Hicretin Mahiyeti Üzerine / Prof. Dr. Adem Apak / Karar Gazetesi
Peygamber (sav) 12 yıl boyunca tüm gayretlerine rağmen Mekke’de Müslümanları hâkim duruma getirememişti. Üstelik müşrikler her türlü baskı ve şiddet uygulamak sûretiyle ilk Müslümanlar için Mekke’yi yaşanmaz hale getirmişler, bunun sonucunda Müslümanların önemli bir kısmı yurtlarını terk ederek Habeşistan’a sığınmak zorunda kalmışlardı. Rasûlüllah (sav) ise yanında kalan az sayıdaki Müslümanla birlikte Mekke müşriklerinin işkencelerine katlanmaya devam etmiş, bu süreçte, hem Müslümanlar için kalıcı bir göç yurdu tespit etmek, hem de daveti adına siyasî destekçiler kazanmak ümidiyle Mekke’ye gelen yabancı kabile mensuplarıyla görüşmüştür. Allah Rasûlü (sav) bununla da iktifâ etmeyip destek talebi için bizzat Tâif’e gitmiş, ancak onlardan beklediğini ilgiyi bulamamıştır.
Rasûl-i Ekrem (sav), sonuçsuz kalan tüm bu girişimlerine rağmen yılmadan Mekke’ye gelen yabancı kabile mensuplarını İslâm’a çağırmaya devam etti. Onun davetine en ciddî cevap Medine’den geldi. Taraflar arasında yapılan görüşmeler sonucunda şehrin Arap sakinleri olan Evs ve Hazrecliler, Hz.Peygamber’i (sav) her şartta destekleyeceklerini açıkladılar. Bunun sonucunda Medine, Müslümanlar için hedef merkez olarak belirlenmiş oldu. Bundan sonra atılacak ilk adım, Medine’deki hareketi daha da kuvvetli hale getirmek için Mekke’de kalan zulüm ve baskı altındaki Müslümanları Medine’ye ulaştırmak, bu sayede Arap yarımadasının iki büyük merkezi olan Mekke ve Medine’nin Müslüman Araplarını birleştirmekti. Hz. Peygamber (sav) bunu sağlamak maksadıyla Kureyşli Müslümanları yeni merkez seçilen Medine’ye hicrete teşvik etti. O kadar ki, hapsedilenler ve engellenenler ile Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali dışında ilk Müslümanların tamamı Hz. Peygamber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmişlerdi. Muhâcirler, göçleri sebebiyle bir taraftan Kureyş müşriklerinin baskılarından kurtulup hürriyetlerine kavuşurlarken, diğer taraftan da Medine’de kurulması düşünülen Müslüman birliğinin Kureyş kanadını oluşturmuşlardır. Mekke ve Medine Müslümanlarından teşekkül eden bu siyasî birlik, daha sonra Ensâr-Muhâcir kardeşliği şeklinde dinî bir dayanışma ve bütünleşmeye dönüşecek, İslâm ümmetinin ilk çekirdeğini oluşturacaktır.
MÜŞRİKLERİN SUİKAST PLANI
Diğer taraftan Müslümanların gruplar halinde Yesrib’e göç ettiklerine şahit olan Mekke müşrikleri, Hz. Muhammed’in (sav) de yakında ora ya giderek kendilerine karşı güç oluşturacağından endişe duymaya başladılar. Bu meselenin hal çaresini bulmak için toplandıkları Dârünnedve’de yaptıkları görüşmeler sonucunda Rasûlüllah’ı (sav) öldürmeye karar verdiler. Yapılan plana göre Kureyş’in her kabilesinden bir kişinin katılacağı suikast ekibi oluşturulacak, onlar da hep birlikte Allah Rasûlü’ne (sav) saldırarak onu öldüreceklerdi. Planları gerçekleşirse Hâşimoğulları bütün kabilelere karşı kan davasına teşebbüs edemeyeceği için diyete razı olmaktan başka bir çare de bulamayacak, böylece Kureyş’in bu önemli meselesi de çözülmüş olacaktı.
Kur’ân-ı Kerim’de müşriklerin bu teşebbüsü şu şekilde dile getirilir: “Bir zaman o kâfirler seni ya bağlayıp hapsetmeleri, ya öldürmeleri, ya da Mekke’den çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar sana tuzak kurarlarken, Allah da onlara karşılık veriyordu. Allah tuzak Kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır”.(Enfâl, 8/ 30).
Müşriklerin suikast kararından vahiy yoluyla haberdar olan Allah Rasûlü (sav), Hz. Ebû Be kir ile daha önceden kararlaştırdıkları hicret planını uygulamaya koydu. Bunun için derhal onun evine giderek hareket vaktinin geldiğini bildirdi. Hz. Ebû Bekir yolculuk için hazırladığı develeri daha önce anlaştıkları Abdullah b. Uraykıt isimli kılavuza teslim ettikten sonra onunla üç gün sonra Serv mağarasının önünde buluşmak üzere sözleşti.
