Yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Kürt sorunu Ortadoğu’nun en trajik problemidir. Tedip, tenkil ve imha uygulamalarının hayatına mal olduğu yüz binlerce kişi, zorunlu göçler, iskan politikaları, sürgünlerle hayatı kararan milyonlar, gözaltında kaybedilmiş, fail-i meçhule gitmiş yirmi bini aşkın insan.
Öldürülen yüzlerce çocuk; Zilan, Şilan, Berfin, Rozerin, Uğur, Ceylan, Mizgin, Diren…
Kirli savaşın kurbanı olan her etnik kökenden binlerce genç…
Çoluk çocuk demeden yapılan katliamlar; Şeyh Said, Dersim, Ağrı, Zilan, Enfal, Halepçe…
Yakılan binlerce köy, ilçe, kent... Lice, Kulp, Şırnak…
Gıda ambargosu, korucu zulmü ve jandarma baskısı altında inleyen bir halk.
Yüzyıldır sömürülen, geri bırakılan, yok sayılan Kürdistan.
Çeteler, uyuşturucu baronları, cuntacılar…
Dağlarımızda en namussuz sloganlar, en ırkçı işaretler…
Bu halkın cebinden çıkan bir trilyon dolarlık zarar…
Hiç başımızdan eksik olmayan cuntacı vesayet sistemi…
Yaşanılan toplumsal travmanın ürettiği hırsızlık, kapkaç, fuhuş, yozlaşma..
Milyonlarca insanı etkileyen, hemen her Kürt ailesinden bir kişinin öldüğü ya da bir şekilde zarar gördüğü büyük ve trajik bir hadise.
Sorunun zalimi çeşitli ancak mazlumu hep Kürtler…
Türkiye’nin geri kalan toplumu etkilenmedi mi? Ölümlerden, fakirlikten, vesayetten, yozlaşmadan nasiplerini aldılar elbette. Bu nedenle onların da bu zulüm sistemiyle görülecek hesapları var.
Kürt sorunu, yüzyılın en büyük toplumsal suskunluğunun, sağırlığının ve körlüğünün yaşandığı bir trajedi aynı zamanda.
Bu çok büyük bir vebal. Bu vebalden bu ülkede yaşayan her kesim nasibini almıştır. Hiç kimse bundan kendini sıyıramaz.
Evet, son yıllarda Kürt sorununda bölgesel düzeyde gelişmeler de yaşanıyor. Irak’ta Kürt sorunu Kürtlerin özerklik kazanmasıyla sona erdi. Sıra Türkiye’de. Türkiye’de sorun çözülürse bu eminim ki İran ve Suriye’yi de etkileyecektir.
Açılım süreciyle birlikte Kürt sorununun hal yoluna girmesi karşısında toplumsal suskunluk, sağırlık ve körlük de aşılmaya başlanıyor. Bunda elbette birden bire gelişen ve harekete geçen bir toplumsal vicdan değil hükümetin önaçıcı uygulamaları etkili.
Açıkçası hükümetin Kürt sorununun çözümünde attığı adımlar, güçlü bir toplumsal talep ve baskının sonucunda atılmıyor. Çünkü maalesef, hükümeti harekete geçecek denli zorlayacak güçlü bir toplumsal tazyik söz konusu değil.
Ancak hükümetin açılım politikalarının önaçıcı rolüne rağmen, şu ana kadar çeşitli kesimler tarafından yürütülen çalışmalar, trajedi ve sorunun büyüklüğü karşısında oldukça yetersiz.
Bu yetersizlik sadece soruna duyulan ilginin niceliksel boyutu ile ilgili değil, esasen Kürt sorununa bakış açısı ve yaklaşımın niteliğiyle ilgili. Kalkış noktası adalet duygusu, vicdan ve toplumsal sorumluluk (şahitlik) bilinci olmayan; hükümet politikalarına güdümlenmiş, perspektif, vizyon ve sınırları hükümetçe belirlenmiş bir yaklaşımın derinliğe sahip olması zaten muhaldir. (Aynı şey Kürt kesimi açısından PKK politikalarına güdümlenmek için de söylenebilir.)
