özgeçmişi unutmasını özellikle istiyor.

Graham Fuller'in Timaş Yayınları tarafından basılan Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti adlı kitabını Zehra Ergül Haksöz-Haber için değerlendirdi.

Graham Fuller'in bu çalışması, Türkiye Cumhuriyeti dış politikasının, geçmişi, günü ve geleceğe dair senaryolarla incelendiği bir kitap. Mart 2008 de Timaş'dan çıktı ve 325 sayfa.

Fuller, uzun yıllar Orta Doğu ve Asya'nın çeşitli ülkelerinde istihbarat görevlisi olarak çalışmış bir isim ve CIA Türkiye Masası eski şefidir. Fakat kitabın önsözünde okuyucudan bu özgeçmişi unutmasını özellikle istiyor. Yazar, "Kitap herhangi bir ABD politikasını veya istihbarat gündemini ileri taşımak için tasarlanmış değildir" dese de çalışmada hâkim olan üslup yeni ABD döneminin Türkiye politikaları hakkında önemli ipuçları taşıyor kanaatindeyim.

Girişte yapılan bir düzeltme de kitabın ismine dair. Asıl adının "Türkiye'nin Dünyadaki Yeni Yeri" olması gerektiği ifade edilmiş. Zira kitapta yeni bir TC'den değil, yeni bir dönemden bahsediliyor.

Kitabın temel tezi, ABD'nin Orta Doğu'daki pasif, sadık, güvenilir müttefiki Türkiye'nin artık o memnun edici sürecini tamamladığı, dünyada ABD'ye karşı gelişen küresel tepkinin bir parçası ve iç dinamiklerin gelişmesiyle, dış politikada daha bağımsız politikalar üretmeye başladığı yönünde. Ayrıca, Türkiye'nin ılımlı İslamcı yöneliminin bölge ülkeler üzerindeki etki gücünün artmasıyla ABD için uzun vadede daha iyi bir müttefik olabileceği de eklenebilir.

Kitapta akıcı bir dil kullanılmış. Genel olarak ayrıntılı kapsamlı bir değerlendirme yapıldığını söyleyebiliriz. Kitabın Mart 2008 de basılmasına rağmen değişen Türkiye gündeminin gerisinde(kitap yazıldığında Gül henüz Dışişleri Bakanı ) kaldığı da bir eleştiri unsuru olabilir.

Kitap Üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Türkiye dış siyasetine etki eden eğilimler "Osmanlı son dönemi","Kemalist reform dönemi", "Erken soğuk savaş dönemi", "Türkiye'nin stratejik olarak batıya kucak açması", şeklinde dört başlık altında incelenmiş. Bu bölümde gerçekçi değerlendirmeler yapıldığını söyleyebiliriz.

Yazarın AK Parti ve Gülen hareketini incelediği bölümler dikkate değer. Yazar AK Parti'yi İslamcı bir parti olarak görmüyor ve AK Parti'nin yaklaşımını diğer İslamcılar için önemli bir örneklik olarak tanımlıyor. Türkiye'de bu yeni ılımlı İslami anlayışın şekillenişi üç faktörle açıklanmış.

  1. Türkiye'nin genel gelişme, modernleşme ve demokratikleşme düzeyi ile dünyaya açıklığı.
  2. Kemalizm ile İslam arasında yaşanan ve Türk İslamcılarını farkında olmadan demokratik bir toplumda İslam'ın rolü konusunda daha hızlı bir şekilde yeni fikirler ve anlayışlar geliştirmeye zorlamış gerilimler.
  3. Türkiye'nin son yarım yüzyılda Batılı güçler tarafından Müslüman dünya ile kanlı ve kutuplaştırıcı jeopolitik ve askeri çarpışmalardan nispeten yalıtılmış olması.

Bir nevi ümmetten kopuşun nedenlerinin sıralandığı bu bölüm, müslüman dünyanın ilgiyle izlediği Türkiye'de, AK Parti'nin yaklaşımının diğer İslamcılar için büyük önem taşıdığı ve model olabileceği vurguluyor.

Gülen hareketinin anlatıldığı bölümde, hareket modernist bir dünya anlayışını önermesi, devlet tarafından bastırıldığı zaman bile devletle barışık oluşu, Türk devletini tamamen meşru kabul edişi, milliyetçi zihniyeti, ümmetçilerden ve siyasete bulaşanlardan kendini büyük bir çabayla ayrı tutuşu gibi yönleriyle öne çıkarılmış. Yazar bu anlayışı Türk İslam'ı olarak tanımlıyor."İslam'ın Türk ifadesi"nin, Selçuklu ve Osmanlı'da dini hoşgörü ortamının teşviki ve sufi tarikatların toplum hayatında aktif bir rol üstlenmesiyle türediğini anlatıyor. Gülen deneyiminin bunun devamı olabilecekken diğer Müslümanlarca işe yaramaz olarak tanımlanmasını üzücü buluyor ve ekliyor,"Gülen'in Türk deneyimine ilişkin vizyonu devlet, iman ve modernitenin birbirleriyle uyumlu olduğuna dair bir inancı temsil eder".