Hicret haberini yol arkadaşına ileten Hz. Peygamber (sav) tekrar evine dönerek yeğeni Hz. Ali’yi çağırıp elinde bulunan emanetleri sahiplerine iade edilmek üzere kendisine teslim etti. Bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra gece yarısında kendisini öldürmek için bekleyen müşriklerin arasından geçerek evinden ayrılıp Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr mağarasına doğru hareket etti.
Hz. Peygamber’i (sav) bekleyen suikastçılar onun dışarı çıkmadığını fark edince hemen eve girip kendisi aradılar, ancak onun yatağında Hz. Ali’yi buldular. Ondan istedikleri bilgiye alamayınca bu defa Hz. Ebû Bekir’in evine gittiler, fakat oradan da elleri boş döndüler. Bunun üzerine aradıkları kişilerin nereye gideceklerini tahmin ederek Mekke’yi Medine’ye bağlayan yol boyunca araştırmaya koyuldular. Halbuki Hz. Peygamber (sav) ile Hz. Ebû Bekir Mekke’yi terk ettikten sonra onların tahmin ettikleri yöne gitmemişler, Medine yolunun ters istikametinde bulunan Sevr mağarasına gizlenmişlerdi. Mekkeliler onları aradıkları istikamette bulamayınca şehrin diğer çıkışlarını da kontrol etmeye başladılar. Nihayet Sevr’in ağzına kadar geldiler fakat onları fark edemediler.
Kur’ân’da bu hadiseye şöyle değinilir:
“Muhammed’e yardım etmezseniz, bilin ki, inkâr edenler onu Mekke’den çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah ona yardım etmiştir. Arkadaşına ‘üzülme Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu desteklemiş, inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştır”. (Tevbe, 9/40).
Medine yolcuları şehir sakinleşinceye kadar Sevr’de kaldılar. Bu esnada Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ onlara erzak getiriyor, oğlu Abdullah da gündüz Mekke’de olup bitenler hakkında kendilerine bilgi ulaştırıyordu. Diğer taraftan Hz.Ebû Bekir’in azatlısı Âmir b. Füheyre ise koyunlarını mağara etrafında otlatmak sûretiyle de bir taraftan oraya gelip gidenlerin ayak izlerinin silinmesini sağlıyor, diğer taraftan da hayvanlardan elde ettiği sütü onlara ikram ediyordu.
SEVR’DEKİ BEKLEYİŞ
Sevr’deki bekleyişlerinin üçüncü gününde Hz. Ebû Bekir’in daha önce kendilerine kılavuzluk yapması konusunda anlaştığı Abdullah b. Uraykıd yanında yolculuk için hazır beklettiği develerle birlikte oraya ulaştı. Son hazırlıklar da tamamladıktan sonra Allah Rasûlü (sav) Hz. Ebû Bekir ile birlikte yanlarına Âmir b. Füheyre’yi de alıp Mekke-Medine yolunun bilinen güzergâhından farklı bir rota takip ederek Yesrib’e doğru harekete geçtiler. (1 Rabîülevvel / 13 Eylül 622).
Hz. Peygamber (sav) Mekkelilerin takibinden kurtulmuştu. Ancak onlar Mekke-Medine arasında bulunan kabilelere haber göndererek hicret yolcularının bulunması durumunda 100 deve ödül vereceklerini ilân ettiler. Bu amaçla harekete geçen ödül avcılarından Sürâka isimli bir savaşçı onları buldu. Ancak gerçekleştirdiği üç saldırıda da atının ayakları kuma saplandı. İçine düştüğü durumun fevkalâdeliğini anlayınca, Hz. Peygamber’den (sav) özür dileyerek yanlarından uzaklaştı.
Hz. Peygamber (sav) ile beraberindekiler, sekiz günlük bir yolcu luktan sonra Yesrib’e bir saatlik mesa fede bulunan Kubâ’ya ulaştılar. Rasûl-i Ekrem (sav), Mekke’den gelecek Hz. Ali’yi ve diğer muhâcirleri beklemek üzere birkaç gün kal dığı köyde bir mescid inşa ettirdi.
Allah Rasûlü (sav) Kubâ’daki görevini tamamladıktan sonra yanındakilerle birlikte 12 Rabîülevvel 1 (24 Eylül 622) Cuma günü Yesrib’e doğru hareket etti. Yol üzerinde bulunan Rânûnâ Vadisi’nde ilk cuma hutbesini okudu ve cuma namazı kıldırdı. Hz. Peygamber (sav), Kubâ’dan hareket etmeden önce Medine’de bulunan Neccâroğulları kabilesine mensup dayılarına haber göndermiş, kendisini karşılamasını istemişti. Bunun üzerine onlar da kılıçlarını kuşanarak şehrin dışında onu karşıladılar.
