Yeni durumlar ve TSK

Ahmet Taşgetiren

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, dünkü gazetelere bakmış olmalıdır.

Acaba değerlendirmesi ne oldu?

Ben kendi tespitimi söyleyeyim:

-Son planla ilgili neredeyse bir tek savunmacı yazı, yorum vs. mevcut değil.

Böyle durumlarda en mazeret arayan kalemler bile, müthiş bir şaşkınlık yaşıyor ve "şeffaflık talebi"nde bulunuyor.

Şunu görmek lazım:

-Bundan sonra hep böyle olacak.

İnsanların ağzı torba değil ki büzesin diye bir sözümüz var ya...

Bu, tam da bu zamanlar için söylenmiş bir söz.

İletişimin önündeki tüm setler kalkmış durumda. Bu da, tüm otoritelerin sorgulanmasına imkân sağlıyor.

Böyle bir ortamda, herhangi bir meseleyi örtülü bırakmak da mümkün değil, örtülü işler üzerine iktidar kurmak da mümkün değil ve totaliter çizgileri sürdürmek de mümkün değil.

Medya çarmıhına gerilmek denen şey, herkes için muhtemel bir cezalandırma yöntemi.

Kamuoyunu tatmin edecek bir duruş içinde olmaktan başka çare yok.

Somut olaya gelirsek:

Bir dehşet planı iddiası bir kere gün yüzüne çıktı. Bundan sonra tek çare, bu işi son derece meşru zeminlerde muhakeme etmek ve kamuoyunu tatmin edecek sonuçlara ulaştırmaktır.

"Yayın yasağı"nın nasıl bir öfke ve kuşku doğurduğu apaçık görülüyor. Böyle bir durumda kim, kuşku ve öfkeyi TSK'ya yöneltme vebalini üstlenebilir?

Taraf'ta "Plan" haberinin de altında imzası bulunan Mehmet Baransu dün yeni bir habere imza attı.

Buna göre emekli bir orgeneral, "İrtica ile mücadele eylem planı"nın hazırlığına ocak ayında başlandığını, planı hazırlayan ekip konusunda, Kara Kuvvetleri Komutanlığı sırasında Org. İlker Başbuğ'u iki defa uyardığını söylüyor.

Emekli general, "Buna benzer başka çalışmalar da var" diyor. "Bu ekip, AK Parti'nin kapatılma davası sırasında da, kapatılma, kapatılmama, Hazine yardımının kesilmesi gibi ihtimallerin tartışıldığı bir çalışma yapmıştır" diyor. Emekli general, "Bu ekipten bazıları halen Genelkurmay karargahında, bazıları kıtalara tayin edildi" diyor.

Bunlar müthiş şeyler.

Medya müthiş bir görev yapıyor.

Türkiye'yi bundan sonra şeffaflık dışında hiçbir sonuç tatmin edemez.

Herkes, kamuoyunun önünde savunabileceği bir durum içinde bulunmak zorundadır.

Bunun adı meşruiyet çizgisidir.

Bakın hükümet, Deniz Feneri dolayısıyla sıkışıyor. Deniz Feneri davası, olabildiğince şeffaf bir biçimde sonuçlanmadan hükümetin rahat etmesi mümkün değildir.

Bunun gibi, bundan sonra TSK içinde örtülü bir iş asla yapılamaz.

Medyada bir kesim kulağının üstüne yatsa bile, bir başka kesim, olan biteni ifşa edecektir. Ve bunu yaparken kulağının üstüne yatan medya gruplarını da sorgulayacaktır.

Medyada çoğulculuğun epeyce mesafe aldığı bir zamandayız.

Medya hiç yorum yapmasa, sadece haber verse bile müthiş bir çözücü misyon ifa etmiş olacaktır.

Türkiye'de hiç kimsenin demeyeyim ama toplumun çok büyük kesiminin, "güvenlik misyonu" itibariyle TSK'nın zaafa uğramasını isteyeceği kanaatinde değilim. "Güçlü ordu" tekrarlayayım, güvenlik misyonu itibariyle vazgeçilmez bir yapıdır.

Ama Türkiye'de Ordu'nun tartışıldığı alan, siyasi misyon üstlenmesidir. TSK, son 50 yılda, muhtıra-darbe-ihtilal boyutuna varıncaya kadar böyle davranagelmiştir.

Ama şimdi deniz bitmiştir.

"Ordu göreve!" pankartları açmak, ancak utanç verici bir durumu göze almakla mümkündür.

Şu an, öyle bir sürecin içindeyiz ki, siyasi iktidarın bile "yumuşak duruşlar"ı, bir siyasi irade zaafı olarak kamuoyunun tepkisini çekmektedir.

Vaktiyle, 12 Mart Muhtırası sonrasında Demirel, "şapkasını alıp gitmek"le suçlanmış, kendisi de "Ne yani, ardımızdan gelecek bir halk mı vardı?" sorusu ile savunma yapmıştı.

O zamanlarda bile, tebessümle karşılanan bu savunma, bugün artık, "iktidarsızlık" suçlamasına hedef oluyor ve siyasi kadroya halkın oylarını savunmamanın bedeli ödetilmek isteniyor.

Geldiğimiz noktada, Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un tavrı önemlidir.

Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın, "Askeri Savcılığımızca olayla ilgili olarak yapılan soruşturmada şu ana kadar elde edilen deliller değerlendirildiğinde, ele geçirildiği iddia edilen belgenin, Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir biriminde hazırlanmadığına ilişkin bir kanaate varılmıştır" şeklindeki açıklaması, "şu ana kadar" rezervi bulunan bir açıklamadır. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı kuşkuları gidermek amacıyla yeni bir açıklama yapmış, bu açıklamada da "Türk Silahlı Kuvvetleri, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan davranış ve düşüncelere sahip bulunan personelini bünyesinde barındıramaz'' denilmiştir. Bu duyarlılıklar önemlidir ama, henüz tam şeffaflaşma söz konusu olmamıştır. Ayrıca konunun askeri savcılık boyutunu aştığı da dikkate alınmalıdır.

Son söz olarak:

Medya çağında halkla iletişim...

Medya çağında ordu...

Medya çağında siyaset...

Medya çağında şeffaflık...

Medya çağında askeri müdahaleler...

Medya çağında demokrasi...

Bunlar, şu anda TSK'yı da her zamankinden daha çok ilgilendirmesi gereken konu başlıkları durumundadır.

Harp Akademileri'nin bu alanlarda bir sempozyum düzenlemesi kaçınılmaz olmuştur.

BUGÜN