Ak Parti'ye karşı en küçük muhalefet belirtisine köpürterek tutunan, "Kürt meselesini Ak Parti çözmesin de ne olursa olsun" kafasındaki pek duyarlı, en muhalif, çok vicdanlı 'Kandil muhipleri'nden bir diğerinin arşivinden alıntılarla Kürt meselesinde birkaç yıl önce durdukları yeri hatırlatmaya devam ediyorum. Dersimiz Ece Temelkuran.
Ece Hanım'ın çok da uzak olmayan bir zamanlar durduğu yer hakikaten hayret verici. Bu hayretin bende zirve yapmasını sağlayan yazısı ise bir vatandaşın ölümüne sebep olan Şemdinli'deki Umut Kitabevi'nin bombalanmasının ardından Şemdinli'den bildirdiği izlenim yazıları. Yazarımız, halkın iki jandarma astsubayı ve bir PKK itirafçısına (kısaca JİTEM'e) "suçüstü" yaptığı ilçeden, yani derin devletin iş başında yakalandığı Şemdinli'den şu başlıkla bildirmiş: "Derin Kürt' korkusu". Derin devlet operasyonlarından birisinin ardından bölgeye gidip başlığa "Derin Kürtler"i çekmek muhalifliğin en yüksek mertebesi olsa gerek. Yazıda bir uzun havanın ilk cümlesi tercüme edilip şöyle deniyor:
"Zalimler ellerimi kelepçeye vurdular, aşiretime haber verin. 'Zalimler' dediği JİTEM oluyor yani." Oysa, geceleri yollarda BMW cipler geçiyor, dağların ortasında kat kat yükselen Akmerkez yavrusu alışveriş merkezleri önünden. Rakıyla bileylense de öfke, "ticaret" devam ediyor. Ham uyuşturucunun şişe geçirilip içilenine "dilyak", mangala konulanına "okka" deniyor. Hizbullah, iki-üç ay önce, düğünlerde kadınlı erkekli, halay çekilmesin diye birilerine işkence ediyor."
Yani "Zalimler" diye JİTEM'e diyorlar, OYSA bu Kürtler BMW ciplere bile biniyorlar, AVM'lerde dolanıyorlar; üstelik uyuşturucu müptelalığı, irtica baskısı, ne arasan var. Daha çok Batı'da oturan Milliyet okurunun "JİTEM oysa" paragrafından çıkarabileceği sonucun "Bunları anca JİTEM paklar"dan öte olduğunu düşünen varsa beri gelebilir.
"Ufacık çocuklar bisikletlerle hamallık yaparken geceleri, günde üç kez "bağımsızlık, özgürlük, TC'nin baskısı" konulu basın açıklamaları yapılıyor. Suyu kireçli, sokakları köpek dolu Yüksekova'da derdini sorsanız insanlara, "Anadilde eğitim!" diyorlar. Ama neredeyse kimse ne Kürtçe okumayı, ne de yazmayı öğreniyor."
Yazar, "Suları yok içmeye, anadilde eğitim isterler öğrenmeye" şeklinde halkın cehaletini ve 'ideolojik körlüğü'nü gözümüze soktuktan sonra, halkın aydınlanmışlarının fikirlerini iletiyor ki biz de aydınlanalım:
"Burada düşünen insanlar, aslında "derin devlet"ten korktukları kadar "Derin Kürtler"den de korkuyor. Şemdinli'de, Yüksekova'da insanlarla konuştuktan sonra izlenimim şudur: Türkiye'de "derin devlet" nasıl biçimleniyorsa "Derin Kürtler" de onlara benziyor! "Derin Kürt", tıpkı bir aşiret gibi bilhassa gençlerin tepesinde görünmez kılıcını tutuyor!"
Derin devletin yeni can aldığı topraklardan naklen yayın yapıp sözü ısrarla "derin Kürtler"e getirmek herkese nasip olacak bir vicdan ölçüsü değil gerçekten. Gözlerimiz nemli devam ediyoruz:
"Sınır ticareti ciddi sorun. Başbakan gelince söyleyeceklerdi güya. Söylemediler. Ne söylüyorlar? Kimlik! Arkadaş, suyun akmıyor doğru dürüst, onu söylesene. Bu para nereden geliyor? Tamam para geldi, hayat güzelleşsin değil mi? Hayır. Adam ev alıyor hemen, bir de cip. Önce üzülüyorsun, sonra öfkeleniyorsun. Hayatı şiddet. Sonra demez mi 'Barış istiyorum' diye."
