Başbakanlık’ta dansöz de oynatmışlar. Ama din alimlerine iftar verilince kıyamet koptu. İçki içmeyen bir başbakanın sofrasında şecaat arzeden bir general çağdaşlık adına rakı istedi.
28 Şubat günleri idi. Bir general, trafikte bir kavşak noktasında İmar ve Belediye Kanunu’nu hiçe sayarak belediye karşısında Atatürk heykeli dikti.. Gecekondu ve anıtımız da oldu. O günler, kaçak yapılarını yıkmasınlar diye çatılarının tepesine Atatürk büstü ya da bayrak dikilen günlerdi. Öyle ya, kim dokunabilir bayrağa ve Atatürk’e. En yükseklerde o olmalı!. Tabii işin gerçek yanı tam bir istismarcılık.. Bugün de milleti temsil eden bayrağı, millete karşı darbeciler sahipleniyormuş gibi yapmıyorlar mı? Dün Atatürk ve bayrak, kaçak yapısını dokunulmaz kılmak için gecekonducunun elinde bir istismar aracı idi, bugün darbecilerin elinde milli iradeyi ortadan kaldırmaya yönelik bir istismar aracı olarak kullanılmak isteniyor..
O günlerde bir başka general, başbakanın ziyaret ettiği bir dost ülkenin yöneticisine “Pezevenk” diyor ve aynı suçlama kendi ülkesinin başbakanına da yapılıyordu.. (Ben kendisini tanıdım. “Benim konuşma üslubum böyle. O özel bir toplantı idi” diyor. Ama demek ki, birileri zaten böyle konuşuyor, birileri de servis ediyor haberi. Sonunda maksat hasıl oluyor) Ama o günlerde bu sözler için ne adli, ne de idari bir soruşturma açılmadı topluma yansıyan..
Geçtiğimiz günlerde bir başka olay yaşandı Pop Media’da.. Biliyorsunuz, artık internet var. Youtube var.. “Ankara'da Youtube depremi!” başlığı ile verdi media. “Eski YÖK Başkanı Teziç, Tuğgeneral Erten'den sonra şimdi de Başbakan'a küfreden savcı!.” Son olarak bir savcı Geniş Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcısı S.D.'nin sözleri Youtube'a düştü. Muhtemelen iki yıl öncesine ait bir kayıt. Savcının Başbakan ve müsteşarına küfrettiği ses kayıtları sitede yer aldı.. Görüşmenin adliye koridorlarında bir başka savcının odasında kaydedildiği anlaşılıyor. Bu, Osman Özbek vakasıdır.
Youtube'da art arda yayınlanan kayıtların ardından, Genelkurmay Başkanlığı Elektronik Sistemler (GES) Komutanı Tuğgeneral Münir Erten’in görevinden affını istediği ileri sürüldü. Bu iddia önce yalanlandı, sonra ortada kaldı..
Savcı S.D. dönemin Diyarbakır Valisi, şimdinin Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala'ya yönelik, isim vermeden çok ağır sözler sarfediyor ve ilde güvenliği sağlayamadığından bahsediyor. S.D.'ye atfen yayınlanan konuşma kaydında, askerin uyarılarını yaptığı, şimdi kenardan seyrettiği belirtilirken, "Şimdi asker o kadar hoşuma gidiyor ki... Asker Diyarbakır'a girse hiç affetmeyecek.. Sincan'da tank yürüten adam... Hava Kuvvetleri istese bugün de yapar Diyarbakır'da..." gibi sözler geçiyor. Ayrıca, güvenlikten şikâyet ederek, "3 ayda Diyarbakır'ı mum gibi yapmazsam" sözleriyle bölgede görev yapmak istediği belirtiliyor. Konuşmada, Başbakan Erdoğan'a yönelik de ağır küfür ve hakaretler yer alıyor. Erdoğan'ın, "Türkiyelilik" ve "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" açılımları için, "... Türkiyelilik haa... Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı haa..." ifadeleri geçiyor. Konuşmanın devamında, Başbakan Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adaylığına, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri'nin engel olduğu iddiası yansıyor. Konuşmada, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin, yeğenlerinin, çocuklarının tayinlerini istedikleri yerlere yaptığı suçlamasında bulunan savcı S.D.'nin karşısındaki kişi, dönemin Yargıtay Başkanı Osman Arslan için, "85 yıllık cumhuriyet tarihinde abi ilk defa Yargıtay'ın başında bir İslâmcı var" diyor.
Bu arada Teziç muamması hâlâ çözülemedi..
Öte yandan ÇYDD Başkanı Türkan Saylan da kervanda yerini alıyor.. Üniversitelerde kılık kıyafeti serbest bırakan Anayasa değişikliği için "Evet" oyu veren milletvekillerine, Meclis’e ve bu konuda isyancı rektörlere destek vermeyen polise veryansın eden Saylan, "Totaliter gibi gözüken Meclis'in var olması utanç verici" diyor.. Yani yasama, yürütme, yargı, güvenlik güçleri, herkes bu işten nasibini alıyor.
Saylan, “Her sözde kadını aşağılayan, kendini yükseltmeye çalışan ama alt yapısı olmayan, hiçbir şekilde insanlık vasıflarına sahip olmayan insanlar, kadınlar hakkında ahkam kesiyor. Bizi temsil eden insanların bizi temsil edebilecek nitelikte olması gerekiyor” diyor.
Saylan’ın en çarpıcı sözleri, konuşmasının sonunda: "Bizim onaylamadığımız hiçbir şeyi, istediği kadar çoğunluğu olsun devlet veya hükümet onaylayamaz. Yapar, eder her şey geri döner."
“Yaşasın oligarşi!” diye bağıracağı geliyor insanın.. Seçime ne gerek var, Türkiye’yi, emekli generaller, Cumhuriyet gazetesi yazarları, CHP üst yönetimi, ADD, ÇYDD, Mason locaları birlikte yönetsinler.
Her darbeden sonra oluşan ara rejim dönemlerinde de bunlar yönetmiyor mu?
Saylan iyi ki sözlerini “Kahrolsun demokrasi, kahrolsun milli egemenlik, kahrolsun parlamenterizm” diye bitirmemiş.. Hani milli iradenin tecelligâhında milli mutabakat belgesine el kaldıranları bu kadar aşağıladığına göre.. Hürriyet’in “Kaosa kalkan 411 el” manşetinin anlamı, daha sonraki günlerde yaşanan olaylarda kendini gösterdi. Kaos/kriz lobisi için işaret atışı idi bu, “Kaos iyidir”ciler için..
Sormak gerekmez mi bu beyaz Türklere, “Siz kimsiniz?” diye.. Gücünüzü nereden alıyorsunuz?. Kim veriyor size bu yetkiyi? Siz kendinizi her şey, milleti kuru kalabalık mı sanıyorsunuz?
Yeni bir Osman Özbek vakası ile karşı karşıyayız.. Malum media ve şürekası “Topyekun savaş” için iş üzerinde suçüstü oldular aslında. Şimdi bundan sonra ne olacak? Hep birlikte olacakları göreceğiz.
Selam ve dua ile..
Vakit gazetesi