Türkiye'nin son sınırötesi operasyonunun askeri bir yarar sağlamayacağı hatta Kürt sorunu başta olmak üzere bölgede derinden hissedilecek bir dizi gelişmeyi tetikleyeceğini söyleyebiliriz. Operasyonlarla, PKK ve T.C. arasındaki oyunun kurallarının esaslı olarak değişeceği belirginlik kazanmıştır. PKK, Türkiye çapında daha büyük ölçekli hedefler seçmekte bundan böyle hiçbir beis görmeyecektir. PKK sözcüsü Ahmet Deniz'in, AFP ajansına verdiği, "PKK saldırılarını bundan böyle Türkiye'de şehir merkezlerine kaydırıcaktır." demecini bunun işareti olarak değerlendirmek mümkün. Operasyonların PKK'yı esaslı şekilde zaafa uğratması şöyle dursun, savaşın daha kanlı bir mecraya taşınması kuvvetli ihtimalken, Türkiye egemenleri kısa vadede ne tür kazanımlar amaçlamaktadır?
Kürt sorununu çözmek için çaba göstermek şöyle dursun, bu konuda sorunu tanımamakta inat eden devletin, PKK ile kozları ancak ve sadece cephede paylaşacağı bir dönemin kapısı iyice aralanmış bulunmaktadır. Devletin Kürt sorununu topyekûn dışlama siyaseti derinlik kazanacak, PKK'nın dağdan inip silah bırakacağı bir normalleşme sürecine, operasyonların yarattığı olağanüstülük ve milli menfaat teraneleri arasında hayat hakkı verilmeyecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çok sesli orkestrasına gönüllü katılan AKP ise Kürt sorununu PKK sorununa indirgeme uğruna hiçbir gayretkeşlikten kaçmayacağını bir kez daha afişe etmiş bulunmaktadır.
"PKK üzerinden ekmek yemek" denilebilecek bu siyasi ve askeri pespayeliğin yakın tarihi, PKK'yı öcü gibi gösterdikçe iktidar mihraklarının depolarını fullediklerinin örnekleriyle doludur. Türkbank yolsuzluğu gibi pekçok sahtekarlığın cümle aleme malum olmaya başladığı bir dönemde, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın İtalya'da yakalanmasıyla, Mesut Yılmaz başbakanlığındaki ANAP-DSP-DTP iktidarı ipten dönmüştü. Kısa bir süre sonra, Öcalan'ın Türkiye'ye paket servisi yapılması üzerine oluşan zafer havasıyla, 1999 genel seçimlerinde DSP çoğunluğu elde ederken, Dalton Kardeşler gibi ANAP ve MHP de eski koalisyonun assolistleri safına kayarak vaziyetlerini pekiştirmişlerdi. PKK sağolsundu. Öcalan'ın ölüsü de dirisi de tutsaklığı da para ediyordu nasılsa! Yününden, sütünden, iliğinden kemiğinden yararlanılmalıydı!
TSK hamiliğindeki icraatlerine devam eden DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetiyle, Türkiye ekonomik krizden krize girdi. Dal budak saran siyasal ve ekonomik skandallarla, mızrak çuvala sığmaz olunca, AKP, 2002 yılında aslında haketmediği bir siyasal anlamlar ve beklentilerin sözcüsü olmaya namzet gösterilerek bugüne dek dik ve diri kalacağı bir ikballe kucaklaştı.
Görünen o ki, darbeci ve müdahaleci mantıkla siyasete çomak sokanlar, "ahı gitmiş vahı kalmış" Stalinist retoriklerle iyice çaptan düşmüş, genel Kürt sorunu çerçevesinde ancak ikincil derecede rol alabilecek bir örgütü, PKK'yı, yaptıkları provokasyon ve şer oyunlarıyla yaşatmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklar.