Hz. Peygamber (sav) Yesrib’e ula şınca şehir halkı tarafından büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı. Müslümanlardan her biri Allah’ın elçisini kendi evinde misafir etmek istiyordu. Allah Rasûlü (sav) ise onlardan hiçbirini kırmamak için, devesinin çöktüğü en yakın evde konaklayacağını bildirdi. Deve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evine yakın bir yerde durunca Rasûlüllah’ın (sav) ev sahibinin kim olduğu ortaya çıktı. Kısa süre sonra Hz. Peygamber (sav) ve Hz. Ebû Bekir’in Mekke’de kalan aileleri de şehre ulaşınca hicret tamamlanmış oldu.
Mekke’den Medine’ye yapılan hicreti Müslümanlar için bir kaçış ve sığınma olarak görmemek gerekir. Esasında buraya göç, Müslümanların için nihaî hedef değil, daha uzak hedefler için bir başlangıçtır. Bu anlamıyla Medine’ye gerçekleştirilen hicret, daha önce yapılan Habeşistan hicretinden hem sebepleri, hem gerçekleşme şekli, hem de sonuçları itibariyle tamamen farklıdır. Her şeyden önce Habeşistan göçü, Mekke’de can güvenliği endişesi duyan bazı Müslümanların hayatlarını koruma amacıyla gerçekleştirdiği geçici bir çözümdü. Gidenlerin orayı yurt edinme gibi bir hedefleri de bulunmuyordu. Nitekim bir kısmı gitmelerinden kısa süre sonra dönmüş, geri kalanlar da şartlar uygun hale geldiğinde Yarımada’ya geri gelmişlerdir. Buna karşılık, Medine’ye göçte Müslümanlar için can güvenliği ve sığınma ihtiyacı talî derecede bir etkiye sahiptir. Buraya hicretteki esas gaye, Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek, davete daha uygun yeni bir merkez sağlamaktır. Daha açıkçası Medine, yeni bir millet (ümmet) ve yeni bir devletin kuruluş merkezi olarak seçilmiştir. Bu nedenledir ki Allah Rasûlü (sav) Akabe’deki ilk görüşmeden itibaren yaklaşık üç yıllık süren dinî ve siyasî nitelikli hazırlık dönemini tamamladıktan, özellikle de Medineliler ile II. Akabe biatını akdettikten sonra hicret sürecini başlatmış, en sonunda kendisi de Medine’ye gelmiştir.
Medine’ye hicretle birlikte İslâmî davet Mekke’de kazandığı dinî boyutun yanına siyasî boyutu da ilave etmiştir. Bundan sonra İslâm, mağdurların, mazlumların, muhalif kabul edilenlerin değil, hâkim olanların ve yönetenlerin dini olacak, tebliğ artık devlet destekli olarak gerçekleştirilecektir. Bu durumda Allah Rasûlü’nün (sav), peygamberliğinden sonra siyasî niteliği de ortaya çıkacak ve o Medine şehir devletinin başkanı konumuna gelecektir. İşte bütün bunlar sebebiyle, gerek Hz. Peygamber’in (sav), gerekse diğer Müslümanların Medine’ye hicretini, Mekke’den bir kaçış, Medine’ye sığınma değil, daha koordineli dinî ve siyasî projenin başlangıcı, Mekke’ye daha şerefli dönüşün bir adımı olarak görmek daha doğru olur.
Hicret, Kureyşli Müslümanlar için baskıdan kurtulmayı, bağımsızlığı ve müşriklere karşı güvenli bir hayatı temin etmiş, Hz. Peygamber’e (sav) de muâzzam bir tebliğ fırsatı sağlamıştır. Mekke’de 13 yıldır gerçekleştirilemeyen ümmet bütünlüğü burada kurulabilmiş, bütün inananlar bir araya gelebilmişlerdir. Ayrıca Müslümanlar burada din düşmanlarıyla mücadele için uygun zemin ve şartlara kavuşmuşlar, yeni yurtlarında siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda tam bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Diğer taraftan hicret, Medineli Araplar açısından da büyük bir kazanım olmuştur. Her şeyden önce onlar, uzun yıllar süren ve iki kabileyi de yok olmanın eşiğine getiren Evs-Hazrec çatışmasından kurtularak birlik oluşturmuşlar; bu sayede Yahûdîler karşısındaki konumlarını güçlü hale getirmişlerdir.
YENİ MEDENİYETİN İLK ADIMI
Medeniyetlerin kurulmasında hicretin büyük etkisinin olduğuna tarih şahitlik eder. Gerçekten de dünyada meydana gelen büyük değişimlerin hicretle, yani zorunlu nedenlerle gerçekleşen göç hareketleriyle yakın ilişkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla büyük medeniyetlerin doğuşu, büyük göç hareketleriyle ve göçmenler eliyle gerçekleştirilmiştir. Böyle olduğu içindir ki, ilkel (bedevî) bir topluluğun, yaşadığı yurdu bırakıp başka bir yere göç etmeden medenileşebildiğine dair tarihte örnek bulmak zordur, olsa da istisnaî mahiyettedir. Buradan hareketle bilhassa Hz. Peygamber’in (sav) ve Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretini, yeni bir medeniyetin kuruluşunun ilk adımları olarak kabul etmek mümkündür.