Bu, gerek İslami kesim gerekse sorunun diğer ilgilileri açısından önemli bir zaafı işaret ediyor. Daha çok İslami kesimi dikkate alarak devam edelim. (İslami kesim içinde Kürt sorunu konusunda yıllardır gücü nispetinde doğru şeyler yapanların da olduğunu belirtelim.)
Hükümeti geriden takip eden kesimlerin talepleri hem hükümetin gerisinde kalıyor hem de talepleri belirleyen hükümetin açılımları ya da kırmızıçizgileri oluyor. Bu cılız ve geriden takip eden eklemlenmiş tavrıyla bu kesim, kendini yıpratıyor ve güvenilirliğini yitiriyor. Oysa muhtemel ki bu girişimlerden dolayı Kürt halkından övgü ve takdir bekleniyor.
Özgün bir duruş sergilenemeyince yaşanan bunca trajedi karşısında, örneklik olabilecek bir pratik üretilemiyor. Böylece, toplumsal önderlik şartları oluşmuyor.
Aynı zamanda bu sorun, ilkeli ve adaletli bir dilin inşasını önlediği gibi vicdan, adalet ve şahitlik temelli bir yaklaşımı engelliyor.
Mesela Başbakan Erdoğan’ın anadilde eğitime yaklaşımı, hükümete angaje olmuş kesimler için bir sınır oluşturuyor.
Anadilde eğitim, bu kesimlere eleştirileri aşmak için iyi bir fırsat sunuyor aslında. Bu temel fıtri hakkı hükümetle ters düşmek pahasına (bugüne dek hükümetle yoldaş olmadığımızdan ne birlikteliğin değerini ne de ters düşmenin pahasını bilemiyoruz doğrusu) savunmak, adaletin tesisi uğruna mücadele etmek, iade-i itibar için önemli bir adım olmuş olacak.
Ayrıca başka fırsatlar da var. Kürt sorunu konusunda yapılması gerekenlere baktığımızda bugüne dek yapılanların onca yekun tutmasına rağmen pek az olduğunu görüyoruz. Bu hususlar İslami kesimin şahitliğini bekliyor. İşte bunlardan birkaçı:
- Silahların susması. PKK’nin eylemsizlik kararı karşısında bu sürecin iyi değerlendirilmesi ve operasyonların durması için hükümete baskı yapılması.
- Kürt kimliğinin ve şimdiye kadar ki kazanımların yasal teminata bağlanması.
- Yasaların ulusçu ruh ve söylemden arındırılması, ırkçı “andımız”ın kaldırılması.
- Anadilin her alanda sınırsız ve koşulsuz kullanımı.
- Öz yönetim meselesinin çözümü. Kürtlerin kendi yöneticilerini seçmesi için federasyon ya da özerklik gibi özyönetime dayalı idari sistemin kurulması ve fakat son tahlilde Kürtlere kendi kaderlerini tayin hakkının teslimi.
Bölgenin gerçek ismi olan Kürdistan isminin (ve ayrıca yerleşim yerlerinin değiştirilmeden önceki isimlerinin) kullanılması.
Sömürge uygulamaları sonucunda gerçekleşen Kürdistan’ın geri bırakılmışlığının telafisi ve tazmini.
İşte tüm bu konular Kürt sorunu konusunda yakın gelecekte önümüze çıkacak konular. Türkiye Kürt sorunda artık geri dönülmesi mümkün olmayan bir sürece girdi. Ve yukarıda saydığımız konular öyle ya da böyle çözülecek. Zaten Kürtler de daha azına asla kanaat getirmez. Hükümet(ler), anadilde eğitim de dâhil hiçbir sorunu artık uzun süre erteleyemez ve engelleyemez.
Burada esas sorun İslami kesimin bu sorunların çözüm denkleminin için de mi yoksa dışında mı yer alacağı? Açıkçası, özellikle de Kürdistan’ın yarınında varolma kaygısı duyan bölgedeki Müslümanlar’ın denklem dışı kalma gibi bir lüksleri yok.
Bir soruyla bitirelim: Kürdistan’ı kaybetmiş bir İslami hareketin yarını olabilir mi?
Bu Makale Özgün Duruş Gazetesi 65.sayısında da yayınlanmıştır.