İbni Haldun, mağlup milletlerin galip milletleri taklit ettiğini söyler. Mağlup milletler galiplerin her işi doğru yaptığına inanmaya başlar ve kendilerini de değersiz görür ve bulurlar. Bu bir maraz halidir. Bu bağlamda, Hazreti Ömer’in bir sözü vardır: Zafer ve galibiyetimizin sırrı hasımlarımızın bizim galip ve kendilerinin mağlup olacağına peşinen inanmasıdır. Bu durumda biz savaşa iki puan önde başlamış oluruz.
Aşağılık kompleksi her türlü marazın da sebebidir. Bu meselenin bir ifrat ve bir de tefrit tarafı vardır. Kompleksli milletler başkalarının ağına kolay düşerler ve esiri olurlar. Galip olduklarında ise başka topluluklara zulüm ederler. Sözgelimi, İsrail gettolarda yaşaya yaşaya Arapları da gettolara hapsetmek istemiştir. Türkler genellikle sömürge olmadıklarından Osmanlı devrinde kompleksli olmamış ve yönetimi altındaki milletlere müşfik ve adilane davranmıştır. Günümüzde ise idari olarak çok parlak olduğumuz söylenemez. Bundan dolayı zaman zaman ‘Keşke bizim idarecilerimiz de bazı batılılar gibi dürüst ve adilane olsalar; memleketlerini ve ülkelerini sevseler ve iyi yönetseler’ diye iç geçiririz. Bu; temenniden öte geçerse kolaycılık olur. Maalesef kötü yönetimler insanları namerde muhtaç eder ve başkalarına özenmeye yol açarlar. Elbette ki, takdir yüce ve takdir edilmesi gereken bir duygudur. Lakin bunu kompleks derecesine getirmemek lazım. Tanzimat’tan beri liberallerimiz adem-i merkezi bir yapıda yönetilmeyi isterler. Bunun ötesinde doğrudan yabancılar tarafından yönetilmek de tercihleri arasındadır. Bugün Tanzimat kafası AB taklitçiliğine dönüşmüştür. Az gittik uz gittik maalesef bu duyguları aşamadık.
¥
Mehmet Altan’ın bir yazısı hayretime mucip oldu. Şöyle yazıyor: “Kürdistan özerk olsun’ diyorlar. Orada insani gelişim endeksi ne olacak, benim de sorum bu. ‘Burası Kürdistan, burayı Kürtler yönetsin’ yine bir yönetim tartışması! O zaman ben de Türkiye’yi Türkler değil AB yönetsin diyorum. Çünkü derdim kimin değil nasıl yönettiği. Birtakım adamlar siyah arabalara binip itibar görecekler, olacak olan bu...” Kimin değil nasıl yönettiği önemli ise o zaman illa Avrupalıların yönetmesinin ne anlamı var? Bir takım kriterler belirlersin ve onlara uyulup uyulmadığını denetlersin ve yönetimleri ona göre derecelendirirsin. Liyakata göre bir yönetim anlayışı ise bunun keyfiyeti ve kriterleri bellidir. Kime göre değil de nasıl yönetileceğine gelecek olursak, Yunanistan en az 30 yıldır AB kriterleri tarafından yönetiliyor ve neredeyse sadece kendisini değil bağlı bulunduğu AB mekanizmalarını da iflasa sürüklüyor. Keza İspanya da AB’ye üye olalı yıllar oldu ve o da aynı şey. Bulgaristan, Romanya gibi ülkeler ise komunizmden sonra, çıktıkları eski duruma yeniden geri döndüler. Sanki komunizm çeperini aşmamış gibiler. İster AB mekanizmaları iyi yönetememiş isterse kendileri buna müsaade etmemiş olsunlar. Değişen ne? Yani kelin merhemi olsa başına sürecek. Sonra bizi onlar yönetsin de Berlusconi’nin İtalya’sını ve Sarkozy’nin Fransa’sını kim yönetecek? Onlara da ABD’den mi yönetici ithal edilecek? Ya ABD’yi Bush gibi bir savaş baronu ve zeka moronu yönetiyorsa? Ayıkla pirincin taşını! Dolayısıyla iyi yönetimin kriteri veya liyakatın kalitesi asla AB değildir. Elbette zaman zaman güzel idari örnekleri alınabilir ve tecrübelerinden yararlanılabilir. Lakin onları yönetici olarak ithal etmek soruna çözüm değil, sorunu derinleştirmektir. Bizim yaptığımız gibi. İthal çözüm yerine çözümü içeride aramak gerekir.
¥
Bu mesele eski bir tartışmadır. Mehmet Altan’ın seleflerinden Mithat Paşa ‘Günümüzde Fransızca bilmeyen devlet adamına itibar edilmez. Fransızca bilmeyeni devlet adamı yapmamak gerekir’ şeklinde gazellemeler ve güzellemeler yapar. Bunun üzerine içerleyen Ahmet Cevdet Paşa, ‘Oldu olacak Fransa’dan kunduracı ithal edelim, olsun bitsin bu iş’ demiştir. Abdullah Cevdet daha da ileri gitmiş ve aktarılanlara göre, Türk neslini ıslah etmek için İtalya’dan damızlık erkek ithal edilmesini bile teklif etmiştir. Hitler’in ari ırkı saflaştırmak için bunu kampanyaya dönüştürdüğü de söylenir. Mehmet Altan’ın yazısından anlıyoruz ki, Abdullah Cevdet’in ruhu hâlâ aramızda yaşıyor. Daha acısı, bizlere rehberlik ediyor.
YENİ AKİT