Yeni anayasa ve toplumsal uzlaşma

Hilal Kaplan

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın seçim öncesinde gerilen siyasî ikimi yumuşatma çabalarına karşılık vermeyeceğe benziyor. Tabii bunda CHP'nin, alacaklarını iddia ettikleri oy oranının yanından bile geçmemiş olmasının verdiği hınç büyük. Bir de Başbakan Erdoğan'a âdeta 'dayılanarak', Önder Sav ve Deniz Baykal ile mevcut yönetim arasında kalmış parti içindeki muhaliflerin 'gazını almak' maksadını güdüyor olsa gerek.

Kılıçdaroğlu, son basın toplantısındaki asabi beyanatlarına ek olarak, yeni anayasa süreciyle alakalı sorulan soruya "Eğer bizim değişikliklerimizle örtüşüyorsa, bir sorunumuz yok" diye cevap vermiş. Yani Ak Parti'ye kapıları açık ama kendi arzuladıkları değişikliklere uymuyorsa "Benden sonrası tufan" tavrı. "Toplumsal uzlaşma sakızı"nı yıllardır çiğneyen CHP'nin esas tavrı, genel başkanı ister değişsin ister değişmesin, bu olacaktır. Daha şimdiden ilk üç maddenin değiştirilmesine, başörtüsü meselesinin çözüme kavuşturulmasına ve anayasanın ideolojiden (ya da adını doğru koyalım "Atatürkçülükten") arındırılmasına karşı çıkacakları kesin.

Bu noktada, Ak Parti'nin bu tuzağa düşüp, statükoyu yeniden üretecek ve devlette yapısal bir değişikliğin olmasının önünü kesecek olan "toplumsal uzlaşma" oyununa gelmemesi elzem. Zira toplumsal uzlaşma, başkalarının hak ve özgürlükleri pahasına yapılamaz. Çünkü bazılarının endişelerine, diğerlerinin hak ve özgürlükleri kurban edilemez.

Toplumsal uzlaşma zemini, herkesin kendisini bulabileceği bir anayasada anlaşarak olabilir. Bunun tek yolu da bir diğerinin hakkına girilmediği sürece, hak ve özgürlüklerin önünü açmaktır. Örneğin başörtüsü özgürlüğü, başka bir toplumsal grubun, mesela 'endişeli modernler'in, hak ve özgürlük alanını sınırlamıyorsa uzlaşma konusu olamaz. Başörtülü kadınların özgürlüğü kimsenin mülkiyetinde değil ki siyasetçilerin bunun üzerinde pazarlık yapma imkânı olsun.

Ya da anadilde eğitim meselesi. Bazı okullarda bir grup vatandaşın çocuklarının eğitimi açısından uygun gördükleri seçenek buysa, devletin veya siyasetçilerin bunun önünde durma hakkı yoktur. Türkçe öğrenimi, resmî dil olarak zorunlu olduğu sürece, bazı okullarda anadilde eğitim yapılmasının Türk veya diğer etnisite gruplarından vatandaşların hayatına herhangi bir sınırlayıcı etkisi yok. Öyleyse, birey merkezli olacağı vaad edilen yeni anayasada, bu talebin en azından uzun vadede, önüne taş konulmayacak şekilde düzenlenmesi şarttır. Siyasetçiler, bir kısım vatandaşın çocukları için seçtiği dil eğitimi üzerinden pazarlık gütme hakkına da sahip değildirler.

Yine örneğin zorunlu din dersi meselesi. 12 Eylül rejiminden miras kalan uygulamalardan birisi olan zorunlu din derslerinin seçmeli hale getirilmesinin, bu talebe karşı çıkan Sünni kesimin haklarına bir sınırlama getirmeyeceği aşikâr. Üstelik birey-merkezli bir anayasada din eğitimini vatandaşların çocukları için uygun gördüğü yaşta ve kurumda alması özgürlüğünün de tanınması gerekir. Eğer bu gerçekleşirse, vatandaşlar çocuklarını sadece bu dersle sınırlı tutmak zorunda kalmayacaklar, arzu ettikleri din eğitimini almalarını sağlayacaklardır. Zaten kanaatimce böylesi, İslâm'a dair sadece en temel bilgileri, ne kadar sağlıklı olduğu tartışılır bir müfredat eşliğinde öğreten "zorunlu din dersleri"nden çok daha idealdir.

1924 anayasasından beri "haddini bilmeyen devlet" anlayışından çok çektik. Vatandaşın ne giyeceğinden, hangi dilde ve nasıl konuşacağına, hangi müziği dinleyeceğinden ezanı hangi dilde okuyacağına kadar taciz edilmeyen hayat parçamız neredeyse kalmadı. Bu zihniyetin tezahürleri hâlen mevcut. Bu sebepten ötürü, yeni anayasayı yapmaya gönüllü olan siyasetçilerin de "hadlerini bilip", vatandaşların (ve potansiyel seçmenlerinin) haklarına tecavüz etmeden bir uzlaşı zeminini tesis etmeleri gerekiyor. CHP ve MHP ile bu uzlaşı zeminini yakalamaksa zor görünüyor.

BDP ise hem başörtüsü özgürlüğü hem de anayasanın ideolojisizleştirilmesi gibi meselelerde diğer iki muhalefet partisinin oldukça ilerisinde fakat onlar da "Dilediğimiz gibi olmazsa, bu anayasayı yaptırmayız" diye demokratik özerklik mevzusunda Meclis'i kilitlerse, korkarım aradığımız yeni anayasaya bir dört yıl daha ulaşılamayacak.

YENİ ŞAFAK