Kemalist sistem hızla çöküyor. Elbette altına dinamit konmuş bir bina kütlesi gibi değil; temel dayanakları birer birer ama hızla yıkılarak. On yıl öncesine kadar karşımızda ordusundan hükümetine, cumhurbaşkanından yargısına, medyasından üniversitesine insicam içinde olan ceberut bir devlet bütünü vardı. Şimdi bu koalisyon dağıldı.
Dün Kürdüm dediği için yargılananlar bugün federasyonu, bağımsızlığı tartışıyorlar. Dün başörtüsünü yasaklayan YÖK bugün başörtüsünün serbestliği için çalışıyor. YARSAV tarih oldu. HSYK ve AYM artık darbecilerin partneri değil. Jitem ve Ergenekon yargıda. Ordu da her vara yoka muhtıra veremiyor.
CHP-MHP koalisyonu, genelkurmay ve birkaç kayda değmez medya ve kurum dışında Devletin resmi söylemini dillendiren kalmadı. Cumhuriyet bayramı resepsiyonunda yaşananlar bu iki gücün trajikomik acziyetini ortaya koydu.
Üç-beş yıl öncesine kadar her konuda hükümete ve vatandaşa talimatlar yağdıran genelkurmay, bugün başörtülülerle karşılaşmamak için kaçış planları yapmak, varlığını alternatif resepsiyonlarla ispatlamakla meşgul.
Genelkurmay, gözünü kapatarak, tasvip etmediği şeyin olmadığına hem kendini hem de laikleri inandırmaya çalışıyor. İçine düştüğü acziyet de en fazla burada kendini gösteriyor. Çünkü elinden daha başkası gelmiyor.
Evet, sistem hızla çöküyor. Yerine neyin ikame edildiği ise sevinç ve şaşkınlıktan olsa gerek pek tartışılmıyor. Oysa geleceğimizi belirleyen yeni bir düzen kuruluyor. Bu düzeni doğru tanımlamak, buna göre stratejimizi revize etmek gerekiyor.
Eğer gidişatta önemli şaşmalar olmazsa Türkiye, refah düzeyi yüksek, insan haklarına daha saygılı, özgürlükçü, ademi merkeziyetçi, çokkültürcü, anayasal vatandaşlığın uygulandığı, liberal kapitalizmin daha etkili olduğu, bunun sonucu olarak gelir dağılımı adaletsizliğinin tavan yaptığı, Anglosakson laikliği benimseyen, komşularıyla barışık, Kürt sorununu büyük oranda çözmüş bir ülke olacak. (Bunları söylerken AK Parti sisteminin çok da matah bir şey olduğunu kastetmiyoruz.) Düne kadar karşısında kolayca net duruşlar sergilediğimiz ceberut sistemin yerine kurulan bu gri renkli yapı geleneksel İslamcılığın sığ itirazlarını bir bir ortadan kaldırıyor.
Bilindiği üzere sosyalistler, klasik işçi sınıfının değişmesi, sosyal devlet anlayışının gelişmesi ve pratik zeminde sosyalizmin kapitalizm karşısında bir alternatif üretememesi karşısında çareyi çevrecilik, eşcinsel hakları(!) ve benzeri konsepte sarılmakta buldular. (Eşcinsellik konusunda Parti-Cephe istisnadır.)
Yeni sosyal düzen karşısında yeni bir strateji, söylem ve fıkıh üretememenin sonucu sapma veya içe çekilmedir. Bu nedenle yeni sistem karşısında Müslümanların strateji, söylem ve fıkıhlarını gözden geçirmeleri, bir gelecek projeksiyonu üretmeleri gerekmektedir.
Diğer yandan sistemin, tüm hakikatleri örten demir dezenformasyon perdesi yırtılmış durumda. Bugüne dek resmi tarih, medya, üniversiteler, ordu, siyaset bir bütün olarak suç ortaklığı içinde resmi söylemin taşıyıcısı ve hakikatin örtücüsü işlevi görüyorlardı. Ancak bugün bu koalisyon dağıldı, halka gerçeklerin ulaşmasını önleyen dezenformasyon ortadan kalkıyor. Artık resmi söylemin gizlediği hakikatlerin topluma İslami bakış açısıyla ulaştırılması için çok önemli bir fırsat var.
Her bir anlatı aynı zamanda bir değer üretir. O halde bu halk geçmişle hangi söylem üzerinden, kimin yaklaşımlarıyla ve ne tür kavramların gölgesinde yüzleşecek? Hakikatin çıplak yüzüyle değil de ideolojik giydirmelerle yüzleşeceği Kürt sorunundan inanç sorununa kadar onlarca esaslı meseleyi kimden öğrenecek?
Şu halde yeni dönemin bütünlüklü bir tanıklığını yapmak, doğru araçları seçmek gerekmektedir. Sistem ve toplum değiştiği gibi mücadele enstrümanları da değişiyor. Tüm bunlar karşısında nasıl bir tavır belirleyeceğimiz hayati öneme sahiptir.
Tam da bu noktada bir karar vermemiz gerekmektedir; tarihe ve sürece maruz mu kalacağız yoksa zamanın ve sürecin öznesi olarak onu inancımızın diri söylemine maruz mu bırakacağız? Evet, yeni bir değerlendirmeye ihtiyacımız var.
* Bu yazı Özgün Duruş gazetesinin 61. sayısında da yayınlanmıştır.