Yeni bir başlangıç için üç seçenek

Ali Bulaç

28 Temmuz günü Anayasa Mahkemesi AK Parti'nin kapatılma davasını görüşmeye başlayacak. Kararın kısa sürede verileceği tahmin ediliyor. Yani birkaç gün içinde Mahkeme kararını açıklayacak, öyle olması da iyidir.

Bu konuda her şey söylendi. Bundan sonra söylenecek her şey gelecekle ilgili olmak zorunda. Kişisel kanaatim, açıklanacak karar lehte veya aleyhte olsun, hiçbir şey eskisi gibi olmamalı. AK Parti kapatılsa ortaya çıkacak manzara belli. Kapatılmasa, kolu kanadı kırılmış, dişleri sökülmüş bir kaplan görüntüsünde ortalıkta gezinecek.

Askerî ve sivil bürokrasi, merkezdeki çekirdeğin unsurları ve en başta siyasilerin kabul etmesi gereken bir gerçek var: Türkiye, bu siyasi ve idari yapısıyla daha fazla yol alamaz. Sistemi tepeden tırnağa reformdan geçirmesi lazım.

Bir "erken seçim" telaffuz edilmeye başlandı. Seçim her zaman taze kan getirir, bünyeyi birazcık olsun rahatlatır. Sistemin sorunu ise çok derinlerde. Ve artık herkesin üzerinde ittifak ettiği nokta, hastalığın büyük ölçüde elverişsiz bir anayasadan kaynaklanıyor olmasıdır. Evet, kesin olan şu: Türkiye'nin yepyeni bir anayasaya, daha doğrusu müzakereci siyaset çerçevesinde teşekkül edecek bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var.

Geçen sene AK Parti böyle bir teşebbüste bulundu. Heyecan vericiydi, ama paradigmatik yaklaşımı ve metnin hazırlanma yöntemi yanlış olduğundan beklenen sonucu veremedi.

Yeni bir anayasanın ihtiyacı yüksek toplumsal destektir. Türkiye'nin bütün toplumsal ve politik kesimleri müzakere ederek bu sürece katılmalı. Ortak Akıl Hareketi'nin yürüttüğü faaliyetler ve düzenlediği gösteriler bu açıdan önemli. (Çok eskilerde kalmış Rousseau'cu 'milli irade' sloganını bir kenara bıraksa iyi olur. 'Milli irade', millet/ulus oluşturan devletin iradesidir, müzakereci ve uzlaşma ile ortaya çıkan halkın iradesi değildir, sorun da tam budur, milli irade teorisiyle dönüp dolaşıp aynı noktaya geleceğiz.)

AK Parti kapatılsa da kapatılmasa da, R. Tayyip Erdoğan'ın, Abdullah Gül'ün ve AK Partililerin yapabilecekleri çok şey var. Yeni bir erken seçim süreci yeni bir fırsattır. Gerektiğinde emekliliği tehlikeye girecek olan milletvekilleri tekrar aday gösterilir ve tıpkı 1990'larda Demirel'in "konuşan Türkiye ve camdan karakollar" hareketine benzer bir performansla mağdurlar, bütün Türkiye'yi dolaşır; şehir şehir, ilçe ilçe gezip halka "Ey bu ülkenin acılı ve şerefli insanları, bu böyle olmuyor, iktidar oluyoruz muktedir olamıyoruz, temel bir değişikliğe gitmemiz lazım, biz her şeyimizi ortaya koyduk, siz de bize desteğinizi verin" mesajını verir, yüzde 60'ları hedefleyen bir seçimle iktidara gelir ve her türlü riski göze alıp köklü bir sivil anayasanın önünü açabilirler. Şu anda seçmenin yüzde 80'i aynı ruh halini yaşıyor. AK Partililerin önünde üç seçenek var:

1) Partinin kapatılması ve R. Tayyip Erdoğan'la beraber Abdullah Gül ve Bülent Arınç'ın da yasaklı olması durumu: Bu seçenekte, yasaklı üç lider, yeni kurulacak partinin bütün faaliyetlerine katılır, Türkiye'deki her toplantı ve mitinge gider, ama tek kelime konuşmazlar. Sadece platformda oturur, toplantıyı veya mitingi izlerler. Hatta ağızlarını bantla kapatsalar daha şık olur.

2) Partinin kapatılmaması durumu: Önümüzdeki yerel seçimlerle birleştirilecek genel bir erken seçime gidilir, seçim kampanyası sadece "yeni ve sivil anayasa" konseptine oturtulur.

3) Partinin kapatılması ve sadece R. Tayyip Erdoğan ve birkaç arkadaşının yasaklı olması durumu: Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığından istifa eder, partinin başına geçer ve yine "yeni ve sivil anayasa" konseptine oturtulmuş bir erken seçime gider. Seçimden ve yeni bir anayasadan sonra sistem reorganize edilir. Ya yeni düzenleme ile Erdoğan siyasete döner veya beş sene sonra cumhurbaşkanı olur.

Tarihin ve efsanelerin anlattığı çıkışlar vardır. Böyle bir demokratik ve kanuni huruç (çıkış) için iç ve dış konjonktür uygundur. Benim geçen yazımda "bu iş için büyük bir ruh gerekir" dediğim buydu. Bilmem siz ne dersiniz!

ZAMAN