Bir soru ile başlayalım: İslam’ı kamusal alanda görünür fakat özellikle siyasi ve iktisadi alanda pasifize edecek yeni bir laiklik modeline mecbur muyuz? Eğer diğer tüm seçenekler yok sayılıyorsa bu yeni laiklik modeliyle ne kadar ve nasıl yol alınabilir?
Bu kritik soruya cevap ararken amacımız şu: Müslümanların laiklikle ilgili sorununun, köklerini pozitivist aydınlanma despotizminden alan Kemalist laiklikten ibaret olup olmadığını tartışmak.
İslam ve laiklik arasındaki çelişki ve çatışmanın öze mi yoksa şekle mi ait olduğu tartışmaları yeni değil elbette. Fakat özellikle darbe süreçlerinde daha fazla mağdur edilen bazı Müslümanların siyasi ve iktisadi baskılardan kurtulmak niyetiyle sarıldıkları hakiki cumhuriyet, gerçek demokrasi vs gibi argümanların yanında dine saygılı laikliğin de olduğunu biliyoruz. Ancak bir dönem sonra özellikle iktidar nimetlerinden pay alma oranı artan Müslüman çevrelerde gerek söylem bazında gerekse ilişkiler bazında ciddi değişimler hatta dönüşümler yaşanmaya başladığı da bir vakıa.
Askeri vesayete karşı mücadelede “AB sürecini bir imkan olarak görmekle AB değerlerini bir umut, kurtuluş görmek” arasındaki farkı fark edemeyenler bu kez revize edilmiş üst değerleri keşfetmekte gecikmediler. Bu defa İslam’ın öngördüğü hayat tarzı ‘gerçek laiklik’ ve ‘gerçek demokrasi’ kriterlerine uyum sağladığı oranda meşruiyet çemberine dahil edilir olmuştu.
Aslında mantalite açısından değişen fazla bir şey yoktu. İslam’ın temel değerleri dün olduğu gibi bugün de iktidar ilişkileri bağlamında tayin edilmek isteniyordu. İslam’ı kamusal alandan silip atmaya endekslenmiş jakoben bir laiklikten kurtulmak isteniyor belli ki. Fakat buna mukabil İslam’ı kamusal alanda görünür kılmakla iktifa ederek siyasal ve iktisadi müdahale hakkını kısıtlayan liberal-demokrat bir laiklik öneriliyor. Bu iki tür laiklik arasında ciddi farklar olduğu inkar edilemez elbette. İkinci türden bir laiklik konjonktürel açıdan diğerine göre bir imkan olarak görülebilir, lakin ne bağlayıcı bir değer olabilir, ne umut ne de kurtuluş.
Laiklik tartışmalarında yaşanan en önemli açmazlardan birincisi laikliğe ezeli ve ebedi bir üst kriter vasfının atfedilmesidir. Anlaşılması zor olan, laikliğe boyun eğmemiş, içselleştirmemiş ve bundan ötürü de yüz elli yıldır dayak yemiş Müslümanların bu hizaya çekilme çağrılarına şimdilerde gönüllü yazılmalarıdır. Hem Kur’an’ın hem de moderm sosyal bilimlerin temel kavramlarını yerli yerince anlamakta sıkıntı yaşayanların İslam ve laiklik tartışmalarında üretecekleri tezler, isteseler dahi, siyasal iktidarla olan ilişkilerinden bağımsız kalamıyor. İslam'ın ve Müslümanların maslahatını iktidar ilişkilerine veya stratejik hesaplara uyarlayarak elde edilecek kazanımdan hayır çıkmaz. Müslüman bir toplumun her şeyden önce elbetteki Kur’ani değerlere bağlı ve sorumlu, uyarıcı, uyandırıcı bir muhalif duruşa ihtiyacı var.
İslam tecrübe edilmiş bir hayatın parametrelerini işaretlediği gibi Batılı sosyal bilimler de tecrübe edilmiş bir hayat tarzının parametrelerini işaretlemektedir. İslam mümin ve mümine şahsiyet üzerine inşa edilecek bir kimlikle hayat bulur. Bu mümin ve mümine şahsiyetin aklını, duygularını, kavramlarını ve amellerini Allah’a kulluk bağlamında şekillendirir. Batılı sosyal bilimler ise hayatı Allah merkezli değil sistematik olarak birey merkezli inşa etmek üzere yola çıkmışlardır. Bu sebeple başta laiklik, sekülerlik, demokrasi, rasyonalite, birey, ulus vs. olmak üzere sosyal bilimlerin hiçbir kavramı Batılı değer ve tecrübelerden bağımsız değildir.
Laiklik de sekülerlik de en başta hayatı algılama biçimidir. Müslüman bir toplum için laik veya seküler olması önerilen bir devlet modelinde mesela şirkle, fıskla, günahla, kötülükle mücadelenin yöntemini ve sınırlarını kim belirleyecek? Müminlerin İslam’a uygun aile, toplum, kültür, sanat oluşturma gayretleri siyasal ve iktisadi alanlara dokunmamak suretiyle mi serbest kalacak? Buna kim ve ne adına karar verecek acaba?
Nasıl ve neden liberal-demokrat veya laik bir devlet modeli inşa etme çabası Müslümanlar nezdinde bir İslam devleti ve toplumu oluşturmaktan daha evla hale geldi? Şimdiye kadar İslam’ın Kemalizmin tasallutu altında tutulması yetmezmiş gibi bundan sonra da liberal laik değerlerin tasallutu altında mı tutulmak isteniyor?
İslam veya Müslümanlar adına modern sosyal bilimlerin kavramları vasıtasıyla çözüm ürettiği vehmine kapılan kardeşlerimize Abdurrahman Arslan’ın bir sözünü hatırlatarak bitirelim: “İslam bir cihad kültürüdür. Sekülarizm (ise) kendi içinde helak taşıyan bir süreçtir.”