Son zamanlarda Diyarbekir'deki "siteleşme" temayülüne takmış olan yazarımız demek ki eskiden daha çok "Kimlik!" diyen Kürtlere öfkeleniyormuş. Üstelik bu Kürtlerin de "hayatı şiddet"miş de utanmadan "Barış istiyorum" derlermiş!
"Diyarbakır'da gider örgütün şiddetini, o şehirde kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği şekilde eleştiririm. Batı'da da devletin şiddetini yererim. Tam tersini yaparak edinilen entelektüel kariyerlere de zerre kadar ehemmiyet vermem" diyen Ece Hanım'dan kendi kariyerinin ehemmiyeti hakkındaki düşüncelerini de öğrenmek isterdim şahsen.
Burada uzunca alıntılayamasam da yazıların içeriğine bakmaya davetlisin sevgili okur; zira Kürtleri bu kadar egemen kibriyle âdeta bir cahil/gayri-medeni/yabaniler sürüsünden bahseder gibi ele alıp, derin devlet varlığını bu kadar normalleştirmeye çalışan bir metin bulmak zordur. Kıymetini milletçe bilmemiz lazım.
Yavaştan günümüze gelirsek... "İki tarafın keskin milliyetçileri" diye tanımladığı Kürt ve Türk milliyetçileri hakkında "Onlar birbirlerine karşı gibi görünseler de aslında aynı dili konuşup hep aynı hesapta anlaşıyorlar. Biri olmayınca diğeri olmuyor aslında ve birbirlerini kaybetmekten öyle çok korkuyorlar ki..." (Göbeği iki ev arasında düşenler, 21.12.2007, Milliyet) diyen yazarımız son zamanlarda nedense en çok Kürt milliyetçiliğinin borazanlığını yapmakla meşgul.
Mesela rahatlıkla "Nasıl ki her Türk asker doğuyorsa, orada da artık her Kürt gerilla doğuyor. (...) Hayrını görün: Kürtler bıçaktı, şimdi jilet oluyor!" diye yazabiliyor. (Bıçak ve jilet, 18.05.2010, HaberTürk) "Asker-gerilla" ikiliği üzerinden hem Türk hem Kürt tarafındaki militarizmi meşrulaştırıp; Kürtlere "Yürü be, kesseler acımaz" gazını, Türklere de "Kürtler jilet olup sizi kesecekler" korkusunu aşılıyor. Ve 'ölümcül vuruş' geliyor:
"Sandığımdan çok daha hızlı yaklaşıyoruz ateşe. Bilenler, bu ateşin Suriye'deki ateşle birleşip tarihi değiştirebileceğini görüyor. Canım sıkkın yani. Sizinki de sıkılsın. Çünkü işler hiç de iyiye gitmiyor."
"Bilenler" de herhalde Kandil'deki Duran Kalkan ve Mustafa Karasu gibi 'şahinler' oluyor. Zira onlar da açıklamalarında ikide bir Ortadoğu'daki ateşi Türkiye'ye yaymakla tehdit edip yol yordam gösteriyorlar. Kürt gençlerinin ateşe nasıl atlamaları gerektiğini öğütlüyorlar. Ortadoğu devrimlerine atıfla "Tarihi değiştirebilirler" diyerek "Ver gazı, yaksın Diyarbakır'ı" yazarımızın, Tunus devriminin başlangıcında olduğu gibi son bir haftada kendini ateşe veren iki Kürt gencinin ölüm haberleri karşısında da canının çok sıkıldığına eminim. Hatta bu acıları daha iyi kavramamız için yazdığı yeni kitap bile yolda olabilir...
* * *
Kamuoyuna ama özellikle de Kürtlere "safari şapkası takmayan" yoldaşlarını biraz daha iyi tanıtmayı amaçlayan yazıların sonuna geldik. Kimden hayır gelip, kimden gelmeyeceğinin kararı size kalmış.
YENİ ŞAFAK