Yeni tehditler, tehlikeler

Ali Bulaç

 

Bölge politikamızın "stratejisinin Batı" tarafından tespit edildiğini, "taktik ve operasyon"un bize bırakıldığını yazmıştık.

Kendi yöntemlerimizle iş yaptığımız sürece görece başarılar kazandık; ancak Türkiye, bölge ülkeleriyle entegrasyona doğru gitme istidadı gösterince Batı önümüze "Stop!" levhasını dikti.

Geldiğimiz nokta, dış politika stratejisi üzerinde yeni baştan düşünmemizi zaruri kılıyor. Muhafazakâr kesim, dış politikanın "emin eller"de olduğu varsayımından hareketle engin bir rahatlık içinde. İyi niyetli eleştirilere dahi surat asıyor. Fakat dış politika artık tıkanma noktasında. Türkiye istemediği halde komşularıyla savaşa girebilir. Bundan da geriye sadece on binlerce insan zayiatı, akan kardeş kanı ve yüzyıllara yayılan bir utanç kalır.

Size iki muhtemel "felaket senaryosu"ndan söz edelim:

1) Diyelim ki, Türkiye güvenli tampon bölge oluşturmak gerekçesiyle Suriye'ye girdi, 5 ile 30 km arası hattı işgal etti. Siz Suriye'nin Irak'ın ve İran'ın, Türk askerini çiçekle karşılayacağını, Rusya'nın bize 'başarı telgrafları' çekeceğini mi sanıyorsunuz? Türk askerinin tahkim edeceği hattın tek hedefi, Kuzey Irak Kürdistan'ını Akdeniz'e açmak. Bu "ikinci Çekiç Güç projesi" olacaktır. Oysa bölgenin ihtiyacı, birinin diğerinin aleyhine bölgeler ilhak etmesi değil, bölgenin tamamının hiç değilse AB ülkeleri gibi birbirleriyle entegrasyona gitmesidir.

2) Diyelim ki İsrail'in bugünkü çılgın yöneticileri İran'ın nükleer tesislerini vurdu. İran da doğal olarak İsrail'i vurmak üzere füzelerini ateşledi. Malatya'daki tesisler füzelerin yerini, hızını, hedefini tespit edip Romanya'daki NATO merkezine bildirdi, Romanya'dan fırlatılan NATO füzeleri İran'ı vurdu, İran da Malatya'yı vurdu. Ne olacak? İran'la yeni bir Çaldıran Meydan Muharebesi'ne mi girişeceğiz? Ve neden?

Dış politikanın kendisinden ve icraatından çok daha başarılı olan "kamu diplomasi"sinin yürüttüğü propagandaya inanacak olursak, "Türkiye, ABD'den bağımsız hareket ediyor, bölgesel bir güç oldu, yakında küresel aktör olacak. Düşmanlarımız, özellikle bizi kıskanan komşularımız bizi rahat bırakmıyor. Biz masumuz, bölgeye barış, demokrasi, huzur, istikrar götürecek model götürüyoruz, ağabeylik yapmak istiyoruz, fakat bu nankörler bir türlü bizi kabullenemiyor!"

Bu retorik iç kamuoyunda yüksek bir beklenti ve temelsiz bir özgüven; bölgede ürküntü ve kaygı yarattı. Yüksek beklenti ve özgüven, gerçekleri görmemizi engelliyor. Özellikle son zamanlarda dış politika havuzuna akıp kendi rengini vermeye başlayan dil, üslup, retorik Türkiye'nin 1910'ların İttihatçılığına dönmekte olduğu izlenimini veriyor. Araplara, Kürtlere ve İran'a ilişkin oryantalist bakış; "tarih ve coğrafya bizi mecbur ediyor" söylemi; "bizi Anadolu'ya hapsediyorlar" retoriği, adam etme misyonları bölge halkının İttihatçı hafızasını diriltti. Zahirde inkâr edilse de saklandığı testide suyu sızdırılan Yeni Osmanlıcılık ve milliyetçi tonlar istifhamlara yol açtı.

Türkiye son 10 yılda "yeni dış politika stratejisi"ni çizerken "tehdit algısı"nı kendisi tanımlamadı. Batı'nın tehdit algısına eşlik etti. 1990'lardan önce Batı'nın ve NATO'nun tehdit algısı Sovyet Rusya ve komünizm idi. Türkiye, bununla uyumlu bir konuma sahipti, ortada ciddi sorun yoktu. Yeni dönemde Batı ve NATO, İslam'ı ve İslam dünyasını tehdit olarak algılıyor; çıkarlarını bozan her bölgeyi kriz alanı ilan edip müdahale ediyor. Afganistan, Pakistan, Irak, süren Filistin sorunu, Libya'ya müdahale ve şimdi Suriye ve İran'a yapılması planlanan askerî operasyonlar. Pekiyi Türkiye, bu tehdit algısının neresinde duruyor?

Mesele şu ki, eğer Türkiye "ulusal çıkarları" için ve Batı adına bölge liderliğinin peşindeyse, bölge ülkelerinin tümü ulus devletlerdir. Onlar da ulusal çıkarları peşinde koşacaklardır. Eğer Türkiye, Batı adına bölgeye gidecekse, devrilen yönetimlerin hiçbiri Batı ile kavgalı değildi, sadece kullanma tarihleri sona erdi, çöpe atıldılar. Yeni gelenler de Batı ile kolayca ilişki kurabilirler.

Bölgede din, mezhep ve etnik çatışmalar var, şimdi Müslüman ülkeler arası savaş tehlikesi başlıyor, bütün bölge ülkeleri daha dikkatli ve sorumlu olmak zorunda.

ZAMAN