"Kürt sorunu" lafını binbir yutkunmadan sonra telaffuz eden AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın da "Milli birlik ve beraberliğimize kastedenlerle..." diye başlayan sınır ötesi kara harekâtı operasyonuna ilişkin konuşması dikkat çekici olduğu kadar, kendisine değişim misyonu bağlayanların ne denli naif olduklarını anlamaları açısından da manidardir. Başbakan'ın "milli birlik ve beraberlik" dediği nedir? Müslüman kızların başörtüsü etrafında bir beraberlikten söz etmiyor besbelli. Çünkü aşikar, ülkede "İslami tesettüre taraftar olanlar ve taraftar olmayanlar" diye iki ayrı blok var. Bu birlik değil basbayağı ihtilaf. Bazılarına göre kırılma noktası. Ama iş Kürtlerin ve Kürt devletinin kökünün kazınacağı izlenimi yaratan bir Kürdistan operasyonuna geldiğinde imdada savaş üzerinden yapılan "milli beraberlik" söylemi yetişiyor. AKP, savaş üzerinden ülkeyi fay hattından uzak tutmanın huzurunu yaşadığını zımnen ifade ediyor. "Tesettürle bölünmüştük, ne iyi artık biriz, hem de beraberiz!" diyor. Güya piyasaları da rahatlatıyor. "Bakın bölünüyoruz gibi duruyoruz ama aslında bölünmedik, hem biz ayrılamayız!" diyor.
Son tahlilde, Türkiye için biçilen o meşhur milli beraberlik lakırdısı biçe biçe "Alavere dalavere Türk/Kürt Mehmet askere!" donunu biçiyor, ülke gençliğine. İster laik diye vasıflandırılsın, ister milliyetçi-mukaddesatçı densin, kahir ekseriyet milliyetçilik ve bayrak etrafında bir yumruk oluveriyor. Kürt halkını düşman görüp gözü dönen bir milli ve şovenist içgüdüyle azgınlaşıyor ve muhalif seslerin kısık kaldığı bir iklimde normalize oluyor.
Kürdistan Operasyonunun Olası Sonuçları
Türkiye'nin iktidar partisi, muhalefet partisi, askeri ile elele hazırlayıp dünya kamuoyunun zihnine işgalci Türkiye imajını kazıdığı bu operasyonun siyasal planda olası sonuçlarına kısaca başlıklar halinde değinmekte yarar var.
Türkiye Kürdistan operasyonundan sonra, Avrupa Birliği projesini uzunca bir süre rafa kaldıracaktır. AB vizyonu gibi çaba isteyen bir gündemle uğraşmak yerine, AKP'nin köşe başlarını tutmakta olan şurekası ekmeklerine terayağı üstüne tereyağı sürmeye devam etmek isteyeceklerdir. Operasyon ile buna uygun sosyal, psikolojik zemin hazırlanmıştır.
İkinci sonuç ise Irak'ı işgal eden ABD, Türkiye'nin Kürdistan işgali olgusunun gündemde kalmasına bir süre göz yumacak ve Irak'ta çok yönlü işgal ve müdahaleler, Türkiye'nin "yardımcı aktris" rolüyle gölgelenecektir. Irak'ın, yol geçen hanı gibi işgallere uğramasının "işgalcilerden çok bölgenin güç boşluğunun neden olduğu" söylemine Türkiye balıklama atlayarak kuvvet vermiştir. ABD'nin operasyona verdiği nisbi ve kısa süreli destek bir süre sonra Türkiye'den istediği her türlü tavizi koparma garantisine dönüşecektir.
Barzani'nin Kürdistan'ın resmi organı 'Peyamner' sitesinde yaptığı açıklamada, Türk ordusunun asıl hedefinin PKK değil, Kürdistan olduğunu dile getirmesi, operasyonların Irak halkının gözünde algılanış biçimini yansıtmaktadır. Türkiye'nin bölgedeki varlığı Kürtlere yönelik bir saldırı şeklinde algılandıkça -ki bu kaçınılmaz- Türkiye'nin güvenliğini iyiden iyiye riske atacak bir maceraya atıldığını söylemek rahatlıkla mümkün.
Bu noktada, operasyonu kontrolden çıkaracak değişkenlerin devreye girmesi halinde, Türkiye hem kendi paçasını kurtaramayacağı büyük bir savaşın içinde bulacak hem de operasyonların meşruluğunu savunurken kullandığı mantıkla, yani kendi silahıyla vurulacaktır. Irak topraklarından geldiği iddia edilen PKK saldırıları, Irak Kürdistanı tarafından Türkiye'ye yönelecek bir karşı teze dönüşürken, Irak Kürtlerinin gözünde, "Kendi topraklarında Kürt sorununu çözemeyen Türkiye, sorunu Kürdistan'a ihraç etti!" olacaktır.
Operasyonlar konusunda Türkiye'nin gerek istihbarat, gerek lojistik destek konusunda elinden tutan İsrail ve ABD de teşekkürü hak ediyor.(!) Yoksa Enver Paşa'nın 90 bin Türk askerini bir gecede Sarıkamış'ta dondurması gibi karda kışta sersefil olurdu şanlı ordumuz! Değil mi ama?!