Diyarbekir İçkale'de, arkeolojik amaçlarla başlayan çalışma, topraktan kafataslarının çıkmasıyla yakın tarihimizin arkeolojisine dönüştü. Fransa'nın çıkardığı inkâr yasası üzerinden "1915'te ne oldu?" sorusuna yeniden cevap arandığı günlerde daha "1990'larda ne oldu?" sorusunu bile hakkıyla cevaplayamadığımız gerçeği ortaya çıktı.
12 Eylül darbesi, Olağanüstü Hal Bölgesi ilan edilmiş olan bölgede 2002 yılına dek sürdü. Ülkenin batısı serbest seçimlerden itibaren ağır aksak da olsa normalleşmeye başlarken, darbe ortamı bölgede devam etti. Ülke âdeta hukukî ve idarî olarak ikiye bölündü ve bölgeye "ülke içinde ayrı bir ülke" muamelesi yapıldı. TSK'nın hâlen varlığını kabul etmeye yanaşmadığı JİTEM de bir olağanüstü hal kurumuydu. Hukukun keyfî biçimde askıya alındığı bu 'olağanüstü' ortamda, 'olağanüstü' işler yapıldı. Faili meçhul cinayetlerin büyük bölümü bu dönemde gerçekleşti. Bu cinayetlerin faillerini bünyesinde bulunduran JİTEM'le ilgili elimizde bölük pörçük bilgiler var. Zira bu döneme dair bütünsel bir soruşturma hâlen gerçekleştirilmiş değil. Örneğin şu anda 255 toplu mezarda 3.274 kişinin gömülü olduğu iddia ediliyor. Fakat şimdiye kadar 12 toplu mezardan -ki hepsi JİTEM'le ilgili değil- teşhis edilen cenaze sayısı sadece 162...
JİTEM'in varlığını bir ucundan yakalamamıza vesile olan en önemli olaylardan birisi şüphesiz Diyarbekir'de devam etmekte olan Albay Cemal Temizöz ve ekibinin yargılandığı davadır. İçlerinde PKK itirafçısı, korucu ve uzman çavuşların da olduğu, klasik bir JİTEM birimini andıran yedi sanık, 90'larda Şırnak-Cizre hattında işledikleri iddia edilen cinayetlerden yargılanıyorlar. Dava kapsamında toplam 23 cinayet yer alıyor.
Davanın -sonradan tehdit edildiği bilirkişi raporuyla belgelenen- tanıklarından M. Nuri Binzet'in ifadesinden bir bölümü aktarıyorum ki nasıl bir vahşetten bahsettiğimiz daha net anlaşılsın:
"Bütün korucuların evlerinde demir parmaklıklı nezarethaneler bulunuyordu. Burada işkenceler yapılıyordu, tırnaklar çekiliyordu. İnsanlar arabaların tekerleğine yerleştiriliyordu. Bazı kişileri burada tutuyorduk. Sonra jandarma gelip alıyordu. Bunlar şüpheli kişilerdi. Kamil Atak'ın (Sanıklardan birisi olan dönemin Cizre Belediye Başkanı ve Korucubaşı-H.K.) evinin altında nezarethane vardı. Bir süre sonra nezarethaneler cephaneliğe çevrildi. Burada mermi, uçaksavar ve LAW silahları bile vardı. Hatta o dönemde orada yapılan işkencelerden ses çıkmaması için kapılara sünger çekmiştim."
"Şüpheli" diye anılan kişiler kimi zaman hiçbir şekilde şiddete bulaşmamış olmasına rağmen PKK sempatizanı olduğu düşünüldüğü için, kimi zaman da akrabası dağda olduğu için bu zulme maruz kalabiliyordu. Buna ek olarak, hukuk içinde hukuksuzluğun sürgittiği bir durumdan bahsettiğimizden, işin içine uyuşturucudan silah kaçakçılığına ve haraç almaya kadar geniş bir skaladaki yasa dışı işlerin de girdiği biliniyor. Haraç toplamaya ilişkin Temizöz davasından bir örneği ele alalım.
Mardinli işadamı Abdulhamit Düdük'ün, 16 Temmuz 1994'te, Irak'tan yanında 63.000 dolarla dönerken Temizöz'ün ekibi tarafından öldürüldüğü iddia ediliyor. Düdük'ün kardeşi ifadesinde defalarca şikâyet makamlarını denediğini ve bir sonuç alamadığını söylüyor. Buna ek olarak korucu köyün muhtarının kendisine "Plakasız Toros marka aracı kim kullanıyorsa, kardeşini onlar öldürmüştür" dediği de kayıtlarda yer alıyor. Her ne kadar Genelkurmay, JİTEM'i tanımamakta ısrar etse de bölge halkı JİTEM'İ 'yakinen' tanıyordu. Bölgede JİTEM birliklerini anlatmak için kullanılan metafor, kullandıkları araçtan dolayı "Beyaz Toros" olduğundan muhtarın işaret ettiği adres açıktı. Bu sebeple Düdük'ün kardeşi tam üç kez Temizöz'e kardeşinin durumunu sormak için müracaat etmiş. İfadesine göre Temizöz'ün kendisine söylediği son sözler şöyleymiş:
"Sen buralara fazla gelip gidiyorsun. Kardeşinin başına ne geldiyse senin de başına o gelecek. Başımıza bela olacaksın."
Türkiye, "insanı öldür ki devlet yaşasın" anlayışından "insanı yaşat ki devlet yaşasın" paradigmasına geçiş yapıyor. Bu geçişi sağlamanın olmazsa olmaz şartlarından birisi, bölgeyi olağanüstü hal döneminde bir işkencehane ve kayıp mezarlığına dönüştürenlerin günahlarının ortaya dökülmesidir. Böylesi zulüm dolu bir geçmişse dava dava uğraşılarak aydınlatılamaz. Bu sebeple Meclis bünyesinde azami yetki sahibi bir araştırma komisyonu kurulması gereklidir.
YENİ ŞAFAK