Kitabın ikinci bölümünde, Türkiye'nin Suriye, Irak, İran, İsrail, ABD ve diğer birçok ülke ile olan ilişkileri, sorunlar, yaklaşımlar ve gelinen nokta itibariyle irdelenmiş. Türkiye-ABD ilişkileri 1952'de NATO üyeliğinden başlayarak ele alınmış. 1980'lerden itibaren Ankara'nın daha ince noktalara dikkat eden ve daha dengeli bir dış politika geliştirmeyi öğrenmeye başladığı ifade ediliyor. 2003'de Türk Parlamentosu'nun Irak işgali için Türkiye topraklarının ABD tarafından kullanılmasına izin vermeyen kararının şok etkisi oluşturduğu, bundan sonra Türkiye-ABD ilişkilerinin bütün zamanların en düşük seviyesine doğru yol aldığı belirtiliyor.

Yapılan kamuoyu araştırmaları verileriyle Türkiye halkının büyük oranda ABD karşıtı olduğuna işaret edilmiş. AK Parti'nin önde gelen diğer iki Türk partisi(MHP, CHP) ve bürokratik unsurlara kıyasla ABD'ye karşı daha ılımlı görüşlere sahip oldukları önemle vurgulanmış. Buna karşın ,"Türkiye'nin eylemlerinde daha bağımsız bir seyir izlemesi, ABD'nin bölgedeki amaçlarına Türkiye'nin peşinen teslim olma döneminin sona erdiğine ve Türk dış politikasının ciddi çeşitlendirilmesi arzusuna işaret etmektedir. Esasen Türkiye'nin ABD politikalarının hala Türk çıkarlarına hizmet ettiğine ikna edilmesi gerekmektedir."deniyor.

Türkiye'nin bölgede üstlenmek istediği arabuluculuk rolünün uzun vadeli ABD çıkarları açısından faydalı olacağı, Rusya, Çin ve Avrupa'nın potansiyel müdahalesine kıyasla Türkiye'nin arabuluculuğunun tercih edilir olduğu söylenerek Temmuz 2006'da Washington'da Gül-Rice arasında imzalanan belgenin bu durumun kabulüne işaret ettiğini ifade edilmiş.

Kitabın son kısmında Türkiye için alternatif gelecek senaryoları, ABD, AB, Orta Doğu ve Avrasya'daki güç merkezleriyle ilişkileri bağlamında tartışılıyor. Bu bölüm,

"Washington merkezli bir politika","Avrupa merkezli bir politika", "Ankara merkezli bir politika" başlıklarıyla ele alınmış. Burada Ankara merkezli politika başlığı altında sistematik ve detaylı bir vizyonun ortaya koyucusu olarak Ahmet Davutoğlu ve Sedat Laçiner ayrı iki başlık olarak ele alınmış.

Kitapta son olarak, giderek daha bağımsız hale gelen ve gelişen Türkiye ile ilgilenme bağlamında ABD'ye bir takım politika önerilerinde bulunuluyor. Yazar "Unutulmamalıdır ki Türkiye, bölgede askeri ve siyasi açıdan anahtar bir güçtür ve bölgeyle ilgili düşünme ve ABD politika planlama sürecinin parçası olmalıdır" diyor. Kendi halkı önünde meşruiyeti olmayan Arap idarecilerin kendi halklarını temsil etmediklerini, buna karşın Türk Hükümeti'nin meşruiyetinin iş yapabilme yetisini güçlendirdiğini söylüyor. Ona göre Türk İslam'ı bölgesel bir itibara sahip olursa, bölgedeki tartışmaları etkileyebilir ve kamusal hayatta İslam'ın rolü hakkındaki münakaşaları değiştirebilir. Son cümlede Türkiye'nin konumunun münevver Amerikan gözlemcilerce takdir edileceği temennisiyle son buluyor.

Kitap, AK Parti ve Gülen hareketine dair yapılan değerlendirmeleriyle, tablonun dışarıdan nasıl göründüğü ve adı geçen figürlerin hangi senaryoların yetenekli, istekli ve işlevsel oyuncuları şeklinde algılandığını gösteren bir bakış açısı sunuyor.

İsmi Barak Obama ve Demokratlarla anılan yazarın, ABD'li Demokrat kanadın Türkiye'ye nasıl baktığını, farklılaşan ilişkileri ve muhtemel senaryoları nasıl okuduğunu göstermesi açısından önemli bir çalışma diye düşünüyoruz.

Zehra Ergül / Haksöz-Haber

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları