Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun son dönem verdiği resimler ve beyanlar muhafazakâr-demokrat siyasi kadrolarda sevinç ve heyecan karışımı sempatik duygu patlamalarına sebebiyet veriyor. Oysa kısa bir süre öncesine kadar Metin Feyzioğlu bürokratik oligarşi cephesinin en saldırgan isimlerden biri olarak Türkiye’deki temel hak ve özgürlük taleplerini boğmak üzere hareket ederken toplum nezdinde korku ve nefret duygularını tetikleyen sembollerden biriydi. 28 Şubat post-modern darbe sürecinde askeri cuntanın hemen tüm dayatmalarını “hukuk camiası” adına teşvik edip meşrulaştıran isimlerden biri olduğunu hemen hepimiz biliyoruz.
Ne değişti, nasıl değişti veya değişen büyük şeyler vardı da biz mi idrak edemedik? TBB Feyzioğlu hemen bütün eski dostlarını ve ait olduğu bürokratik oligarşi cephesini karşısına alma pahasına Adli Yıl açılış törenine katılıp bir takım mesajlar verdi. Mesajları tabii ki kendi şahsı ve temsil ettiği kurumlar adına temel hak ve özgürlüklere karşı uzun yıllar boyunca sürdürdüğü despotik söylem ve ilişki biçimlerine dair herhangi bir pişmanlığı ihtiva etmiyordu. Toplumsal meşruiyeti temsil eden siyasal iktidarlara karşı Kemalist oligarşinin mantık, hukuk ve ahlak dışı teamüllerinin yol açtığı tahribatı nasıl giderilebileceğine dair dostlar alış verişte kabilinden olsun birkaç cümle bile etmiyordu.
Bürokratik Oligarşi Adına Konuşuyor
Peki, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere 50’den fazla baronun Cumhurbaşkanlığı’ndaki Adli Yıl açılış törenini boykot edip Anıtkabir’e koştuğu bir vasatta TBB Başkanı Feyzioğlu niçin Külliye’deydi? Hukukun üstünlüğüne inandığı, anayasa ve yasaları resmi ideolojinin tahakkümünden kurtarmanın gerekli olduğuna ikna olduğu için mi? Maalesef Cumhurbaşkanlığı’ndaki Adli Yıl açılışına katılma gerekçesi bunlarla hiç ama hiç alakalı gerekçeler değil.
Kemalizmin egemenliği hesabına girişilecek her türlü gayrı meşruluğu, siyaset ve topluma karşı devlet sınıflarının tartışmasız üstünlüğünü vurgulayan şu meşhur ve meşum sloganı tekrarlamak için oradaymış Feyzioğlu: “Bizim için vatan söz konusu ise gerisi teferruattır, işte biz bugün bunun için buradayız.” Anıtkabir’e koşan baro başkanları ve heyetleriyle aralarında esasen hiçbir fark yok. Siyasal iktidarı daha hızlı ve daha sıkı bir biçimde resmi ideolojinin safına çekileceği hususunda yöntem ve üslup açısından bazı ihtilaflar yaşandığı anlaşılıyor.
Ne var ki, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın temsil ettiği diğer baroları dışlayarak Cumhurbaşkanlığı’ndaki açılışa katılmış olması başlı başına önemli bir kazanım, karşı cepheyi bölüp zayıflatan stratejik bir hamle muamelesi görünce Feyzioğlu’nun ayakları tümden yerden kesildi, çok yüksek irtifada uçmaya başladı. Önce Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısına dair “hiç denenmemiş” bir teklifle “dar kapsamlı bir Anayasa değişimini” gündeme getirdi. HSK üyelerinin yarısını Meclis’te en az 360 vekilin onayıyla diğer yarısının ise Yargıtay ve Danıştay kurullarıyla seçilmesini öngören teklifin en can alıcı noktası Adalet bakanı ve yardımcısının Kurul’dan tamamen çıkarılmasıydı. Fakat en önemli sürpriz Feyzioğlu sona saklamıştı: “HSK bugün değişsin, dolar 2 lira düşer. Yabancı yatırımcıya nasıl güzel bir mesaj veririz. HSK'nın yapısını değiştiriyoruz cümlesi bile yeter.” Metin Bey, hem hukuku hem de ekonomiyi şıp diye rahatlatacak sihirli bir formülü bila-ücret kamuoyunun takdirine arz ediyor, daha ne yapsın!
Yeni Dostlar ve Yeni Düşmanlar
Türkiye Barolar Birliği’ni olağan üstü kongreye sürüklemek isteyen barolara kulak asmayan, içine çekilmek istendiği polemiklere girmekten özenle kaçınan Feyzioğlu üstlendiği misyon sayesinde işsizlikle mücadelede ciddi mesafeler kat edileceği müjdesini de paylaşıyordu camiayla. Önerilen Yargı Reformu sayesinde “10 bin değil, 100 bin değil, sadece bir kalemde 250 bin genç avukata yeni iş imkânı yaratıyoruz” derken son derece mütebessim ve gururla resim verebiliyordu mesela.
Sadece temelsiz ve tutarsız değil Feyzioğlu gibi son derece pragmatik ve fakat hiçbir özeleştiri unsuruna yer vermeyen, hukuk dairesinde bir dönüşümü değil kelimenin tam anlamıyla çirkin bir fırsatçılığı temsil eden duruşuyla Hükümet’e fayda mı getirir, zarar mı verir? Zaafları giderek artan siyaseti takviye mi eder yoksa çürümesini mi hızlandırır? Demokratikleşme, yargı reformu, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükleri geliştirme iradesi varsa eğer bir çözüm ortağı gibi kamuoyuna lanse edilen Feyzioğlu’nun ideolojik ve bürokratik aidiyetiyle yapacağı tavsiyeler bu toplum ve siyaset için güçlü bir teminat olarak mı algılanır yoksa büyük bir risk ve tehdit olarak huzursuzluğu besler mi?
Siyaset risk almayı, cesur adımlar atmayı, yeni ittifaklar kurabilmeyi becerebildiği oranda güçlenir elbette. Fakat 30 Ağustos resepsiyonunda verilen bazı resimlerin muhafazakâr-demokrat siyaseti kendi meşru ve köklü mecrasının epeyce dışında iğreti ve muzır çözüm ortakları arayışına doğru savurduğuna dair göstergeleri teyid ediyor.
Mesela Zafer Bayramı’nda milli birlik ve beraberlik görüntüsü vermek adına iktisadi ve siyasi krizlerle özdeşleşmiş Tansu Çiller ve banka batırmakla maruf eşi Özer Uçuran Çiller’e gösterilen ilgi sizce hayra alamet midir?
Şeytan Ayetleri provokasyonu başta olmak üzere yarım asırlık Maocu-Kemalist cunta faaliyetlerinin sembol isimlerinden Doğu Perinçek ve eşi Şule hanımla gülücükler içeren pozlar vererek hangi hayırlar celp edilecek, hangi şerler def edilecek acaba, bir fikri olan var mı?
367 Krizi’nden başörtüsü yasağı zorbalığı ve parti kapatma davalarına değin her durumda despotizm adına hakka hukuka savaş açan safta yer almış Anayasa Mahkemesi üyesi Osman Paksüt ve eşi Ferda Paksüt’le ne oldu da kadim aile dostu mesabesinde samimi yakınlıklar kurma ihtiyacı hâsıl oldu?
Yeni çözüm ortakları ve rotası için arayışlar bu minvalde sürerken kadim dava arkadaşları için ayıklama ve ihraç seferberliği ilan ediliyor. Bu tabloyla sevinenler, gururlananlar, şimdiden zafer sarhoşluğuna girenler var ne yazı ki.
Yeni Akit